Akademiye özgürlük ve demokrasi!

MEYDAN

Dünya’dan Boğaziçi’ne: Dayanışmayla

Boğaziçi Üniversitesi yeni yılın ilk gününe üniversiteye atanan, kayyum, rektörün haberiyle uyandığından beri mücadele sürüyor. Olan biteni idrak etme, ona tepki verme kapasitemizin giderek zorlandığı günlerde, başta Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri olmak üzere üniversitenin tüm bileşenleri, yalnızca kendi üniversiteleri için değil tüm üniversitelerin özerkliği, akademik özgürlük ve giderek daha da unuttuğumuz nefes alınabilir, adil bir yaşam için taleplerini yinelemeyi ve direnmeyi sürdürüyor.

 

Öğrencilerin vazgeçmemekte de güçlendirmekte de kararlı oldukları dirençleri dozu giderek artan devlet ve polis şiddetine karşı durmaya devam ediyor. Darp, gözaltılar, ev hapsi, hedef gösterme ve tehdit, öğrencilerle hocaların hem bir arada hem de ayrı ayrı gerçekleştirdikleri eylemlerle okul içinde ve başka üniversitelerle birlikte toplumun pek çok farklı kesminin de katıldığı okul dışında gerçekleşen protestolar ve bir aradalık çağrılarıyla yanıt buluyor. [1]

 

Nefret söylemiyle hedef göstererek, göz dağı vererek, fiziksel ve ruhsal bütünlüğü sarsarak, kısacası şiddetin türlü biçimlerine maruz bırakıp susturarak, sindirerek, bedenleri gözden çıkarılabilir, yok sayılabilir kılarak terbiye etmeyi ve yönetmeyi amaçlayan bu şiddet yeni değil, yine, sistematik.

 

Mücadeleyi, onun ifade araçlarını, bu mücadeleyi üstlenen bedenleri yok etmeye susamış bir iktidara ortak bir yaşamı üstlenme sorumluluğunun, hesap verilebilirliğin ne olduğu ve nasıl pratik edileceği, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin 12. Cumhurbaşkanına yazdığı mektupta da görüldüğü üzere, tekrar tekrar hatırlatılırken bu direnç ve eylemlilik, pandemi şartlarına rağmen kamusallık ve bir aradalık kabiliyetimizi yeniden hatırlatan, eylem(e) repertuvarını genişletmeye bakan bir dizi mücadeleyi de ortaya koyuyor.

 

Bu mücadele Türkiye sınırlarında da kalmıyor üstelik. Dünyanın dört bir yanından Boğaziçi’ne destek sesleri yükselirken eylemlilik hali de ülke sınırlarını aşmış, yayılmış, çoğalmış durumda.

 

Biz de, Dünyanın çeşitli noktalarından yükselen dayanışma seslerini, ulaşabildiğimiz kadarıyla, buraya taşıyarak hem kuvvet devşirilecek kanalların azımsanmayacak kadar çok olduğuna işaret etmek hem de inşa edilmek istenen yalnızlaştırıcı, unutkanlaştıran bellek rejimine karşı mücadelenin çoksesliliği, çokyönlülüğü ve sürekliliğini hatırlatmak istedik.

 

Sözü, pek çoğu Boğaziçili olan, kimileri düzenenlenen destek eylemlerinin organizasyonunda da yer almış, yer yer kendileri adına yer yer de grup olarak düşünce ve hislerini bizlerle paylaşan mezunlara bırakıyoruz şimdi.

 

Dayanışmayla.

 

Almanya (Berlin & Kuzey Ren-Vestfalya)

Burçin: Boğaziçi protestolarını Gezi’yle birlikte anan çok. Politik okuması benzer mi, onu bilmiyorum, fakat gurbete taşınmış bir Türkiyeli için duygusal benzerliği olduğu kesin. Bundan 7 yıl önce, Gezi için Berlin sokaklarındayken şu yazıyı yazmışım. Üzerinden yıllar geçti, yeniden Türkiye’ye ve sonra yeniden Almanya’ya taşındım. Tabir-i caizse gurbetçilikte kaşarlandım. Fakat Türkiye hâlâ peşimi bırakmadı, bırakacağını da sanmam. Hem bu kez üzerime bir şekilde yapışmış kimliklerim de yakamı bırakmıyordu, Boğaziçili olmak, lgbti+  olmak… Boğaziçi herkese benim kadar iyi davranmıştır diyecek kadar gözüm kapalı değil ama pek çokları için kapısından girdiğinde nefes aldığı, kendi olabildiği ya da en azından kendiliğe soyunduğu bir yerdi. Berlin’den yeniden İstanbul’a taşınmak zorunda kaldığım yıllarda kendimi sık sık Güney Kampüs’e atıyor, taciz edilme korkusu olmadan çimlerde uzanıyordum. Bazen feminist kitap sergisine denk geliyordum, bazen beklenmedik bir onur yürüyüşü çıkıyordu karşıma. Gerçek bu değil, biliyorum, ama sanki bana o kampüste bir şey olmazdı. Ne Almanya’da ne Türkiye’de böyle hissettiğim başka bir yer olmadı.

 

 

Geçtiğimiz cumartesi günü Berlin Alexanderplatz’ta yapılan büyük eyleme böyle duygularla gittim. Zamanında oturduğum basamaklarda gözaltına alınan öğrencileri, servis beklediğim yerde konuşlanan yüzlerce polisi izlemekten, darp edilenlerin çığlıklarını canlı canlı duymaktan uyuyamıyordum. Eylemin organizasyonu WhatsApp grubunda yapıldı, Türkiye şartlarında gözaltına alınmanız için yeterli bir gerekçe. Kim hangi pankartı getirecek, kimin eksi derecelere ulaşan soğuklarda pankartları tutabilecek kadar kalın eldivenleri var, kim polisten izin alacak… Organizasyona katılmasam da gruba bakmadan duramıyordum. Belki kendi tarihimin minik bir tekerrürüydü benim için. 2013’teki görece taze göçmenliğimi, yeni yeni arkada bırakılan evin yangın yerine dönüşmesini uzaktan izlemeyi, parçası hissedip ama tam da parçası olamamayı tanıyordum. Kimseyle sözleşmeden gittim eyleme. Toplananlar Berlin’in insanın gözyaşını buza dönüştüren soğuğuna rağmen 1.5 saat meydanda kaldı. Polisin mesafe anonsuna uyarak, üşüyen ellerini ceplerine sokup durdukları yerde ileri geri sallanarak ayaza meydan okuyan 1000 kişi. Berlin standartlarında, pandemide, hele de o havada öyle çok insan demek ki bu… Başka bir zaman olsa çevrende yüzlerce insan varken soğuk bunca içe işlemezdi, ama şimdi dağılmak, mesafelenmek, üşümek zorundaydık. Sımsıkı sarılmış atkıların, kalın kar berelerinin, hem virüsten hem soğuktan koruyan maskelerin ardında, bıçak gibi rüzgârdan kısılmış bir çift göz kadardı herkes. Pek çok kişiyi tanımakta zorlandım. Yine de sadece gözlerden tanıdık birbirimizi. Aramızda bırakmamız gereken mesafeden belki bir adım yakın durduk. Eylem bittiğinde bile öyle hemen dağılmadı insanlar, yavaş yavaş, bu bir aradalık hissini sindire sindire uzaklaştılar. Soğuktan moraran ellerimiz değilse de, günlerdir üşüyen bir yerlerimiz bir parça ısınmıştı.

 

 

Uğur: Ben bir yılı pandemi koşullarında olmak üzere yaklaşık iki yıldır Köln’de yaşıyorum. Türkiye’de birincil öznesi olabileceğim ve tevellüdümün yettiği herhangi bir sosyal hareketin ilk defa “dayanışılan” değil, “dayanışan” tarafında yer aldım. Boğaziçi’ne buradan ses verme girişimleri dayanışmanın farklı işteşlik kiplerini keşfettiğim bir süreç oldu. Çok merkezli ve dağınık olan Kuzey Ren-Vestfalya’daki birçok şey gibi Boğaziçi direnişi de biraz farklı Almanlıkların, farklı Türkiyeliliklerin, farklı siyasetlerin ve farklı eyleme biçimlerinin ortaya çıktığı ama birbirlerini çok da kesemediği bir hal aldı.

 

Boğaziçi’ndeki eylemler başladığında, Köln’de yaşayan, çoğunluğu Boğaziçi mezunu bir arkadaş grubu olarak ilk hissettiğimiz şeyler de iç sıkıntısı ve öğrencilerin eyleminin güzelliğinden duyulan coşkunun bir karışımı oldu galiba. İlk hafta, ilk sert polis müdahalesi yaşandıktan sonra sıkıntı biraz daha büyüdü. Böyle zamanlarda aynı toplumsal kasvetin dilini çabasızca paylaşabildiğimiz buradaki Türkiyeli arkadaşlarımıza ve Türkçeye doğru kapanıyoruz galiba.

 

 

Hafta sonuna doğru Berlin’deki mezunların cumartesi gününe yaptıkları eylem çağrısını gördükten sonra, aslında Almanya’da olduğumuzu (!) ve kendi kendimize de olsa, en azından bir basın açıklaması yapabileceğimizi fark ettik. Böylece 10 Ocak’ta, Boğaziçi’ndekilerden nöbeti devralıp Köln’de küçük bir dayanışma eylemi organize ettik. Boğaziçi hocalarının yayınladıkları ilk açıklamayı Türkçe, Almanca ve İngilizce okuduk; kendimiz metin yazacak bir vakit bulamadık, buna pek ihtiyaç da duymadık. Niyetimiz Boğaziçi’ndeki direnişin sesini bir kez de burada duyulur kılmaktı. Pandemi koşulları nedeniyle sadece on kişilik bir eylem iznimiz vardı, açık bir çağrı yapamadık ve eşe dosta haber verdik. Buna rağmen Bonn’dan, Düsseldorf’tan gelenler, Instagram’daki canlı yayını görüp koşup yetişenler oldu; yeni dostlar edindik. Aynı gün Köln’e yirmi dakika mesafedeki Bonn’da, o an için tanımadığımız ancak Düsseldorf’ta tanışacağımız, yine bir mezun grubunun pankart hazırlayıp fotoğraf çekindiğini öğrendik.

 

En azından direnen arkadaşlarımızın sözüne bir ses verebildik diye hafiften iç sıkıntımız azalmış, evlerimize dönmüş, yaptığımız eylemin haberinin çıkıp çıkmadığını araştırırken aslında Köln’de bizden önce 12 Eylül sonrası Almanya’ya göç etmiş başka bir grubun yine kentin çeşitli yerlerinde pankartlarla fotoğraf çekinmiş olduğunu fark ettik. Meğer iç sıkıntısı duyan bir tek biz değilmişiz. Ancak Almanya’nın her yerine dağılmış kuşak kuşak Türkiyeliler olarak ne bizim onlardan ne onların bizden haberi vardı.

 

Ocak ayının sonunda Boğaziçi’nde LGBTİ+’ların hedef gösterilmesiyle başlayan polis şiddetinin arttığı hafta Düsseldorf’taki mezun arkadaşlarımız organizasyonu ele aldı. Bu sefer biraz daha tecrübeliydik, daha geniş kapsamlı bir izin almayı başardık ve açık bir çağrı yaptık. Biz 7 Şubat’ta Düsseldorf için hazırlık yaparken Köln’de, yine 12 Eylül sonrasında göç etmiş başka bir toplamın bir dayanışma eylemi organize ettiği haberi son anda ulaştı. Birkaç arkadaş bu eylemi de ziyaret ettik. Bir anda roller değişti, bu sefer bizden beklenen “direnen Boğaziçilileri” temsil etmemiz ve örneklememizdi. Almanya’da böyle anlarda garip bir zaman-mekân kırılması yaşanıyor. Türkiye’de artık çok da aşina olmadığımız bir çeşit sol ilişkilenme tarzı ve söylemiyle karşılaştık.

 

7 Şubat’ta “Kuzey Ren-Vestfalya Boğaziçi Mezunları” olarak çağrı yaptığımız eylem günü de bizi yoğun bir kar fırtınası, iptal olan trenler, hissedilenin -12 derece olduğu bir hava karşıladı. Çevre şehirlerden Düsseldorf’a geleceğini söyleyen bir sürü arkadaşımız gelemedi. Buna rağmen yüz kişiye yakın, eyaletin birçok şehrinden gelen Boğaziçi mezunu ağırlıklı bir toplulukla eylemimizi gerçekleştirdik. Yine Boğaziçili öğrencilerin dört temel talebini içeren açıklamamızı Türkçe, Almanca, İngilizce yapıp sloganlarımızı da üç dilde atarken yoldan geçen birkaç Alman’ın bile (!) ilgisini çekmeyi başarabildik. Eski kuşaktan taksicilerden solculara Düsseldorflu Türkiye kökenliler de bizi yalnız bırakmadı.

 

 

Yarım saat sürmesi gerekirken kar fırtınası nedeniyle saatler süren bir yolculuktan sonra Köln’e vardığımızda WhatsApp gruplarına 10 Şubat Çarşamba günü için, Köln Üniversitesi Öğrenci Parlamentosu’nda temsil edilen Sol Parti (Die Linke) ve Yeşiller’in (Die Grünen) (evet, Almanya’da öğrenci parlamentolarında öğrenciler partilerle temsil ediliyorlar) gençlik örgütlerinin çağırıcısı olduğu bir eylem duyurusu düştü. Boğaziçi mezunlarının ya da göçmen kökenli kurumların çağırıcısı olmadığı bir eylem çağrısı duymak heyecan vericiydi. Takip edebildiğim kadarıyla bu bakımdan da dünya çapındaki eylemler açısından bir ilkti. Eylemin harçlarımızı ödediğimiz Öğrenci Birliği (AStA) tarafından oybirliği ile kabul edildiğini ve maddi olarak desteklendiğini öğrenmemiz de umudumuzu artırdı.

 

Eylemde “Boğaziçi Öğrenci Sendikası” tarafından yazıldığı iddia edilen (Türkiye’de öğrenci sendikaları olmadığını bilmeyen bir gruptu, evet) “12. Cumhurbaşkanı’na Açık Mektup”un kısa bir bölümü Almanca çevirisiyle okundu; Boğaziçi direnişinin sesini duyabildiğimiz ender bir andı bu eylem için. Bunun dışında eylemi organize eden grupların Türkiye tahlillerini, yine Alman tarihine yapılan atıflarla bezenmiş Türkiye yakın tarihi anlatılarını dinledik uzunca ve Almanca. Bu Türkiye okuması bir Nazizm analojisiyle kurulduğu için önerdikleri tek somut şey de boykottu: Değişim programlarına katılmak isteyen öğrencileri engellemek dışında ne işe yarayacağı hiç belli olmayan bir şeyi, Köln Üniversitesi’nin Boğaziçi Üniversitesi ile yaptığı anlaşmaları ve Köln şehir yönetiminin kardeş şehri İstanbul’la olan işbirliklerinin iptal edilmesini talep ettiler. Kısaca Almanlar Türkiye’de sadece bir cephesi yaşanan küresel neoliberal, baskıcı, güvenlikçi, sağ dalgayı bir kez daha söylemsel olarak kendilerinden uzaklarda bir yerde yalıtmayı başardı.

 

Dayanışmanın bu tarafında anladığım şey, dayanışmanın “dayanışılanlar” kadar “dayanışanlar” için de yapıldığı oldu. Biz de Boğaziçi mezunları olarak yan yana geldikçe ferahladık. Ama Türkiye’deki ve yurtdışındaki Boğaziçi mezunu arkadaşlarımla konuştuğumda Boğaziçi’ndeki güncel süreçle kurulan ilişkinin bir yas süreci olarak deneyimlendiğini anlıyorum. Çoğu Boğaziçi mezunu için mevcut eylemlilik, insanların kendi hayatlarına dair o çiçeklendikleri, bir sürü eşitsizliğe rağmen görece evde hissettikleri; artık uzakta kalsa da orada bir yerlerde yaşadığı bilinen, sanki istenildiğinde hemen uzanılıverilecek mesafede duran bir kişisel geçmişin kaybıymış; üzerinde polislerin tepindiği bu anılarmış gibi deneyimleniyor. Ben kendi adıma Boğaziçi’ndeki direnişten yana umut doluyum. Hafiften de oradaki öğrencileri kıskanıyorum; aralarında onlardan biri olmayı çok isterdim. Son olarak YouTube’daki röportajlarından tanıdığım Boğaziçili arkadaşlarım Rumeysa ve Doğukan’a (Sim) selamlarımı iletmek istiyorum.

Belçika (Brüksel)

Sema Elif: Merhaba, öncelikle bizlerin de sesinin duyulmasına yardımcı olduğunuz için çok teşekkür ederiz. Akademinin birebir içerisinde olan biri olarak, Türkiye’de akademiye ardı arkası kesilmeyen darbelerin ve ket vurmaların her zaman karşısındaydım. Aslında bir gün geleceğini hepimizin bildiği bu darbe, 2 Ocak günü, 8 yılımı geçirdiğim ve artık benim için bir aileden farklı olmayan üniversitemin başına da geldi.

 

O günden beridir de, sosyal medyadan yetişebildiğim kadar destek olmaya ve farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Sadece öğrenci ve hocalar için değil, mezunlar için de çok zor bir dönemden geçiyoruz. Çünkü dostlarım için olduğu gibi benim için de Boğaziçi en güvenli alanımdı ve Türkiye’deki tek umudumdu. Şimdi üniversitenin bu şekilde savunduğu bütün değerleri kaybediyor oluşu kabul edilir gibi değil. Yaşananlar gerçekten çok üzücü, derdimizi büyük bir çoğunluğa anlatamıyor olmak ise çok daha acı… Halbuki isteğimiz çok basit: Akademiye özgürlük ve demokrasi!

 

Biz Belçika’da yaşayan bir grup Boğaziçi Üniversitesi mezunuyuz. Aramızda, geçen sene de mezun olan var, 80’li yıllarda da… Genellikle bir araya zor gelen grubuz ama Türkiye’de yaşanan son olaylara kayıtsız kalamayarak bir şeyler yapmak istedik ve bir araya geldik. Eylem polis tarafından 100 kişiyle sınırlandırılsa da o gün 160’a yakın katılım oldu. Eyleme katılım, salgın ve hava koşulları düşünüldüğünde beklediğimizden çok daha yüksekti. Elbette bu sadece Boğaziçililerin değil, ODTÜ, İTÜ, Mimar Sinan, Ege, Gazi, Akdeniz ve Hacettepe mezunlarından çocuğu ve komşusuyla desteğe gelmiş güzide insanların da sayesinde oldu. Pankartlar hepimizi çok duygulandırdı. Belçika ufak bir ülke olmasına rağmen, Brüksel’e azımsanamayacak bir mesafeyi katederek başka şehirlerden kalkıp gelenler oldu: Gent’ten, Leuven’den, Mons’tan, Liege’den ve hatta Fransa’dan…

 

Orada amacımız birdi. Hep beraber sadece Boğaziçi için değil, diğer tüm üniversiteler için de akademide özgürlük ve demokrasi sloganları attık. Sanki o gün Place du Luxembourg’ta değildik de Boğaziçi Üniversitesi’nde güney çimlerde kampüs içinde kol kola girmiş dayanışıyorduk. Çoğumuzun suratında büyük bir üzüntü, kızgınlık ve kırgınlık vardı. Buna rağmen, Türkiye’de hükümet ve polis tarafından ağır fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan, hukuksuz tutuklamalarla sıcak yataklarından koparılan, kendi milleti tarafından hedef gösterilen ve nefret söylemlerine maruz kalan arkadaşlarımıza ve kar yağmur çamur demeden rektörlüğe sırtını dönen kıymetli hocalarımıza desteğimizi bir nebze de olsa hissettirebilmek için her birimiz güçlü durduk.

 

Barışçıl bir şekilde geçen eylemimizi, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin daha önce Güney meydanda büyük bir coşkuyla söylediği Yuh Yuh şarkısı ve Nâzım Hikmet’ten bir dörtlüğü haykırarak bitirdik:

 

Ürkek bir serçe gibi eğme başını

Kaldır başını ve dimdik dur

Bu senin değil, ülkemin ayıbı

Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk

 

Fransa (Paris)

İrem: Haberi herkes gibi yeni bir yıla girdiğimizi idrak etmeye çalışırken aldım. 4 ocak boyunca olanları ekrandan izlerken, kendimi Paris’e taşınmış Boğaziçili arkadaşlarıma yazarken buldum. Gerisi hızla geldi. Sosyal medya gruplarında hem Boğaziçili hem Boğaziçili olmayan birçok insanla eylem hazırlıklarına başladık. Bu esnada, Fransa’da çok sayıda Boğaziçi mezunundan oluşan bir iletişim ağı olduğu öğrendim ve aralarına katıldım.

 

Sanırım en başta Boğaziçili öğrencilere, akademisyenlere ve emekçilerine yalnız olmadıklarını hissettirmeye çalışmak ve Fransız medyasında bir görünürlük kazandırmaktı niyetimiz. Bu nedenle eylem günü olarak cumartesi gününü belirlemek bile üzerimizde geç kalınmışlık hissi yarattı. Ama tabii azımsanmayacak bir sayıda olacağımız belli olunca işin bürokratik kısımlarını da düşünmek zorunda kaldık. Sembolik bir anlamı olduğu için Sorbonne meydanında gerçekleştirdik iki eylemimizi de.

 

İlk eylem sadece birkaç gün içinde gerçekleşmesine rağmen kalabalıktı. Güney meydandaki coşkulu direniş Paris’te de yankılansın istediğimizden direniş için hazırlanmış parçalar eşliğinde dans ettik.

 

Direnişe yönelik şiddet arttıkça ikinci bir eylem düzenlemek kaçınılmaz oldu. Elbette Türkiye’deki eylemler kampüs dışına taşarken, her gün gözaltılar ve tutuklamalar sürerken Boğaziçi öğrencileriyle dayanışmaya gelenlerin sayısı da arttı. Birçok sendika destek mesajı gönderdi. (ki içlerinde sadece eğitim sendikaları yoktu, Fransa’dan Tunus’a uzanan farklı sendikalar vardı) 100’ü aşkın kişi yağışlı bir günde yine Sorbonne meydanında toplandı.

 

Bu kalabalığı görmek benim için çok önemliydi. Bizler elbette bu mücadelenin öznesi değiliz, ama uzakta olmak, olup biteni uzaktan izlemek tanımlaması güç bir burukluk yaratıyor üzerimizde. Bir yandan bambaşka bir gündemin ve gündeliğin içersinden tekrar meydanın ortasındaymış gibi hissediyoruz, bir yandan da çok iyi anlıyorsunuz ki orada değiliz.

 

Ama Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, akademisyenlerinin ve emekçilerinin dayanışması o kadar kuvvetli ki, bir anda yıllardır görüşmeyen insanların yeniden görüşmesine, yolu hiç kesişmemiş insanların birbirine dokunmasına vesile oluyor. Buradaki eylemleri düzenlerken çok sayıda destek mesajı aldım tanımadığım insanlardan. Elbette bu mesajlar bana değil, mücadeleyi bizzat yürüten Boğaziçililere. Bu nedenle, o rengârenk ve sesli mücadelelerinin sınırları aşkın bir etkisi olduğunu bilmelerini istiyorum öğrencilerin, hocalarımın ve tüm Boğaziçi emekçilerinin.

 

 

Direnmenin ve dayanışma göstermenin ne kadar güzel olduğunu ve ne kadar kuvvet verdiğini ikinci eylemimizde dayanışma için gelenlerden biri şöyle ifade etmişti  “Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin direnişi, sadece Boğaziçililerin değil, bizim gibi ülkesini terketmek zorunda kalan herkesin sesi oldu.”

Bana öyle geliyor ki, hepimizin Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden öğrenecek çok şeyi var. Neyi savunduklarını, ne için mücadele ettiklerini ve kendileri için nasıl bir ortam inşaa ettiklerini anlamaya çalışmak, kendilerini ifade etme biçimlerine bakmak bizi çoğaltacaktır.

 

Hollanda (Amsterdam)

Anonim: “Bütün bu olan biteni yurtdışından, hiçbir şey yapmadan izlemek canımı sıkıyor…” Hollanda’daki mezunlar olarak gösteri düzenleme sürecimiz, dönem arkadaşlarımdan birinin bu cümleyi Boğaziçi Facebook grubuna yazmasıyla başladı aslında. Herkes yaşanan olaylara karşı bireysel olarak hissettiği hayalkırıklığı ve kızgınlıkta yalnız olmadığını böylece anlamış oldu. Ülkenin farklı şehirlerinde yaşayan birçok mezunun katıldığı bir Boğaziçi Whatsapp grubu kurduk ve Boğaziçi’nde eylemlere devam eden ögrenci arkadaşlarımızı ve hocalarimizi desteklemek icin 16 Ocak’ta barışçıl bir eylem düzenledik. Hollanda’da toplu gösteri yapmak için belediyeden izin almak gerekiyor. Bunun için de mezunlardan bir gönüllü, Amsterdam Belediyesi ile iletişime geçerek gerekli izinleri aldi. Etkinlik 16 Ocak saat 13.00’te gerçekleşecek şekilde planlandı ve izinler de bu şekilde ayarlandı.

 

Etkinlik yeri için bir grup mezunla beraber hem erişimin kolay olması hem de kalabalıktan uzak olması sebebiyle Museumplein (Van Gogh Müzesi dahil olmak üzere birçok  müzenin olduğu Müze Meydanı) seçildi. Amsterdam Konsolosluğu da bu meydanda oldugundan, tepkimizin Turkiye devletine veya herhangi bir kişiye yönelik değil de, rektör belirleme/atama sürecine yönelik olduğunu öne çıkarmak için, konsolosluğa en uzak noktalardan birinde gerçekleştirdik.

 

 

Hava -2 derece olduğu halde 70’e yakın kişiydik -sadece Boğaziçi mezunları değil, aynı zamanda ODTÜ ve Bilkent’ten de desteğe gelenler vardı. Biz Boğaziçi mezunları için Güney Meydan’da olmak gibi bir histi de bu biraz. En ortaklaştığımız duygu sanırım hepimizin çok şey borçlu olduğu üniversitelerimizin kültürünün ve değerlerinin tehdit altında oldugu kaygısıydı. “Atanmış değil, seilmiş rektör istiyoruz,” “Boğaziçi seçim istiyor” sloganlarıyla başladık. Yurtdışında yaşayan mezunlar tarafından hazırlanan ve haklı taleplerimizi içeren metnin Turkçe ve İngilizce okunmasıyla da eylem sona erdi. Protesto sonunda hava koşullarına rağmen sadece Boğaziçi değil, birçok farklı üniversiteden mezunlar olarak bir araya gelmenin hepimize güç verdiğini düşünüyorum. Dünyanın neresinde olursak olalım üniversitemizin savunduğu demokratik ilkelere sadık oldugumuzu, bu uğurda mücadele veren öğrenci arkadaşlarımızın ve hocalarımızın yalnız olmadığını göstermek istedik. Umarım onlara da bu desteğimizi hissettirebilmişizdir.

 

İngiltere (Londra)

Gökçe: Aidiyet, ev, göç, göçmenlik, kavramları üzerine çokça düşündüğüm bir dönemde evim dediğim Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar hakkında bir iki kelam etmek için masa başına oturmak tuhaf hissettirdi. Belki oradan başlayabilirim.

 

Bu satırları Londra’dan yazıyor olmamın, ülkemden ayrılmamın önemli sebeplerinden biri de 2016 yılında kendimi en güvende hissettiğim yere, üniversiteme tomalarıyla giren polis. Beni kendi evimde tekinsiz hissettiren polis. O gün o toma, Güney Kapı’dan girmiş, U dönüşü yapıp çekip gitmişti. Gözdağıydı, verdiler gitti.

 

Okulumda bugün yaşananlar ise o gün yaşananlardan çok daha vicdansızca, zalimce, adaletsizce. Bugün tek derdi, üniversite geleneğini yaşatmak, değerlerine ve en tabii haklarına sahip çıkmak olan arkadaşlarımın evleri basılıyor, aileleri tehdit ediliyor. Arkadaşlarım tutuklanıyor.

 

Son birkaç yılda canımı, okulumda yaşananları yalnızca sosyal medya üzerinden takip etmek, canlı yayında tutuklanan arkadaşlarımın çığlıklarına sadece telefonumun küçük ekranından seyirci kalmak kadar çok az şey acıttı.

 

Sonra bir şey oldu, geçen hafta Boğaziçi Üniversitesi’nin Birleşik Krallık Facebook grubunda bir mezun “Bir şeyler yapabilir miyiz?” minvalinde bir post paylaştı. Gördüğümde kalbimde ılık bir sıcaklık hissettiğimi hatırlıyorum: Yaşasın, yalnız değilim! Postun ardından İngiltere’nin farklı şehirlerinden birkaç mezun, çeşitli online platformlarda hızlıca bir araya geldik. Burada toplantının online oluşunu özellikle vurguluyorum, çünkü COVID-19 buradaki mezunlarla bir araya gelip direnmemizin önündeki en büyük engel. Buradaki yasalar gereğince şu an 2 kişiden fazla insan sokaklarda bir araya gelemiyor; grupça toplanmak ise kesinlikle yasak.

 

Bu yasağa hızlı bir çözümü, mevcut grup üyelerinin sayısıyla aynı harf sayısına denk gelen “Aşağı Bakmayacağız” sloganını harflere bölerek tek tek fotoğraf çekmekte bulduk. Bir sonraki adım olarak, önümüzdeki Cumartesi günü (13.2.21) için ikili ikili bir araya gelerek üzerinde “Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz” yazan bir pankartı Londra’nın belirli şehir simgelerinin önünde taşıyarak fotoğraflarını çekme, ardından fotoğrafları bir araya getirerek yayınlama planımız var. Taşıdığımız pankartı Avrupa’daki diğer ülkeler üzerinden Boğaziçi’ndeki arkadaşlarımıza ulaştırmak istiyoruz; bir nevi karanfil elden ele.

 

 

Tüm bu çabaların yanında, endişeliyiz de. Olan biten tüm haksızlığı, aymazlığı ayyuka çıkarmak, sesimizi daha geniş kitlelere duyurmak istiyoruz. Türkiye’deki anaakım medya zaten kör ve sağır, en azından bulunduğumuz şehirde medya organlarına ulaşmak, duyulmak istiyoruz. Önceliğimiz, öğrenci arkadaşlarımızın fiziksel olamasa da kalben, fikren yanlarında olduğumuzu onlara hissettirmek olsa da, onların seslerini ve haklı taleplerini duyurabildiğimiz kadar kişiye duyurmanın da aynı derecede önemli olduğunu düşünüyoruz.

 

Sözlerime başlarken de belirttiğim gibi, aidiyet kavramıyla derdi olan bir insanım. Hiçbir topluluğa, cemaate, oluşuma, kuruma ait hissetmeyen/hissedemeyen yersiz yurtsuz ben, geçtiğimiz son bir ayda yaşanan süreçte fark ettim ki kendimi Boğaziçi’ne ait hissediyorum. Ona gelen/gelebilecek herhangi bir zararın karşısında sonuna kadar duracağımı biliyorum. Biliyorum ki, o da benim için dururdu. Bu kadar felaketin arasında söylemek ne kadar yerinde, bundan emin olmamakla birlikte, burada olsam da, kendimi yeniden Boğaziçi’nde hissediyorum, ki bu da son yıllarda başıma gelen en güzel şey.

 

Tüm bu yaşananları ülkeme reva görenlere öfkem çok büyük, ama bunca isin pusun arasında asla yalnız olmadığımızın bilinciyle geleceğe dair umutluyum. Çok kalabalığız, çok güçlüyüz, çok güzeliz. Dayanışmayla.

 

İspanya (Barcelona)

Anonim: 6 Şubat 2021 Cumartesi günü, çeşitli sebeplerle Barselona’ya taşınmış, çoğunluğu Boğaziçi mezunlarından oluşan bir grup olarak başkonsolosluğumuz önünde toplandık. Aramızda lisans, master, doktora öğrencileri, akademisyenler, birçok sektörden profesyoneller, gazeteciler, girişimciler, avukatlar, sanatçılar vardı. Amacımız geçtiğimiz hafta Boğaziçi Güney Kampüs’te, İstanbul Kadıköy’de, İzmir’de ve Ankara’da yapılan protestolara destek vermekti. Melih Bulu’nun ivedi istifası, tutuklu öğrenci arkadaşlarımızın serbest bırakılması, polisin kampüsü terk etmesi ve Türkiye’deki bütün üniversitelerde akademik özgürlük ve insan haklarını gözeten sosyal alan taleplerimizi Türkçe, İspanyolca, Katalanca dile getirdik. Kayyumu her gün cübbeleriyle protesto eden canımız hocalarımıza biz de Barselona’da keplerimizle katıldık. Protestomuza lokal polis kuvvetleri de bizim güvenliğimizi sağlamak için uzaktan eşlik ettiler. Şehrin en işlek caddelerinden birinde olduğumuz için birçok insanla etkileşim kurma şansımız oldu.

 

Burası Türkiye’den ortalama 4 saat uzaklıkta, oysa kayyum atandığından beri hepimiz saniyesi saniyesine haberleri üzüntüyle, kızgınlıkla takip ediyoruz. Biz burada, Türkiye’de kimlik kazanmış bireyler olarak ülkemizin Avrupa’daki temsilcileriyiz. Barselona’da çalışarak, araştırma yaparak hem ülkemize hem dünyanın geri kalanına katkıda bulunmaya çabalıyoruz. Hepimizin bir isteği var ki seneler önce eğitim aldığımız, güzel anılar biriktirip büyüdüğümüz, geliştiğimiz yuvamız Boğaziçi de diğer üniversitelerimiz de aynı imkânlarla gelecek nesillere de nasip olsun. Birçoğumuz yurt dışına taşındığımızda daha iyi fark ettik ki Boğaziçi bize dünya standartlarında bir eğitim verdi. Fakat daha da önemlisi barışçıl bir toplumun sadece farklı seslere kulak vererek var olabileceğini öğretti. Boğaziçi LGBTİ+ topluluğunun kapatılmasını, öğrencileri ayrıştırıcı söylemleri kınıyoruz. Hem İspanya’daki hem de dünyadaki diğer iyi üniversitelerde okuma, çalışma fırsatımız oldu. Bu deneyimlerimizden gördüğümüz şudur ki, bir eğitim kurumu fakülte sayısıyla yüksek sıralamalara geçmiyor. Özgür düşünceye olanak veren ve insan haklarını gözeten akademik kadrosu, öğrenci kulüpleri ile fark yaratabiliyor. Ülkemizde bu olanakların korunmasını istiyoruz.

 

İspanya ülke nüfusuna oranla Türkiye’den görece az göç alan Avrupa ülkelerinden biri. Bu protestoya hazırlık yaparken buradaki Türkler olarak birbirimizi daha yakından tanıdık. Hem birbirimizin Türkiye’deki gelişmelere dair üzüntümüze ortak olduk hem de hep beraber hocalarımıza, öğrenci arkadaşlarımıza nasıl en iyi şekilde destek olabileceğimizi düşündük. Boğaziçi’nde başlayan protestolar, hem yurtiçinde hem yurtdışında bizi bir araya getirdi, daha sıkı kenetlenmemize vesile oldu. Bundan sonra da Avrupa’daki mezun topluluklarıyla iletişimimize devam edeceğiz. Amacımız Türkiye’deki arkadaşlarımıza destek olmak. Yalnız değilsiniz ve dünyanın neresinde olursak olalım yanınızdayız!

 

 

Merve: 6 Şubat 2021 tarihinde, Boğaziçi Üniversitesi’nden yaklaşık 3.000km mesafede, Barselona’da yaşan Türkler olarak biz de kayyum rektöre karşı sesimizi duyurmak istedik. Ben Boğaziçi Üniversitesi’nde okumadım, Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu bir mühendis olarak Avrupa’da ülkesini en iyi şekilde temsil etmek isteyen biriyim. Protestoya neden katıldın diye sorarsanız, Türkiye’de antidemokratik süreçlere direnen arkadaşlarımızın da dediği gibi, karşı durduğumuz şey sadece Boğaziçi’nin başına gelmiş bir olay olmadığından, ülkemizde yıllardır süregiden bir gidişata dur deme konusunda mücadele vermenin hakkım olduğunu düşünmekteyim. Benim gibi düşünen diğerlerinin de olduğunu, 6 Şubat günü Barselona’dan protestoya destek veren katılımcıların sadece Boğaziçili olmamasından biliyorum. Tek isteğimiz demokrasinin hayatımızın her alanına dokunması, yıllardır süre gelen ve direndiğimiz antidemokratik süreçlerin bitmesi, özellikle de üniversiteler gibi kurumların bağımsız ve özgür olması. Aradaki 3.000 km, 4 saatlik uçuş ve 2 saatlik zaman farkına rağmen, Türkiye’de yaşanan adaletsizliği anbean büyük bir üzüntüyle takip ediyorum. Geri dönebileceğim demokratik ve insana insan olduğu için değer veren, ayrıştırmayan bir ülke istiyor olmak en temel hakkım. Çok sevdiğim ülkemin iyi üniversitelerinden birinden mezun bir mühendis olarak, ülkemi temsil etmek üzerine geldiğim İspanya’dan daha fazla katkı sağlayabilecek bir mühendis olarak ülkeme dönmek umuduyla! Yanınızda olduğumuzu hissettirebiliyorsak ne mutlu bize.

 

Yunanistan (Atina)

Sansi Maria: Biz kendi eylemimizi kendimiz yapmadık. Binlerce öğrenci sokağa dökülmüşken ayrı eylem düzenlemeye gerek yok sonuçta. Yeni sağ hükümetin kampüslerle ilgilenecek özel bir polis birimi kurma tasarısına karşı öğrenciler zaten sokaklarda. Özelleştirilmesi planlanan yeşil alanlar için mahalleli sokaklarda. Öğretmenler ve veliler sokaklarda. Eylem yapabilme hakkı için bile eylem düzenleniyor – pan-eylem, ya da meta-eylem. Bu rahatça sokaklarda toplanabilme hali, şehrin ana meydanını iki günde bir eylemler için kapatabilme, dayak yeme korkusu olmadan slogan atabilme hali beni hâlâ büyülüyor. Sokaklarda korkmadan bir araya gelmek ne güzel.

 

 

Ocak ayının son Perşembe günü yapılan büyük öğrenci yürüyüşüne pankartsız katılıyoruz. “Boğaziçi ile Dayanışma” meselesi öyle çok dikkat çekmiyor o gün. Siyah giyimli binlerce insan kendi gündemlerine odaklanmış durumdalar. Ertesi hafta ise ilgi odağı biziz. Kampüse otobüslerle indirilen polisleri ve ablukaya alınan öğrencileri onlar da görmüş, medyada boy boy; Türkiye sokaklarında öğrenciler dayak yiyor. Etkilenmemek mümkün değil. İrili ufaklı anaakım sol hareketler Boğaziçi pankartını kendi bloklarına katmak istiyorlar. Katılmıyoruz. Gece yarılarına kadar binbir emekle hazırladığımız pankartlarımızla beraber geride kalıyoruz, örgütsüzlerin yanında. Yürüyüş boyunca birçok insan yanındakilere pankartımızı gösterip “bak, bu çok önemli” diyor. Yunanistan hükümeti kendi ülkesindeki öğrenci hareketini bastırırken “provokatörler olay çıkardı… karışıklık… anarşi” diyen medyanın Boğaziçi Direnişi’ni oldukça pozitif yansıtması onların da dikkatini çekmiş olmalı.

 

Önde gelen sol hareketler Boğaziçi temsilini kendi imkânlarıyla sağlıyorlar. Kırmızı bayraklar arasında taşınan ufak, sakar harflerle yazılmış dövizi daha sonra haberlerde görüyoruz. Yürüyüşün sonunda Syntagma Meydanı’nda kitleyi bizim pankartların arkasına alıp fotoğraf çekme planımız – ki ana akım sol gruplarla ortaklaşabilmek adına bulduğumuz bir çözümdü bu – gerçekleşemiyor. Çünkü yürüyüşün sonunda testosteron yüklü bir grup “yürüyüş bitmiştir” diyerek korteji kesip Meclis’in önünde bekleyen polise saldırıyor. Elimizde pankartlarımızla koşarak uzaklaşmaya çalışıyoruz – panik bulaşıcıdır sonuçta. Neyse ki olay büyümüyor. Türkiyeli alışkanlıklarım ve hızlı koşamayan bacaklarımla ben, gazın ortasında kalmayı ve “alınmayı” bekliyorum. Fakat bir şey olmuyor. Polis peşimizden gelmiyor. Omonia Meydanı’na doğru ağır bir tempoyla yürüyoruz. Arkadaşlar pankartı taşıyarak önden yürüyorlar. Orta yaşlı iki erkek gazeteci ile ben arkada yürüyoruz. Orta yaşlı Yunanlı erkeklerle genellikle yaptığımız gibi, tarih ve siyaset konuşuyoruz.

 

İki gün sonra minik pankartımızla Akropolis’e çıkıyoruz. Sokak yürüyüşlerinden alınan görsellerde nerede olduğumuz anlaşılmıyor. Oysa Atina’nın kenti Atina’dayız. Bunu göstermek için Akropol manzarasını arkamıza alacağımız bir yere çıkıyoruz. Pankartın arkasında bir şeyleri göstermek istiyoruz. Biz kendimiz ise kocaman pankartımızın arkasına saklanıyoruz, yüzlerimiz görünmesin diye. Ne olur ne olmaz, hassasiyetler çok.

 

 

 

 

 

[1] Boğaziçi’nde olan biteni takip edebileceğiniz birkaç hesap: Boğaziçi Direnişi, Boğaziçi Dayanışması, Boğaziçi Hukuk, Boğaziçi LGBTİ+, Pols302

Kapak Görseli: Belçika’daki destek eylemlerinden bir kare.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YGazze için 8 Mart’ta Küresel Grev Çağrısı: Gazzesiz Bir Feminist Mücadele Yok!
Gazze için 8 Mart’ta Küresel Grev Çağrısı: Gazzesiz Bir Feminist Mücadele Yok!

'8 Mart'ta bize katılın ve ataerkil ve sömürgeci sistemlerin tahtlarını sarsacak küresel bir grev için bizimle birlikte örgütlenin!'

MEYDAN

YTrans Onur Haftası (Pride) Komitesi: “Dönmeyiz, Buradayız, Bir Aradayız”
Trans Onur Haftası (Pride) Komitesi: “Dönmeyiz, Buradayız, Bir Aradayız”

Yıllardır süregelen düzene bir darbe niteliğindeki söylemlerimizle, “Dönmeyiz, Buradayız” diyerek 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü’nde sokaklara çıkıyoruz.

MEYDAN

YYazarak Kuirleştirmek Atölyesi
Yazarak Kuirleştirmek Atölyesi

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen CultureCIVIC Kültür Sanat Destek Programı’nın desteğiyle hayata geçen Yazarak Kuirleştirmek adlı atölye ve konuşma programı Mayıs-Eylül ayları arasında çevrimiçi olarak devam edecek. 31 Mayıs’ta başlayan program kültür ve sanat nesnelerini, otoriter kurum ve bireylerce onlara dayatılan ayrımcı anlatılardan özgürleştirmeyi hedefliyor.

MEYDAN

YBir Garip 8 Mart
Bir Garip 8 Mart

Dün okunan basın açıklamasında da dendiği gibi evet yastayız, evet öfkeliyiz ama bu enkazı birlikte kaldıracağımıza inanan milyonlarca insanız da.

Bir de bunlar var

Hamilelik Başarıysa Düşük Yapmak Ne?
Gezegeni Dönüştüren Bir Şey: Veri Gazeteciliği
“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”

Pin It on Pinterest