Üç ay kadar önce, toplam 11 yıl boyunca birlikte yaşadığım, 12 yaşındaki kedim Zeytin’i ani sayılabilecek şekilde kaybettim. Bir sorunu olduğunu düşünüp doktora götürdükten iki hafta sonra benimle değildi artık. Beklemediğim bu kaybın üzüntüsü, acısı epey ağır oldu; hayatımın bütün safhalarına eşlik etmiş o canlı, çok sahiplendiğim o “anne” kimliğinin ve koşulsuz sevginin öteki tarafı birden gidivermişti. Acının keskinliğinden bir süre ne yapacağımı bilemeyince evcil hayvan kaybı ve yas konusunda yazılar okumaya başladım. Aşağıda çevirisini okuyacağınız yazıya tesadüfen denk geldim; bana yalnız olmadığımı hissettirdi ki bu, yasın acısını hafifleten en büyük şey.
Toplumda kayıplar arasında da bariz bir hiyerarşi var. Zeytin’in kaybı sonrası kederim yoğun bir şekilde sürerken ve çoğunlukla dokunsalar ağlayacak bir ruh halindeyken insanlarla bir araya geldiğimde “hâlâ mı?” denmesinden çekindiğim için kendimi tuttum, her şey yolundaymış gibi davrandım. Çevremde bu hâli anlamayacak fazla kişi yok, ama toplumsal normların bu kadar basit bir şekilde işlemediğini biliyoruz. Sadece evcil hayvan kaybında değil, pek çok farklı kayıpta ve üzüntüde “ağlama, güçlü ol” şeklinde telkin ediliyoruz; insanlar yas tutan insanların yanında ne yapacaklarını bilemiyor; hatta bu durumdan rahatsız oluyor ve uzaklaşmak istiyorlar. Bu konunun sanırım daha fazla yazılıp çizilip tartışılması gerekiyor ama önce sizi aşağıdaki yazıya davet etmek, evcil hayvan kaybıyla ilgili yas tutan insanları bir nebze rahatlatmak ve onların yakınlarına durumu anlamalarında yardımcı olmak istiyorum. Yorumlarda buluşmak dileğiyle.
İnsanların Evcil Hayvan Kaybı Konusunda Anlamadıkları Şeyler*
İki hafta kadar önce, çocukluğumu birlikte geçirdiğim sevgili kedim Cookie’nin ötanazi yoluyla öleceğini bildiren bir telefon aldım. Onu sahiplendiğimiz günü hatırlıyorum – sekizinci yaş günümdü – pet shop kafeslerinden birinde, deli gibi hareket ediyor, heyecanla miyavlıyor ve kafesin demirlerine sürtünüyordu. Çok tatlı, siyah beyaz bir kediydi. Ona bir isim seçmeye çalışırken, şeker ve tatlı düşkünü olan kız kardeşim ve ben Oreo’yu önerdik. Annem “Hayır… Oreo isimli çok fazla siyah beyaz kedi var” dedi. Bu yüzden, iki ortaokul öğrencisinin üzerinde uzlaşabileceği en iyi ismi koyduk: “Cookie.”
Cookie, 18 yıllık hayatı boyunca ailemize kahkaha, huzur, eğlence, yarenlik ve bazen de baş ağrısı kaynağı oldu. Ölümü benim için sürpriz olmadı – ailemle üç yıldır soyut düzeyde de olsa bu mevzudan bahsediyorduk – ama en sonunda gerçekleştiğinde yine de çok zor geldi. Ve evet, kalbiniz kırılıyor.
İnsanların evcil hayvan kaybıyla ilgili unuttuğu pek çok şey var. Yaşımız küçükse ve evcil hayvanımızı kaybettiysek “Ah, üzülme. Bir tane daha alırsın!” ya da “Olsun. Sadece bir hayvan. X’i [buraya bir insan yakınınızı yerleştirin] kaybetmedin ya” gibi sözler duyuyoruz.
Toplum, evcil hayvan kaybının getirdiği acıyı ve kalp kırıklığını kabul etmiyor ve bunun birkaç sebebi var:
Hayvan hayatının insan hayatından daha az değerli olduğuna dair sözsüz veya açık bir kabul söz konusu. Bunu hukukta açıkça görüyoruz zaten, ama daha sinsi şekillerde de işliyor. Hayvanlar, insanların yaptığı gibi konuşarak iletişim kuramadıkları için, toplumun evcil hayvanlarımızla olan bağlarımızı meşru “ilişkiler” olarak sınıflandırması daha zor. Nedense “ilişkiler” insanlar arası etkileşimler için geçerli kılınmış (siyah labradorunuzla aranızdaki bağın Petunia teyzenizle olan bağdan çok daha kuvvetli olduğunu hissetseniz bile).
Diğer bir varsayım, hayvanların birbirinin yerine geçebileceği veya kolayca değiştirilebileceği. Kanımca evcil hayvanların ömrünün daha kısa olması, bu toplumsal inanca büyük ölçüde katkıda bulunuyor. Kaplumbağalar ve bazı kuş türleri dışında, evcil hayvanlar hayatımıza giriyor ve bir noktada bizi terk ediyor. Hali hazırdaki hayvan sahiplenme kampanyalarını bu gerçekle birleştirince ortaya “Hayvanın mı öldü? Yenisini al! Geldiği yerde çok daha fazlası var!” sözleri çıkıyor. Bu fikrin gözden kaçırdığı şey, evcil hayvanlarımızla kurduğumuz ilişkilerin, diğer insanlarla kurduğumuz ilişkiler kadar benzersiz ve kişisel olduğu. Evcil hayvanların yalnızca türden türe değil, aynı zamanda aynı tür içinde hayvandan hayvana değişen kişilikleri, tavırları ve özellikleri vardır.
Son bir düşünce de, evcil bir hayvanla olan ilişkiniz için “çok fazla yas” tutmanın “deli işi”, “tuhaf” veya “anormal” olduğu. Toplum, ilişkilerimizin tamamını olmasa da çoğunu “kol mesafesinde” tutmamızdan hoşlanıyor. Evcil hayvanları için bir aydan uzun bir süre (veya günümüzdeki “standart yas süresi” neyse) yas tutan insanlar, evcil hayvanlarına duydukları sevginin psikoz olarak etiketlendiği “kedili deli teyze” kategorisine sokuluyor; bu durum yas tutan insanları izole ediyor ve – artık ölmüş olan – evcil hayvanlarıyla kurdukları (aslında tamamen normal olan) ilişkiler yadırganıyor. Yasla ilgili iki büyük mit, bu durumun sebeplerinden: “Yas için bir zaman çizelgesi vardır” ve “Madem yas tutacaksın, tek başına tut.”
Toplumun bize bir evcil hayvan sahiplenmemizi, ona isim vermemizi, sarılmamızı, onu beslememizi, eğitmemizi, onunla birlikte uyumamızı ve seyahat etmemizi, fotoğraflarını çekmemizi ama öldükten hemen sonra bütün bunları unutup yenisini almamızı söylemesi hiç adil değil. Yas böyle işlemez. Dolayısıyla, bir arkadaşınızın evcil hayvan kaybının yasını anlamakta zorlanıyorsanız veya sevdiğiniz birinin evcil hayvanınızın ölümüyle ilgili yasınızı anlamasına yardım etmek istiyorsanız aşağıdaki maddeleri okuyun. Evcil hayvan kaybının yıkıcı, keder verici ve kalp kırıcı olmasının altı meşru nedeni:
1) Evcil hayvanlarımız, gündelik rutinimizin bir parçasıdır.
Evcil hayvanlarımız her gün bizimledir. Onlar rutinimizin birer parçasıdır ve onları beslemek, dışarda gezdirmek, onlarla oyun oynamak ve birlikte uyumak gibi düzenli aktiviteler, gündelik normalimiz arasındadır. Bu rutin ve normallik bozulduğunda sarsılırız. Birdenbire evde besleyecek kimse yoktur. Dışarı çıkarıp gezdireceğimiz kimse yoktur. Oynayacak kimse yoktur. Ve yanımızda uyuyacak kimse yoktur. Evcil hayvan kaybıyla ilgili okuduğum pek çok makalede insanların evcil hayvanlarıyla iş arkadaşlarından, kardeşlerinden ve ev arkadaşlarından daha fazla vakit geçirdiği yazıyordu. Bu yüzden evimizdeki evcil hayvan öldüğünde yas tutmamızdan doğal bir şey yok.
2) Evcil hayvanlarımız sabahları uyanmamız için bize bir sebep verir.
Evcil hayvanlarımız yaşamak için bize bağımlıdır ve bize ihtiyaçları vardır. Bize olan bağımlılıkları, bize kendimiz dışındaki bir canlıya bakım verme sebebidir; dolayısıyla öldüklerinde sadece bu görevlerin kendisi durmakla kalmaz, kendimiz dışında bir varlık için bir şey yapıyor olduğumuz hissi de sona erer. Bu da son derece zordur. Kendimizi evcil hayvanımızın ebeveyni olarak görmek çok yaygındır ve genellikle “bakım veren kimliği” kendimizi nasıl gördüğümüzün önemli bir parçasıdır. Evcil hayvanımız öldüğünde “Artık hiçbir şey bana bağımlı değil. Kim veya ne için yaşıyorum?” duygusuna kapılmak çok kolaydır. Evcil hayvanımızın ölümü bizi kesinlikle bir amaçsızlık duygusuna sürükleyebilir.
3) Evcil hayvanlarımızla kendine özgü ve özel ilişkiler kurarız.
İnsan ilişkilerinde kendimizin farklı parçaları ortaya çıktığı gibi, hayvanlarla olan ilişkilerimizde de farklı parçalarımız ortaya çıkar. İlişki kurduğumuz her evcil hayvan, bir sonrakinden farklı olacaktır. Bazıları daha konuşkandır, bazıları okşanmayı çok sever, bazıları hareketlidir, bazıları sürekli yatar uyur, bazıları en iyi arkadaşınızdır ve bazıları size ilişmeyi sevmez! Evcil hayvanımızın özellikleri ve davranışları içimizde saklı sayısız özellik ve davranışı ortaya çıkarır ve bu oldukça özel bir durumdur. Onların kişiliklerinin bizde kalıcı bir etki bırakır.
4) Evcil hayvanlarımız en iyi ve en kötü hallerimize şahit olur ve hayatımızın bütün dönüm noktalarında bizimle birliktelerdir.
Özellikle de yaş almış evcil hayvanlarımız hayatımızın pek çok ânına şahit olur. Her zaman hayatımızın dönüm noktalarının odak noktası olmasalar da ne yaşarsak yaşayalım orada bizimle birliktedirler. Evleniriz, oradadırlar; bebeğimiz olacağı zaman veya tatil fotoğraflarında poz verirler; ölüm, boşanma, hastalık gibi kişisel kayıplarımız ve yaslarımız esnasında yanımızda dururlar. Evcil hayvanlarımız bizim sevincimizi, kutlamalarımızı veya yaslarımızı sorgulamaz. Bizi onlarla birlikte sevmeye devam ederler. Çoğumuz için evcil hayvanlar sürekli değişen bir hayatın güçlü demirbaşlarıdır.
5) Evcil hayvanlarımız koşulsuz sevgi kaynağıdır.
İşte bu kadar, arkadaşlar. Uzun lafın kısası. Koşulsuz sevgiyi kaybetmek, evcil hayvanlarımız öldüğünde en büyük yas tutma sebebidir. Harika, sevimli, aptal, tombul, sevimli, gürültülü, sinir bozucu, kucak düşkünü, minik, ruhu olan bir hayvanı hayatı boyunca sevdik ve o hayvan da elinden geldiği kadarıyla bizi sevdi. Bu insan-hayvan dinamiğinde insan ilişkilerinin zorlukları (drama, yabancılaşma, para konularında kavga, yalan, aldatma vb.) yok… Peki geriye ne kaldı? Her iki tarafın da gösterdiği sınırsız sevgi – her dakika, sunabildiğimiz kadarıyla, kendimizin en iyi versiyonu. Denklemin hayvan tarafını kaybetmek, çok büyük bir koşulsuz sevgi kaynağından birdenbire uzaklaşma hissi veriyor.
Evcil hayvanlarımız öldükten sonra onları yeterince takdir etmiyoruz. Ölümlerini anlatmak için “uyutmak” veya “ötanazi” gibi güzel adlandırmalar peşindeyiz. Bu dili kullanarak ölümlerinin yıkıcı etkisini azaltıp ölüm hiç gerçekleşmemiş gibi yapıyoruz. Dünyanın pek çok yerinde evcil hayvanımızın yasını tutmak için işten izin almamıza izin verilmez. Kalbi kırık evcil hayvan sahibinin evde yalnız yas tutması veya hiç tutmaması isteniyor; dolayısıyla evcil hayvanımızın yasını tutmak için izin alma ihtiyacı hissedersek deli muamelesi görme olasılığımız yüksek.
Cenaze evleri evcil hayvan sahiplerine hizmet veya kayıp sonrası destek sunmuyor. Bu yüzden evcil hayvanını yeni kaybetmiş insanlar, kayıpları, yas tutmak veya destek aramak için yeterince değerli değilmiş gibi hissediyor – ölüm sonrası hizmet endüstrisinden gelen üzücü ve gerçekdışı efsaneler bunlar.
Toplum evcil hayvanlarımızın kaybını o kadar dışlıyor ki evcil hayvan sahiplerinin, kayıplarının getirdiği kalp kırıklığıyla ilgili sessiz kalması ve hemen yeni bir hayvan sahiplenmesi teşvik ediliyor. Ama evcil hayvanlarımız hayatlarımızın– pek çok sebepten ötürü – güçlü, dönüştürücü ve pazarlığı yapılamaz üyeleri. Aksesuar değiller. Ölümleri önemli değilmiş (veya hayvan oldukları için DAHA AZ önemliymiş) gibi yapmayı bırakalım. Bugün bir evcil hayvanın yasını tutuyorsanız, hangi tür olursa olsun, onu ne kadar zaman önce kaybetmiş olursanız olun veya onlarla ilişkiniz nasıl olursa olsun, çok üzgünüm. Kaybınız yas tutmaya değer.
* Shelby Forsythia’nın What Most People Don’t Get About Pet Loss başlıklı yazının çevirisidir.
Görsel: Gertrude Abercrombie, Mavi topuyla siyam kedisi, 1956.