Bir oyuncak mağazasına gidin. Mağazayı, toplumda kabul görmüş cinsiyet rollerine göre düzenlenmiş bir halde bulursunuz. Oyuncak bebekler, makyaj malzemeleri, temizlik ve mutfak gereçlerinden oluşan pembe bölüm kızlar için ayrılmıştır. Silahlar, legolar, robotlar, dinozorlar ve elbette bilim oyuncakları ise oğlanlar için “uygun” bulunmuş ve ayrı bir bölümde sergilenmiştir. Çocukların nevresimlerinden onlara alınan çocuk kitaplarına, mama önlüklerinden bebek odası takımına kadar böyledir bu.
Böylece çocukluğundan itibaren bilinçaltına annelik ve ev işi gibi görevlerin ona çok daha uygun olduğu aşılanan sayısız kız çocuğu —eğitim alma şansı bulursa tabii— bilim, teknoloji, matematik ve mühendislik ile alakalı mesleklere yönlendirilmiyor. Böyle bir kariyere teşvik edilmedikleri, edilseler dahi ayrımcılıkla karşılaştıkları için olsa gerek tüm dünyada bilimin her dalında kadınlar büyük ölçüde yetersiz bir şekilde temsil ediliyorlar.
Tıpkı bilim gibi, bilimkurgu da kadınlardan çok erkeklere “uygun” görülen bir kurgu türü.
Bilimkurgunun kraliçesi Ursula K. Le Guin, fantezi ve bilimkurguda toplumsal cinsiyet kalıplarına meydan okuyarak zirveye yükseldiğinde türün erkek egemenliğini temelinden sarsmayı başardığını biliyoruz. Buna rağmen, onunla ilgili neredeyse tüm başlıklarda aynı altmetin var: Bir kadın olduğu için ona başarı atfedilmiyor, bir kadın olmasına rağmen başarılı olmuş biri o.
Tıpkı Yerdeniz serisinin dördüncü kitabı Tehanu’da da yazdığı gibi : “Ona (bir kraliçeye) gücü erkekler verir. Kendilerine ait olan gücü kullanmasına izin verirler. Aslında güç ona ait değildir, değil mi? Kadın olduğu için güçlü değildir o, kadın olmasına rağmen güçlüdür.”
Gerçekten de bilimin, ister kurgu ister teknoloji ile ilişkili olsun, cinsiyet kalıplarından sıyrılma süreci acı verici şekilde yavaş gerçekleşiyor. Ama kadın ve bilim arasındaki bağ öyle eski ve öyle derin ki… Le Guin, bu bağı hissetmiş olması en muhtemel kişilerden biri olarak 1986 tarihli denemesi “Kurgunun Çuval Kuramı”nda teknolojiyi kültürel bir taşıma çantası olarak yeniden tanımlıyor. İnsanın kökeninin hikâyesini bu kuram üzerinden anlatması da oldukça dikkat çekici. Elizabeth Fisher’ın Çuval Kuramı, paleolitik çağdaki insanın ilk kültürel gerecinin bir silah değil, içine yiyecek doldurmak için kullanılan bir nesne olduğunu savunuyor, veya bebeğin taşındığı bir nesne; yabani yulaf, meyve, yemiş, mantar toplarken ellerin boş kalması için.
Belirgin roller ve görev dağılımları Paleolitik, yani avcı-toplayıcı toplumda, daha o zaman da vardı: Avcı-toplayıcı toplumlarda kadın ve erkek arasında cinsiyete dayalı bir iş bölümü olduğu biliniyor. Ama erkeğin büyük ölçüde kadınla eşit konumda olduğu tahmin ediliyor. O dönemde erkekler fiziksel olarak daha kuvvetli ve hızlı olmaları sebebiyle avlanma görevini üstleniyorlardı. Kadınlar ise yabani bitki ve meyve toplayıcılığını. (Elbette tüm insan toplulukları için geçerli olmayan ve istisnaları olan bir bilgi bu.) Ama bilindiği gibi, avcılık riskli bir işti ve çoğu zaman güvenilir bir karın doyurma yöntemi de değildi. Kadınlar ise kendilerine ve çocuklarına yetecek kadar, daha güvenilir ve enerji açısından yeterince zengin gıda kaynaklarına sahiptiler. Bu da toplum içinde yüksek bir statüye, hem anneliğe hem de üretken iş gücüne sahip olmalarını sağlıyordu. Tarımın keşfine dek.
Genellikle erkeğin gözüyle bakan, kadını ustalıkla görmezden gelen tarihi bir kenara bırakıp hayal kuralım. Yaklaşık 1,5 milyon yıl önce keşfedildiği tahmin edilen ateşin o soğuk mağaralarında yaşayan insanlara ışık, sıcaklık ve vahşi hayvanlardan koruma sağladığı biliniyor. Şimdi, doğal sebeplerle ortaya çıkan ve neredeyse sönmekte olan bir orman yangını hayal edelim: Kendi yaptığı taşıma çantası ile o ormanda yürüyen ve toplamak istediği yiyeceklerin yanarak közlendiğini fark eden bir Paleolitik Çağ kadınını. Kıymetli yiyeceklerinin köz ateşinde nasıl da pişip lezzetlendiğini ve ateşi tam da bunu yapabilmek için kullanabileceğini keşfetmesini. Ateşi bir kadın keşfetmiş olamaz mı yani?
Yabani bitkilerle şifa vermesini öğrenen bir doktor, kaynayan suda yiyeceklerin ne zaman yumuşadığını gözlemleyen bir kimyager, bebeklerin dünyaya gelmesini kolaylaştıran bir jinekolog, hangi meyvenin ne zaman yenebilir hale geldiğini bilen bir agronom, toprakta filizlenen bir kabak çekirdeğini izleyen bitkibilimci, yokluğunda çocuklarını koruması için yabani köpeği evcilleştiren bir hayvanbilimci. Hayal edin.
Yaratıcı, üretken, çok yönlü ve muhteşem bir şeydir kadın. Hatta ilk bilimcinin Paleolitik erkekten çok bir kadın olması daha olasıdır.
Kendisi de büyük bir Ursula K. Le Guin hayranı olan yazar Neil Gaiman’ın astronom Maria Mitchell’a adadığı, dizelerinde kendi çocuğu ile konuştuğu ödüllü lirik şiiri “Mantar Avcıları“ tam da bu mesele hakkında. Kadın ile bilim arasındaki o çağlar öncesi bağı hissetmenizi sağlıyor. Kadınların tarihten bilinçli bir şekilde silinmesine sadece sanatın yapabileceği bir şekilde dokunuyor. Kalbe, akla ve içimizdeki o ilkel, doğuştan gelen güce.
MANTAR AVCILARI
Bilim, bildiğin gibi küçüğüm, incelemesidir
Evrenin doğası ve davranışının.
Gözleme, deneye ve ölçüme dayanır,
Kurallaştırılmasıdır ortaya çıkarılanı izah etmek için kullanılan kanunların.
Eski zamanlarda, derler ki, erkeklerin beyni
Av hayvanlarını takip etmek için şekillenmişti,
Körü körüne aşmak için bilinmeyeni,
Ve kaybolduklarında bulmak için eve dönüş yolunu,
Birlikte taşıyarak avlanmış bir antilobu.
Kötü av günlerinde ise, hiçbir şeyi.
Av peşinde koşmaya gerek duymayan kadınların beyni
Yol işaretlerinden yön bulmak ve patikalar açmak içindi,
Tanıyarak dikenli çalıları, kayaları, dağın yamacında.
Eğilip gözlerini diktiler, yarısı devrik ağaca
Çünkü bazen tam da orada, karşılaşırsın mantarlarla.
Taş sopalardan ve dilgilerden bile önce,
İlk alet askısıydı bir bebeğin
Çalışırken ellerin serbest kalması için
Ve içine koymak mantarları, meyveleri,
Kökleri ve yaprakları, tohumları ve sürüngenleri.
Sonra da vurmak, ezmek, öğütmek, parçalamak için taştan bir havaneli.
Ve erkekler vahşi yaratıkların peşinden gittiler
Ormanın derinliklerine doğru
ve bazen, hiç geri dönmediler.
Bazı mantarlar seni öldürür
Bazılarıysa tanrıları gösterir sana
Bazıları karnını doyurur. Tanı.
Bazı mantarlar çiğ yersek öldürür bizi
Ve hala ölümcül kalır, sadece bir kere pişirirsek onları.
Ama kaynak suyunda bir kere kaynatırsak ve dökersek o suyu,
Ve sonra bir kere daha kaynatır ve tekrar dökersek suyunu,
Ancak o zaman yenebilir güvenle. Gözlemle.
Doğum anını gözlemle, karnın gittikçe genişlemesini ve göğüslerin aldığı şekli,
Ve tecrübeyle keşfet bir bebeği bu dünyaya güvenle nasıl getireceğini.
Her şeyi gözlemle.
Mantar avcıları her gün yürüdükleri o yollarda yürüdüler
Dünyayı seyredip gözlemleyecekleri her şeyi gördüler.
Ve bazıları iştahla yaladı dudaklarını ve gelişip serpildiler
Diğerleri ise midelerini kavrayarak son nefeslerini verdiler.
Böyle yapıldı neyin güvenli olduğuna dair yasalar – ve aktarıldı. Formüle et.
Hayatlarımızı inşa etmek için yaptığımız araçlar:
Giysilerimiz, aşımız, eve giden yolumuz …
Deneyin, ölçümün, gerçeğin
Gözlemine dayandırdıklarımız.
Ve bilim, hatırlarsan, incelemesidir
Evrenin doğası ve davranışının.
Gözlem, deney ve ölçüme dayanır,
Kurallaştırılmasıdır ortaya çıkarılanı izah etmek için kullanılan kanunların.
Yarış devam ediyor. İlk bilimcilerden biri
Hayvanlar çizdi mağara duvarlarına,
Öğretmek için hangisini avlamanın güvenli olduğunu
Böğürtlen ve mantarla şişmanlamış çocuklarına.
Erkekler koştular vahşi yaratıkların peşinden.
Daha yavaş yürüdü bilimciler,
Tepenin yamacına ve su kenarına ve kırmızı çamurun aktığı o yere.
Yaptıkları askılarda bebeklerini taşıdılar,
Mantar toplayan elleri serbest kalsın diye.
Neil Gaiman – “Mushroom Hunters”
(Çeviri : Sıla Baki Alkan 12/2019)
Kaynakça
Sharon Smith – Women and Socialism : Class, Race, and Capital
Unesco.org
Ursula K.Leguin – “Kurgunun Çuval Kuramı”
Ursula K.Leguin – Tehanu
Kapaktaki görsel: Lois Long’un bir litografı.