İstiyorum ki, baba şiddetinden, toplum baskısından boğularak yaşadıklarını anlatabilmek için, kendini ifade etmek için, dünyaya haykırabilmek için kendine pencere açan kadınların kapıları kilitlenmesin. Kilitlendi, o kapıyı bütün gücümüzle zorlayacağız.

MEYDAN

Linç Değil İfşa

Yazıya kadının sanattaki yeri diyerek başlasam muhtemelen aklımıza sanat eserlerinde kadın bedeninin temsili ve belki de, dünyanın en şık protestosu olarak Mary Richardson’ın bir müzede erotik bir şekilde resmedilmiş Aynadaki Venüs’e son dokunuşu, o ustaca dokunuşu gelir.

 

Dönem dönem twitterda gündem olan tacizci edebiyatçıların ifşalarına geçtiğimiz günlerde bir yenisi daha eklendi fakat bu sefer, lokomotif etki oldukça ses getirdi. İfşalar, bir grubu her zaman olduğu gibi ikna etmedi, yoksa bu bir linç miydi?

 

İfşa etmediğimiz zamanlarda birbirimize yazıyor, birbirimizle paylaşıyor, tacizcinin bilinmesini sağlıyor, birbirimizi ve kendimizi korumaya çalışıyoruz. Aslında ifşa gerçekleştiğinde genellikle olayı en az on kişi biliyor oluyor. Derli toplu olabilmesi için ara başlıklarla; söylencelerden bahsetmek istiyorum:

 

Linç ve ifşa karşıtlığı 

 

İfşa etmek ve linç kültürü özellikle cis erkekler tarafından aynı kefeye konularak eleştiriliyor. Bir tacizcinin ifşası gerçekleştiğinde, bunu oldukça saldırgan ve kişisel husumetlerin izdüşümü olarak okumak en kolaycı yol. Bu “sevecen ve kapsayıcı” muhalif tavır, eril dayanışmanın üzerini örtebilmek için süslü bir temsil de sayılabilir.

 

Aslında flört etmek ve tacizin birbirine karıştırılması konusunda belirgin temalar rıza ve ısrar. Bu kelimelerinin tam anlamıyla idrak edilmesi, bu sözde kafa karışıklığının kolaylıkla giderilmesini sağlayabilir. Defalarca yazıldığı üzere, cevap verilmediği halde uygunsuz saatlerde yazmak, hayır denildiğinde ısrar etmek, kişinin ürettiği eseri bir cümle övdükten sonra nedense gereken samimiyetin oluştuğunu zannedip seks hastayısıyım ben de ne yapayım, diyerek “dertleşmeye” başlamak tacizlere örnek olabiliyor.

 

İfşaya linç demek tacizciyle güçlü bir empati kurulduğunu da göstermiş oluyor.

 

Temsil hakkını elinden alma

 

Bir süre sonra tacizler sebebiyle kişi yazdığı dergiden, yayınevinden, mecrasından ayrılmak zorunda kalıyor. Zorunda kalması belki güçsüzlük ya da fazla geri çekilme gibi anlaşılabilir, fakat özgürce hareket edebilmek üretim aşamasında konfor alanı sağlayan bir deneyim. Güya övgü dolu başlayan mesajlara harcanan, buna ne cevap vereyim mesaisi o kadar azımsanacak bir mesai değil, taciz edilmek psikolojik olarak kolay atlatılamıyor, üstelik aynı işi yaptığınız, eşit olduğunuzu düşündüğünüz kişilerin, ayakkabılarınıza, memelerinize, gözlerinize övgüler düzerken “ben kadın edebiyatçıları pek okuyamıyorum” mızmızlanmaları bir süre sonra gerçekten dayanılmaz bir hal alabiliyor.

 

Tacizcinin sanatıyla hayatını ayıralımcılar aslında taciz edilenin edebiyatını, temsil edebilme hakkını konuşmayı hiç düşünmüyor. Mücadele ediyoruz, mücadele edeceğiz fakat mecrayı terk edenin tacizci olması gerekiyor.

 

Zaman zaman elimizden alınmaya çalışılan otosansürsüz bir iletişim hakkı; kişi kendini herhangi bir cis erkekle edebiyat sohbeti yapmaktan bile kaçar hale gelmiş bulabiliyor.

 

İtibarsızlaştırma

 

Burada kendi hikâyemden bahsetmek istiyorum. Diyelim taciz edilemediniz, neredeyse kimseyle iletişim kurmayarak, ne yazık ki ciddi bir otosansürle tacizden kurtulmaya çalıştınız, genellikle daha deneyimsiz ya da genç olduğunuz zamanlar kollanıyordu ve o zamanınıza denk gelmediler, elinizden geldiği kadar tacizcileri de her yerde ifşa ettiniz, dolayısıyla tacizci size yaklaşamadı. Edebiyat camiasında hangi kadının başına gelmemiştir inanın bilmem ama, o zaman da sizinle ilgili fanteziler uydurmaya başlarlar: Beni istedi ama ben istemedim, benim onunla ilişkim vardı ama gizlemek zorunda kaldık, onun cinsel sorunları var, imza günüme gelmedi çünkü eşim gelmişti, öfke problemi var, ya da en son öğrendiğim ve hemen arkasından kahkaha attığım: “O kadın deli, sevgililerini dövüyor.”

 

İfşa olayları ile isim yapmaya çalışılıp network oluşturulduğu fantezisi

 

Bu da feminizmi sadece “yükselen bir trend/moda” olarak gören aşırı erkek ve yine ne yazık ki aşırı analizan erkek edebiyatçı safsatası. İfşa gerçekleştiğinde kadın dayanışmasına anlam veremeyerek bunun bir pr çalışması olduğunu düşünebilecek sığlıkta edebiyatçılarımız, kadınların kamusal ya da eviçi şiddeti anlatma çabalarını da unutarak sadece edebiyat çevresinde şiddete maruz kaldığını düşünüyor olabilirler mi? Bence olamazlar, daha çok ifşa edilme korkusunun önüne geçemeyerek kadın dayanışması karşısında korkularına yenik düşüyor gibiler. Belki ifşa edildikten sonra isim yapmanın nasıl bir şey olduğunu tadabilirler, bilmiyorum.

 

Neden aynı anda ifşa ediyorsunuz

 

Yukarıda belirttiğim dayanışmaya ek olarak, tacizci genellikle bir kişiyi taciz etmiş olmuyor, durmuyor ve devam ediyor. Kişi tacize uğradığında kendini suçlayabiliyor, sadece kendisinin taciz edilmiş olduğunu (ki tek kişiyi taciz etmiş olmak tacizci olunmadığı anlamına gelmiyor) düşünebiliyor, tacizciyi başka bir mağdura “çok üzgünüm bitsin bunlar artık” yazarken görüp tetiklenebiliyor, bir başka kadının taciz edilmesinin önüne geçmek isteyebiliyor, geçmişte yaşadığı şeyin taciz olduğunu fark edemeyip yapılan ifşa sayesinde yaşadığı kötü deneyimin adını koyabiliyor.

 

Hukuk var, madem öyle hukuk 

 

Kadınlar olarak taciz olaylarında dedektif gibi ekran görüntüsü almak, iz sürmek, tetikte davranmak zorunda değiliz. Elimizde delil olmayabilir. Bunun dışında olay zaman aşımına uğramış ve ceza hukukunun kapsamından çıkmış olabilir. Daha önce de söylediğim gibi, kişi tacize uğradığını olayın gerçekleştiği tarihten çok sonra idrak edebilir ya da sadece canı o zamanlar tacizden bahsetmek istememiş de şimdi bahsetmek istemiş olabilir.

 

Hukuk başlığında daha çok şeyler söylenebilir, biliyorsunuz.

 

Sizin cenah işte böyle 

 

Her ifşa sonrası ifşa edilen erkeğin politik tutumuna muhalif olan ifşa destekçileri peydah oluyor. Politik tutumcular tacizcilerin politik kanadına göre destek verirken mağdura destek olmak yerine kendi çıkarları için mağdurun arkasına saklanıp destekçilik oynuyor.

 

Başlıklar sonsuza kadar uzayacak gibi görünüyor, ama öyle değil. Her dayanışmada o uzun yolun önüne taş koyuyoruz.

 

Bir metin yazarken, eğitim alırken, resim yaparken, oyun sahnelerken, çekimdeyken, haber kovalarken, bir yandan üretip bir yandan tacizcilerle mücadele ederken kadınlara ayak bağı olan tacizcilere karşı bilenmiş baltaların ortaya çıkması daha hızlı yol almamızı sağlıyor. Daha çok üretmemizin, tarih boyunca gasp edilmiş yerimize güzelce yerleşmemizin yolunu açıyor.

İfşa edilen insana yazık mı diye düşünebilecek merhamet donanımına sahip olduğumu düşünüyorum. Kimse adına söz almak istemiyorum, belki buna haddim ve hakkım yok fakat en zorlu kararları alırken eğer kendim için o kararı alacak gücüm yoksa bazen başka kadınların zarar görmesini engellemek motivasyonuyla hareket etmeye çalışıyorum ve böyle davranan başka insanların olduğunu da biliyorum. İlkokulda sanat nedir sorusunun cevabı olan “sanat insanın kendini ifade etmesidir” mottosunu dahi kadınlara çok görmek, kadınları merhametsizlikle suçlamanın önkoşulu gibi duruyor. Taciz, istismar, kötü muamele, cinsel saldırı gibi sebeplerle intihara sürüklenen kadınların  yası tutulmuyor. Sanat ortamında taciz eden kişiyle aynı safta yer almamak için kadınlar mecralarını terk edebiliyor. İfşanın toplumsal bir yükümlülük olduğu da ne hikmetse unutuluyor. Tacizcinin yayıneviyle bağı kesilmiş, ne büyük bela olarak algılanıyor bu. Bir cis erkek konforuyla edebiyat sohbeti yapamayan, eviçi emeğinden arta kalan zamanda iki kelam etmeye çalışan kadınların konforlu bir üçlü çekyatta twit atmaktan başka bedeller de ödediğini hatırlatmak istiyorum.

 

İstiyorum ki, baba şiddetinden, toplum baskısından boğularak yaşadıklarını anlatabilmek için, kendini ifade etmek için, dünyaya haykırabilmek için kendine pencere açan kadınların kapıları kilitlenmesin. Kilitlendi, o kapıyı bütün gücümüzle zorlayacağız.

Akademide ya da sanattaki, adli mercilerdeki eril tahakküm eli kalem tutmayan bir kadına da zarar verebiliyor. Savcıların aldığı kararlar buna bir örnek, dizilerde meşrulaştırılan şiddet de. O yüzden babil kulesinden aşağıya bakarak yapılan bembeyaz bir feminist hareket ya da bir karalama kampanyası değil bu ifşalar.

 

Kapak görseli: Anne Rothenstein, “Three Blue Figures,” 2014.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSırlar ve Gönülsüz Bekçileri: Oraya Kendimi Koydum Üzerine
Sırlar ve Gönülsüz Bekçileri: Oraya Kendimi Koydum Üzerine

Ailelerin beyaz yakalı çocukları olarak bizden beklenen hata yapmama, ailenin adını çıkarmama misyonunu da bir plaza çalışanı gibi görev edinmiş olmak, kendin olmayı ertelemek ve kendin olmayı belki de hiç başaramamak bizi, sırlarımızın sigortasız çalışan işçileri haline getiriyor.

Bir de bunlar var

Doğum Kontrol Yöntemleri ve Son Bir Yılda Alışmak Zorunda Kaldığımız Zamlar
Külahtan Sarığa Bir Garip Değerler Kümesi
İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası İçin İki Çağrı

Pin It on Pinterest