Harper’s dergisinde yayınlanan bir mektup güçlülere yönelik eleştirileri ifade özgürlüğünü susturmakla karıştırıyor.

MEYDAN

“Cancel Culture” (İptal Kültürü) ile Güçlüler Mağduru Oynuyor

Feminist yazar ve köşe yazarı Jessica Valenti’nin 8 Temmuz 2020 tarihli, Cancel Culture’ Is How the Powerful Play Victim başlıklı yazısının çevirisidir. 

 

 

Birkaç yıl önce, öğrenim gördüğüm eski lisede kıyafet yönetmeliği yüzünden bir tartışma çıktı. Kızlar cinsiyetçi olduğuna inandıkları kuralları – açık omuzlar ve göbeği açıkta bırakan kıyafetlerin yasaklanması ve neredeyse tamamen kadın öğrencileri hedef alan yönetmelik ihlalleri – protesto ediyorlardı. Benim en çok aklımda kalan ise okul müdürünün söyledikleri oldu: “Bazı şeyler dikkat dağıtır ve bizim öğrencilerin dikkatini burada olan bitenden, yani öğrenimden uzaklaştırmaya ihtiyacımız yok.”

 

Ama kimin öğreniminden bahsediyordu? Kuşkusuz sınıftan çıkarılarak büyük beden bir tişört giymeye zorlanan genç kadınların öğreniminden değil. Hayır, müdür oğlanları kastediyordu: Kızların kıyafetlerinin ve bedenlerinin oğlanların dikkatini öğrenimden başka tarafa çekeceğinden korkuyordu.

 

Kız öğrencileri rutin bir şekilde sınıftan atmanın dikkati dağıttığı – aşağılanma da cabası – okulun hiç aklına gelmemişti çünkü asıl mesele hiçbir zaman kızların öğrenimi değildi. Kurumların politikalarını nasıl da en önemli addettikleri kişiler etrafına yerleştirdiklerinin kusursuz bir örneğiydi bu. 

 

Bu yüzden Amerika’ın “tahammülsüz iklimini” ve “kamusal aşağılama modası”nı kınayan Harper’s’daki açık mektubu okuduğumda aklıma ilk gelen eski bir kıyafet yönetmeliği oldu. Mektuba imza atanlar, ünlüler geçidini andırıyordu: siyasi aydınlar, köşe yazarları, yazarlar ve profesörler – güçlü platformları ve geniş kitlelere erişimleri olan kişiler. İlk bakışta mektup zararsız görünüyor – “tartışmanın kısıtlanması”na karşı olmak ya da “ciddi mesleki sonuçları olmadan anlaşmazlığı iyi niyet seviyesinde tutmayı” istemek yanlış değil. 

 

Ancak yakından bakıldığında “iyi niyetli anlaşmazlıklar”ın bunun tam tersi olduğu görülüyor. Örneğin, mektupta “sınıfta edebiyat eserlerinden alıntılar yaptığı için hakkında soruşturma açılan” profesörlerden bahsediliyor. Sanırım Martin Luther King Jr.’dan alıntı yaparken siyah öğrencileri bunu yapmayı bırakmasını söyledikten sonra bile sınıfta tekrar tekrar N-sözcüğünü* kullanan UCLA’daki beyaz bir öğretmeni kastediyorlar. (Ohio State University profesörü Koritha Mitchell, öğretmenlerin bunu neden yapmamaları gerektiğine dair harika bir podcast hazırlamış.) Öğrenciler resmi şikâyette – böyle bir hakları var – bulunmuşlar ama sonrasında patlak veren basın galeyanında onların ifade özgürlüğü söz konusu edilmiyor.

 

Harper’s’ın mektubunda “tartışmalı yazılar yayınladıkları için kovulan” editörlerden de – New York Times baş yazı sayfası editörü James Bennet’in işten atılmasına bir referans – bahsediliyor. Mektupta Bennet’in barış yanlısı Amerikalı protestoculara karşı askeri güç kullanımını savunan bir senatörü yayınladığı ve yayınlanmadan önce bir kez dahi okumadığı bir serbest kürsü sayfasını – çalışanların tek kelimeyle Siyah hayatları tehlikeye attığına dikkat çektikleri bir köşe –  yönettiği için başka şeylerle birlikte işini de kaybettiğinden söz edilmiyor. 

 

Harper’s mektubuna imza atanların kim oldukları, mektubun içinde yazılanlar kadar önemli. Örneğin, Ian Buruma, New York Review of Books’daki işinden Jian Ghomeshi’nin – 20’den fazla kadın tarafından cinsel saldırıyla suçlanan Kanadalı bir radyo spikeri – bir yazısını yayımladıktan sonra atıldı. Buruma daha sonra bu kararı feci bir röportajla şöyle savundu: “Bu davranışının tam nedenini – ne kadar rıza gösterildiğini – bilmiyorum ve aslına bakılırsa hiç ilgilenmiyorum.”

 

“Güvenli alanlar”a karşı çıkarak kendine bir kariyer edinen New York Times fikir yazarı Bari Weiss, sadece kahve davetini geri çevirdiği için Siyah bir editörü yönetime bildirmesi nedeniyle geçtiğimiz günlerde ifşa edildi. Geçmişte birçok köşe yazısı yüzünden tecavüz karşıtı aktivistler tarafından eleştirilen Emily Yoffe yaşadığı saldırının hikâyesini anlatan, yanlışlarla ve önyargılarla dolu bir yazı yayımladığı için bir Washington Post gazetecisi tarafından azarlandı. Olivia Nuzzi önde gelen Siyah bir gazeteciyi ve ailesini taciz ettiği bilinen bir kadına methiyeler düzen bir ölüm ilanı yazdı. Bir de elbette kendisine kadın hakları savunucusu payesi biçmişken dikkat çeken platformunu son zamanlarda trans kadınlar hakkında bağnaz fikirlere ve yanlışlanmış efsanelere dikkat çekmek için kullanan J.K. Rowling var. 

 

Devam edebilirim. Bütün mesele şundan ibaret; kendini ifade özgürlüğünün objektif bir savunusu olarak sunan bu mektupla ilişkilendirilen pek çok kişi, kendi kötü davranışlarını ve bağnazlıklarını mazur göstermeye hevesli kişiler. (İmza atanlar arasında saygı duyduklarım da var; mektup yayımlandığından bu yana New York Times köşe yazarı Jennifer Finney Boyland – kendisi transtır – özür diledi ve attığı tweette mektuba başka kimlerin imza attığını bilmediğini dile getirdi.)

 

İfade özgürlüğünün tehlikede olduğu politik bir dönemden geçtiğimiz doğru, fakat bu mektupta anlatılan şekilde değil. Amerikalılar binlerce protestocunun ırkçı polis şiddetine karşı gösteri yapmak için sokaklara dökülmesini – göz yaşartıcı bombalara maruz kaldılar ve dövüldüler – seyretti. Çok sayıda video; gazetecilerin – kendilerini açıkça bu şekilde tanımlıyorlar – dövüldüklerini, yerlerde sürüklendiklerini, tekmelendiklerini ve tutuklandıklarını gösteriyor. Geçen yıl Amerika kütüphanelerinde en çok erişilmesi zorlaştırılan, kütüphane kayıtlarına alınmayan kitap hangisi dersiniz? Trans bir çocuk hakkındaki bir çocuk kitabı.

 

Nüfuzlu düşünürlerin bu haksızlıklarla ilgili imzaladıkları mektup, ifade özgürlüğü öfkesi nerede peki?

 

Bu nüfuzlu insanların umursadıkları tek özgürlük kendi ifade özgürlükleri gibi görünüyor: Her istediklerini sonuçlarına katlanmadan söyleyebilmek ve onları eleştiren herkesten daha fazla kurumsal ve sistemli olan nüfuzlarını kullanırken kendilerini mağdur olarak göstermek istiyorlar. Washington Post’tan Karen Attiah’nın da belirttiği gibi, “Bu kimin fikirlerinin, görüşlerinin ve ifadelerinin korunmaya değer olduğuyla ilgili.”

 

Sonuç olarak “cancel culture” (iptal kültürü) öfkeyle dolu, ipe sapa gelmez bir ifade. Kesinlikle ifade özgürlüğüyle ilgili değil. Ne de olsa, tutuklu bir gazeteci ya da uğradığı cinsel tacizi şikâyet ettikten sonra sektörden çekilmeye zorlanan bir kadın asla “dışlandı” şeklinde anılmıyor. “Dışlanan”, sorumlu tutulan nüfuzlu bir kişi anlamına geldiğini bildiğimiz bir nitelendirme. Bu ifade, hâlihazırda ayrıcalıklı ve nüfuzlu kişilere yeniden sempati uyandırması amaçlanan bir ifade – statükoyu devam ettirmek için elverişli bir araç.

 

Oysa söylediklerinizin ve yaptıklarınızın sonuçlarına katlanmak bir ifade özgürlüğü ihlali değildir. Üstelik nüfuzlu kişilere yöneltilen eleştirileri tehlikeli olarak nitelendiren bir mektuba imza atmanın hiçbir yeni ve cesur tarafı yok. 

 

 

 

* Siyahlara yönelik, Siyah olmayanların küçümseyici olarak kullandığı “nigger” (okunuşu niggir) kelimesini imlemektedir.

 

Ana görsel: Eddie Hara.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Sare Davutoğlu, Feministler ve Uzlaşının Sınırları
Çocuklar Evlendirilmesin. Bunun Nesini Anlamak Zor?
“Jin, Jiyan, Azadi”nin Batı’daki Sanat Kurumları Eliyle Metalaştırılması

Pin It on Pinterest