Çünkü umut maceralı bir iştir.

KÜLTÜR

Lezbiyen Biseksüel+ Ütopyalar

Lezbiyen biseksüel düşlerin hiç de münferit olmayan hikayesinden ve yaygın kanının aksine ütopyanın ulaşılabilen bir yer olduğundan bahsetmeye çalışacağım. İtidalsız davranışlar pandemisinin,  kadınlara biteviye ‘’abartıyorsunuz’’ diyenlerin ve diyanetin linç hutbelerinin arasında dayanıp nefeslenilecek ağaçların/hukukun da yok edildiği düzlükte büyüyüp olgunlaşan bir meyve lezbidüş;  meydana gelişiyile umut etmenin kapısını araladı dersem abartmış olmam herhalde. Ekip, bir ilke imza atarak sözlü tarih çalışması ile  lezbiyen biseksüel+ kadınlardan uyanıkken gördükleri düşlerini/ütopyalarını topladı. Ayıkken gördüğümüz düşün uykudan farkı rızayla yönlendirilebilir oluşudur. Ona müdahil oluruz; bir yürüyüş, evi süpürüş, veya sigara içiş yahut başın kollara devrilişi, pencereye yaslanış, bayıcı toplantıdan, bulaş erkeklikten kaçış şekilinde gündüz düşüne yani somut fantazimize temas ederiz, gidişatını yönetebiliriz, istediğimiz yere gidebiliriz. Bu hikayelerin sahibi kadınlar da kimseye borçları olmadan istedikleri (düş) yere doğru gidiyorlar.

 

Lezbidüş, ekip yazılarında şöyle diyor: “Hayal kurmak deyince hayal edemeyeceğimiz bir şeyi hayal etmek diye mi anlıyoruz acaba, sorusu geldi aklımıza.” Hayal edemeyeceğimiz bir şey varsa eğer aklımıza gelmez herhalde. O zaman bizi kaygıya boğan, hayal etme zeminimizi düzenleyen, ütopyamızın aklımıza gelmesinden şüphe uyandıran bu toprakların -çalışma Türkiye odaklı- bitimsiz kendi halkına dönük savaş politikalarının, insanı felce uğratan kadın ve trans cinayetlerinin/cezasızlığın bizi umutsuzluğa sevk edişi diyebiliriz. Bu tahakküme karşı öznelliğimizi oluşturmak gibi ütopyalarımızı oluşturmanın tarihsel gerekliliğiyle de yüzleşmemiz gerekiyor. Bundan dolayı ütopyamızın dinamik bilincine vararak, herkes için gelecek iyi politikamızı  kurabileceğimiz, fantazmanın ‘’uçuk’’ rivayetine karşı onun içinde bir şey olabileceğimize deneyimlemeye ihtiyacımız var.

 

İşte tam da dünyanın kükreyen fenalığını meydana çıkaran bir lezbiyen biseksüel kadınlar ütopya çalışması olmuş lezbidüş. Ekip görüşmecileriyle önce deneyim topluyor çiçek toplar gibi, sonra da düşler ormanına dalıyor. Öyle şarkı söyleyen çiçekten, konuşan kadim ağaçlardan ibaret değil; yürüdükçe değdiğinizi hissettiğiniz çalısı, yabani otuyla hakiki bir orman. Düzenle derdi olan yani politika yapan bir ütopya. Kadınlar yaşadıklarını anlatıyorlar önce, sonra düşlerine geçiyorlar ve bugün ne yapsalar düşlerine/ütopyalarına yakınlaşacaklarının tarifini veriyolar. Kadınların düşleri deneyimleri gibi canlı. Anlatılan deneyimler düşlere karşı hem kollayıcı hem de değiller. Birbirinden doğuyorlar fakat her zaman birliktelikleri daim olmuyor. Bundan düş olur mu deyip/sessizce düşünüp bocalıyorlar, hikâyelerinde savruluyorlar, iletişimsizliğin kabalığından yorulmuşlar, üretim araçlarına sahip olanların politikasından mütemadiyen yılmışlar. Aralarında lezbiyen biseksüel kelimelerimi ilk Katy Perry’den duymuş olan da var, hetero olmayan tanıdık birinin ailecek yapılan dedikodusunda kendini keşfeden de. Hata yapma korkusu “şey” kelimesinin cansızlığında ikame edebiliyor[1]. Diğer yandan harika eleştiriyorlar -(kendilerini de).  Grupçuluğu ihtiva etmeyen dostlukları seviyorlar, hayatlarındaki “küçük” kazanımlarının kıymetinin öyle de farkındalar. Anlatılan hikayeler, düşlenen zamanlar  erkek egemenliğinin dokunulmaz kalkanını fena saptırıyor. Belleğimizin müşterekliğini de hiç unutturmuyor, adeta kılavuzluk ediyor bilinçdışımıza. Kısaca, basit yaşamanın yapısal zorluklarını ele alıyorlar. Bunu Sara Ahmed şöyle dokunaklı söylemiş, ‘’Daha normal bir yaşam arzusu ille de normlarla özdeşleşmek anlamına gelmez; bu, sırf var olmak için ısrar etmek zorunda kalma yorgunluğundan kaçınma arzusu[dur].’’[2]

 

***

Varolduğumuz yerden firar etmenin, alışılmış bir yeri bırakıp başka yere gitmenin, şimdi ve buradanın hafızasını çok da tepmeden yol almanın tasavvuru diyebiliriz ütopyaya. Verili olana göre değil de arzulanana göre bir istikameti seçme hali daha çok. Öte /aşkın bir Cennet yolunu kat etmek için parlatılmış bir tasavvurun sinik zevkiyle de değil. İyi politika “İnşa edilmiş olanın doğal ilan edildiği bir dünya” alacakaranlığının sorumluluğunu hissederek hatta ‘herkesin’ iyi gelecek ülküsü için mevcut dünyanın tahrifini içeren türküler dillendirerek bir düş yoluna koyulmaktır. Düş kurmak, utanç-“kalbin çatlamasıdır utanç” ve sömürü -gecesi gündüzü olmayan karşılıksız ev/duygu emeği,- içinde bırakılmışların kendi yaşamını ele geçirmek için ‘‘nasıl bir yaşam istiyoruz?’’arzusunun tarifidir. Malum politik olmayan iyi adalet/eşitlik düşü, fıtrattan öte gidemez. Niye doğal melekelerimiz saçlarımıza dolanan ürkütücü iyilikler olsun ki…

 

Bugün muhafazakâr ilerlemenin, devr-i sabık ve/partikülarist siyasetinden epeyce sakatlanan bir geleceksizlik, umutsuzluk hepimiz için fiilî anlamda dayanılmazlaştı. Öte dünyanın şefkatli bahçeleri kendilerini bekliyormuş, ötekini kahretme şartıyla kendisine el verenlere de bunu sunacakmış gibi bitmeyen, bitebilemez olan bir vaaz trafiği, dünyaya faydası dokunacak şeyi bizzat dünya dışında arama ideali sürüp gitmekte. Bu kırılmış eksende adaleti, eşitlik istencini semavi bir uzaklıkta aramayı  reddedenler hala var çok şükür. İşte lezbidüş çalışması kaynağını ayakları yere basan bir hafızadan alıyor. Oldukça yıpratılan/incitilen ama direnmenin kudretine tutunan bir hafiza…

 

Bitmiş zamanı tekrar ayaklandırma isteği bir ütopya değildir. Tahakkuk edilmemişin, mevcut olmamışın, olamamışın dilenmesidir. Bu yüzden gerisingeriye -ecdat, 1923, geleneksel aile fantazisi gibi- siyaset, umut etmeyi pek de geniş tutmaz, açısı dardır. Çünkü kendi içinden çıkamaz, dışsallaşamaz, ötekine değme acayipliğine katlanamaz. O, umudu insancıl kılamaz, bu yüzden şifasızdır umut vaadi, kendi bekasının etkili olabilmesi için.

 

Aynı zamanda ütopya şimdinin hoşnutsuzluğunun ifşaatıdır; ‘’kötüyü’’ tarif ederek kendi istikametinin iyi selâmetine süzülür. Kalbimizin kapısını açar, nabzımızı başka bir sahiciliğe salar. Sınırları aşma arzusunu arşınlar. “Ütopya sınırlı olmanın bilinci ile o sınırı aşma istemi arasında bir gerilimde durur.” Yani insanın yaşam arzusunu güçten düşüren biyolojik kaderden, ailenin sınırlarından ve bu sınırları aşma isteminin geriliminde. Hala umuda sahip bir insan olan Ernst Bloch Umut İlkesi I[3] kitabında ütopyayı hülyalı bir çilek bahçesi olarak değil, “somut sahici umut, bilen umut, [bir] gündüz düşü” olarak tasavvur ediyor. Ayağı yere değmeyen, aldatıcı bir belagat projesinden çekip koparıyor onu. Şöyle devam ediyor Bloch: “Elinizdeki eserin [Umut İlkesi] konusu, olmuş günün ötesine dönük umuttan başka bir şey değildir.” Bugünden feragat etmeden ama geleceği de kavrayabilen düş yollarını “reel mümkün” ile kavramak. Başka şekilde, demek gelecek arzusunun imgesi, şimdinin mayasında beslenir.

 

***

Banal iyimserlikten uzak duran Militan iyimserlik kapitalist ilişki alışkanlıklarından, zorunlu heteroseksüelliğe, karşılıksız ev/duygu işinden, boşanmaya canımızı çıkartan hipnotize bir doğal durumun, evini ateşlere salmaktır; somut ütopik kavrayıştır o. Militan iyimserlik “kolektif öznenin” temelci hikâyeyi/mevcut dünyayı değiştirme etkinliğidir.

 

***

 

Ekip yazısını bir kez daha vurgulayacağım. Anlamış olduğunuz üzere ben de bu işin bir parçasıyım ve ocakta neyin, nasıl piştiğinden haberdarım. Tabii bir de ne kadar mümkünse o kadar kişisel bir yerden yazıyorum. Neredeyse beş yıllık -duraklamalı- bir çalışma bu, görüşmeler 2016-17-18 arası yapıldı. Benim için lezbidüş çalışmadan ziyade hep bir karşılaşma oldu diyebilirim. Yaşamdan yana bir politika proje otomatikliğinde olamadı hiç, reddettiğimden değil, duygulanımsal bir yerden olsa gerek. Hem bitmemiş tahayyül/politika dışarıda olana kapı aralar. Dönüşebilirliğin potansiyelini taşır. Bu yüzden politika kesinlikle olgunlaşmış, varmış bir yer olamaz; tarihsel olan daimi hareketini sürdürürken bu muhayyile kapılmak da ayrıcalıklı bir şey zaten. Devam edeyim, ekip çalışmasında anlık zihinsel farkedişlerin, yerinde öğrenmenin, olabildiğince ortak çalışmanın; etik, siyasi, estetik, feminist dikkatin ve rikkatin ağırlığı ile eylemenin /karşılaşmanın kendisinde keşfetmenin cevherini yaşadık kendimce. Yıllardır feminist politika içinde olan insanların böyle kılı kırk yarması, sıfırdan öğrenmeye açık olması, odağını içe dönüklükten almaması da pek kıymetli. Diğer yandan her iddialı çalışmada olduğu gibi kendi içinden kendi mahallesinden ne kadar çıkabildi lezbidüş, çıkabildi mi? Bunu sormak içkin eleştirinin (politik doğrucu dayağın değil) hoşluğundan beslenmek olur.

 

Bu vesileyle; ‘’kadının kalbinde yatan intikam ateşini dillendiren’’ öfkesine, itaatsizliğine sahip çıkmış, yaşadığı patriyarkal -aynı zamanda kapitalist- baskıya nefreti bitmemiş, habire bu sömürüye çomak sokmuş ilk radikal feminist ütopya olan SCUM’ı[4] yazmış, TEDxvari kolaycı feminizmlerinin hiç de suyuna gitmeyecek hayır sahibi Valerie Solanas’ın kadrini kıymetini de anmış olalım.

 

Lezbidüş ütopyaları yaşamımızın atar damarları olan acıyı, yenilgiyi, sevinci hatta ölümü umursamaz tavırla değil, onun kucağından elini çekmeden “henüz olmamış” düşleri serbest bırakıyor, tam da zamanında. Gerçekliğin ufkunda dolanan, koşullanmışlığa itibar etmeyen lezbidüş ütopyalarının çizimleri de ayrı bir şahanelikte. Kadınların hayatlarını engelledikleri gibi ütopyalarını da sessize alan hetero-patriyarkaya karşı gelin bu metinleri siz de okuyun, çoğaltın. Çünkü umut maceralı bir iştir ve bize kalan tek hazinedir.

 

Anlatılardan beni etkileyen bir bölümü buraya bırakarak bitireyim: ‘’Umudu taşımak o ütopyada yaşamaktan daha önemli. Çünkü sonuçta o ütopyada yaşadığın zamanda orada da bir ilerleme isteğin olacak. O umudun, ütopiğin de ütopiği olduğunu düşünüyorum.’’

 

 

Görsel: Francesca Woodman

[1] Deşifre ettiğimiz metinleri, okur kitleye ham halinden okunacak hale sunmak için ‘’şey, ee, yani’’ kelimelerini  kırpmak için çok çaba sarf ettik. Bu kelimeleri, kadınların kendi hayatları üzerine söz üretebilmelerinin bariyeri olan yerleşik olanın gücü olarak hissetmiştim hep. Siz bunları şimdi pek göremeyeceksiniz ama ben yine de yazmayı politik bir yerden kıymetli buldum
[2] Feminist Bir Yaşam Sürmek [Sel Yayıncılık, 2018., çev.Beyza Sümer Aydaş]
[3] 1. Baskı 2007, İletişim Yayınları, çev. Tanıl Bora
[4]  Sel yayıncılık, 2017, çev ayşe düzkan

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Saçlarında manitalar dans etsin abla!
Potanın Düşündürdükleri
Milli İçkimiz (Güncellendi)

Pin It on Pinterest