Angela ve Emile'in sıradan öyküsü mizahını yitirmiş bir parodiden fazlası mıdır?

KÜLTÜR

Kadın Kadın Mıdır?

Godard’ın Une Femme Est Une Femme (1961) adlı filmi, gerek Amerikan müzikal geleneklerine selam vermesi, gerekse birtakım kesiklikler, ritimde değişiklikler ve ruh halinde beklenmedik kırılmalar gibi stilizasyonlara başvurmasıyla dikkat çeker. Bunlarla birlikte Godard’ın kendi tarzını ve kişisel sinema idealini işletime soktuğunu düşünüyorum. Sebebi ise bu filmin hem neo-realizm hem müzikalin kompozisyonlarını birlikte barındırdığını görmem. Amerikan müzikallerinde görülen ihtişamlı dekorların yerine, tam olarak hayatın içinden, hayat gailelerini ve hayatın akışını yansıtan arka planlardır. Örneğin, Angela ve Emile’in evde, işte ve arkadaş ortamlarındaki hayatlarına yakınen tanık oluruz. Bu da filmi biraz neo-realizme yaklaştırır. Diğer yandan da özellikle Amerikan müzikallerinde aşina olduğumuz ışık/renk filtresine benzer şekilde, Godard’ın filminde Angela’nın değişen ışıklar altındaki suretini görürüz. Bu nitelikler de filmi müzikalleştirir.

 

Belki de Emile’in ve Angela’nın Amerikan müzikallerini taklit ederek, onlara selam gönderirken, onların bir parodisini sunduğunu düşünebiliriz. Buradan hareketle, sinemasal kategorilerin belirsizliğinin yarattığı ikilem, izleyiciyi Judith Butler’ın “performans” kavramının iklimine sokar. Ben de bu kavramsallaştırmaya ışık tutacak bir anlatıya sahip olduğunu düşündüğüm için Une Femme Est Une Femme’i cinsiyet performanslarıyla birlikte değerlendireceğim.

 

Angela’nın bir sahnede Hollywood müzikallerindeki kadın kahramanlarıyla özdeşleşme arzusunu dile getirdiğine şahit oluruz. Bu daha derin bir okumayla, kadınlık idealini gerçekleştirmeye çalışan Angela’nın, Hollywood müzikallerindeki kadın kahramanlarla başarısız özdeşleşme çabası olarak düşünülebilir. Dans ederken, sevgilisine gülümserken, flörtöz bir edayla konuşurken, Angela’nın bu başarısız özdeşleşme çabasının yarattığı melankolik bir duygunun tesiri sezilir.

 

Peki ya Angela sevgilisi ile olan ilişkisinden tatmin midir? Bu soru bizleri filmde işlenen temaya götürür: Angela bir bebek ister, ama Emile istemez. Bu tema bağlamında, Angela ve Emile kadın ve erkek rollerini çarpık bir müzikal stili içerisinde (dramatik ve müzikal jestler, aniden kesilen sahneler, kameraya göz kırpmalar, gündelik ev yaşantısından kesintiler) tekrar ederler. Emile ve Angela sıradan bir erkek ve bir kadındır, ama performe etmeye çalıştıkları bu kişiliklerin gerisinde, edimlerinden ayrı bir ontolojik statüleri yoktur. Angela ve Emile yok gibidirler; bunun yerine kadın ve erkek olmaya dair beklendik haller, davranışlar ve görünümlerin taklidi vardır. Bazen Angela’nın sürdürmeye çalıştığı kadın kimliğinden çıktığını gördüğümüz sahneler olur. Kaprisli bir kadın olmayı bıraktığı anlar… Angela’nın psişik fazlalığı diyebileceğimiz, tek biçimli bir kadın kimliğinin tekrarları arasında, kimliği bozma eğilimi taşıyan fazlalığını açığa vuran anlar…

 

Butler’ın söz ettiği performans, tekrarlayan edimler yoluyla kendi kendisini kurar ve bir orijinallik miti yaratır. Ama bilinçdışında zuhur eden söz konusu psişik fazlalık, bu kimliğin altüst olma potansiyelini ve kimliği sürdürememe endişesini yaratır. Bu nedenle Angela ve Emile, kadın ve erkek kimliklerinin sürdürülmesini engelleyecek bir şeyin patlak vermesine mahal vermeden, bu kimlikeri performe etmeye devam eder.

 

Une Femme Est Une Femme bir komedi midir? İlk bakışta evet. Kadın ve erkek ilişkilerinde görmeye alışkın olduğumuz hal ve hareketler seyirciyi güldürebilir. Oysa yakından bakılırsa, Angela’nın ve Emile’in şaşaalı kadın ve erkek jestlerini parodileştirirken, Butlercı anlamda kadın ve erkek rolleriyle dalga geçildiği hissedilir.

 

“Normallik” hissini yaratacak kadın ve erkek rollerini performe ederken Angela’nın ve Emile’in ara ara kameraya, seyirciye bakıp göz kırpmaları, yapacakları kavgayı parodik bir tarzda bizzat takdim etmeleri, Angela’nın gerçek duygusunu açığa vurmak yerine, kaprisli bir kadını performe etmesi, Angela ve Emile karakterlerinin iki değişik film tarzının arasında bir yerde duran bir filmi stilize ettiğini gösterir. Filmin kıvrımları açıldıkça açılır ve müzikal komediyi teşkil eden unsurlar bazı sekanslarda gülünç olmaktan uzaklaşır. İzleyiciyi, parodi ve pastiş arasındaki belirsiz çizgilerin büsbütün birbirine girdiği katmana götürür ve böylelikle film Godard’ın belki de hedeflemediği bir şeyi başarmış olur. Bu bağlamda, orijinal mefhumunu sorunsallaştıran taklidin parodiden öte pastişe özgü olduğunu söyleyen Jameson alıntısına başvuran Butler’a kulak verebiliriz:

 

“Pastiş tıpkı parodi gibi tuhaf veya benzersiz bir stilin taklididir, stilistik bir maske takmak, ölü bir dilde konuşmaktır; ama nötr bir taklit pratiğidir, parodideki art niyet, alaycı itki, kahkaha onda yoktur; taklit edilenin yanında komik kaçacağı normal bir şeyin mevcut olduğu yönündeki o örtük his de yoktur. Pastiş içi boşaltılmış, mizahını yitirmiş parodidir.”

 

Angela’nın ve Emile’in sıradan öyküsü de mizahını yitirmiş bir parodiden fazlası mıdır ki? Toplumsal cinsiyeti ne kadar başarılı performe ediyorlarsa, kendileri de seyirciler de o derece bu kimliğe inanır. Butler da performans kuramını bunlarla birlikte düşünür ve hangi bağlamda hangi performansın bizi kadın ve erkeğin yerini ve tutarlılığını yeniden değerlendirmeye zorlayabileceğine odaklanır. Bizim keşfetmemiz gereken şey şudur: Kimliğin performatifliğini nasıl icra edersek, doğallaştırılmış kimlik ve arzu kategorilerini yerinden oynatabiliriz?

 

Altüst edici pratiklerin potansiyeline işaret eden performans, toplumsal cinsiyetin taklide dayalı yapısını ve olumsallığını, yani başka türlü olabileceğini göstererek doğallaştırılmış kabul edilen davranış kalıplarını ve eğilimlerini, orijinallik mitini bozarak savuşturur. Bize düşen görev, performans yoluyla, iktidarın ve toplumsal cinsiyet normlarına ait tortulaşmış gibi görünen cinsellik pratiklerini altüst etmeye yönelik imkanları keşfederek, söylemden dışlanan herkesin söyleme dahil edilmesini sağlayacak politikaların üretilmesine odaklanmak olacaktır. Bu bağlamda Une Femme Est Une Femme tekrar incelendiğinde, onun bize dair çok da gülünç olmayan ve kimliklerimiz üzerine yeniden düşünmeye iten bir şeylere de göz kırptığı görülecektir.

 

 

 

 

Butler, J. (1997), Excitable Speech: A politics of the Performative, New York and London: Routledge.

 

Butler, J. (2008, 1990), Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi. çev: B. Ertür.

 

Chaplin, F. (2013). A Musical Neorealism: Jean-Luc Godard’s Une Femme Est Une Femme, Screening The Past.

 

Steritt, D. (1999), The Films of Jean-Luc Godard: Seeing The Invisible, Cambridge University Press.

 

 

Ana Görsel: Filmin çekimleri sırasında aynadan görünen Godard ve Anna Karina rolüne hazırlanırken, BFI arşivi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Bir anne çocuklarını sevmek zorunda mı?
Bizi Uyarmalıydınız: Türkiye’de Siyah Olmak
20. Yüzyıldan 10 Devrimci Kadın

Pin It on Pinterest