Sokağın, sözcüklerin, başkalarının çağrısı.

SANAT

Alt edilmişliğe karşı: dilin içinde mırıltı

Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölümü ile Reha Erdem’in Hayat Var’ında ortak bir an: Dirmit de Hayat da ilk kez regl olduklarında anneleri bir tokat atar yüzlerine. Acıklı sahnelenmiş anlar değildir ikisi de. Daha çok Yasa’nın nedensiz, boş zeminini hatırlatırlar. Bir bedenin parçası değil de kendi başına dolanıp duran bir tokat. İlk defa regl olanları tokatlamaya ayarlı bir otomat gibi. Cinsellik ve zevk alanını düzenlemeye çalışan yücelerin gülünçlüğü. Aslında bu iki anlatıyı birbirine bağlayan daha kısa bir yol da var; mırıltıdan dile, dilden mırıltıya gidiyor. Nurdan Gürbilek’in Latife Tekin romanları hakkında yazdığı “Mırıltıdan Dile” denemesiyle açılabilecek bir yol. Latife Tekin okuyunca daha iyi anladığımız, en azından bir ifade, gramer kazandırabildiğimiz ilksel tecrübeye tutulan ışıkla: “Dil, bir ayrılık üzerine kurulu, bir zor içeriyor evet, ama bu ayrılığı katlanır kılan; işarete, söze, sözcüğe dönüştüren de yine dil.”[1] Boşluğa, parçalanma ve kırılmaya, kayba açılan dil, bir yandan da büyüye, ışığa, mucizeye, imkana açılır. Bir yandan coşkuya diğer yandan öfkeye. Bir yandan vaade diğer yandan hüsrana. Dolup taşan bir bolluğa ve her ışığı söndüren bir yokluğa. Gürbilek, Latife Tekin’in romanlarında dilin bu çift kutupluluğunu sadece anlatmadığını aynı zamanda hep geri döndüğümüz bu ilksel tecrübenin ve yaşantının sahnesi olan, onu sahneleyen bir dil de yarattığını söylemişti. Hem gayri şahsi mırıltının hem de dilin açtığı çatlaktan içeri davetsizce dolarak mırıltıyı boğan gürültülerin sahnesi olabilen bir dil. “Sözcükler mezarlığı”nın (Gece Dersleri) ama aynı zamanda “sözcüklerden bir yorganın” (Sevgili Arsız Ölüm) sahnesi. Bir yanda“hışırtı yoluyla sessizleşmek isteyen hayat” (Aşk İşaretleri), diğer yanda “kelimeler yoluyla canlanmak isteyen hayat” (Aşk İşaretleri). Hayat Var’da Hayat’ın mırıltısı da böyle bir sahnede işitilmiyor mu? Dilin dışında ya da dil öncesi bir cennetin peşinde değil, dilin içinde veriyoruz bütün mücadeleyi. İnsanın başkalarına, başkalarının adaletine ve yargısına açıklığı, bu kurucu yaralanabilirlik paradoksal biçimde başkalarıyla etik bağlarımın da kaynağı. “İçimde hala kelimeler yoluyla canlanmak isteyen bir hayatın olması garip.”(Aşk İşaretleri).

 

 

 

 

Başkalarının temaslarına, içeriye dolan dış dünyaya karşı savunmasız, başkaları tarafından bakılmaya muhtaç olduğumuz  en erken dönemlerin, bebekliğin ve çocukluğun yaralanmaya açıklığını hatırlatıyor bütün bu sahne öncelikle. Peşi sıra, kız çocuk olmanın, kadın olmanın, yoksul olmanın sahnesi, –dil denilen evin sahiplerinden olamayanlara yönelen sessizleştirmenin, kıyıya itilmişliğin. Maruz kalınan, zorla giydirilen, “üstümüze atılan” dil. “Zalim bir oyun”, “bir hergelelik” olarak dil (Aşk İşaretleri). Bir yüzün bir cümleyle yırtılabilişinin, kelimelerin uçuruma dönüşmesinin, içeriden mi dışarıdan mı geldiğini tam olarak anlayamadığımız seslerin, başkalarına açıklığın ve kırılganlığın sahnesi. Filmin görünür uzayı da tıpkı beden gibi kırılgan, geçirgen, gözenekli ve parçalıdır. Bir bütün değil, bölünmüş, düpedüz yarılmıştır. Ses ve bakış arasında. Film boyunca duyduğumuz kimi ses zerrelerinin, kanatlanan kuş sesi, cam kırılması sesleri gibi, görünür alanda yerlerini hiç bulamayız. Ama filmin görünür dünyasına sürekli musallat olur, adeta kendilerine görüntüde bir yer ararlar.

 

 

Birden bir doluluk belirmeye başlıyor. Dil denilen evin yabancısı olmaya yazgılı olanlar, dilin bünyevi yabancılığını ve insanın ilksel yaralanabilirliğini sezmeye, bu hakikate daha yakın. Bedenli bir varlık olarak bedenli yaşamımın temel toplumsallığını sezmeye? En mahrem düzeyde toplumsal oluşumuzu, bir iktidar sahasına teslim edilmişliğimizi dipten derinden bilmeye? Dilin bünyesindeki açıklığı görebilmeye? Sokağın, sözcüklerin, başkalarının çağrısı.

 

 

 

 

 

[1] “Mırıltıdan Dile”, Ev Ödevi, İstanbul: Metis, 1999, s. 57.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YObruğun İçinden
Obruğun İçinden

Gündelik gerçekliğimizin içinde işleyen aşırılıklar, bizim yerimize karar veren ve bizim yerimize sorumluluk alan, obruğun iki tarafını, Türkiye’nin iki cenahını bize gösterip rahatlatan filmin sonundaki anlam otoritesinin teminatı altına alınıyor. Gerçekliğimizin açıklığı, istikrarsızlığı ve belirsizliği muhalefetin fantazisine feda ediliyor.

MEYDAN

YKadınların sineması: efendinin bakışı efendinin perdesini asla yırtmaz
Kadınların sineması: efendinin bakışı efendinin perdesini asla yırtmaz

Başka gözlüklere, kör noktaları görebileceğimiz, farkları, ayrımları, heterojenlikleri tanıyabileceğimiz gözlüklere ihtiyacımız var. Feminist politika bir bütün etmeyen parçaların birlikteliği olarak neden ele alınmasın?

SANAT

YParçalanma ve toparlanmaya dair
Parçalanma ve toparlanmaya dair

Pezzettino dönüştürücü. Bir şekillenişe doğru götürmüyor da bizi, şekillenişin ne demek oluşunu tanımaya götürüyor. Feminizm de böyle değil mi?

ECİNNİLİK

YEril nazar değmesin 🧿
Eril nazar değmesin 🧿

Üzerimizdeki eril nazarları silkelediğimiz, çok silkelediğimiz bir yıl olsun.

Bir de bunlar var

Restorasyonda Son Moda Kamuflaj: Atik Valide Cami v0.1
Büyü olarak Sanat, Sanat olarak Büyü
Şükran Moral ile Röportaj: “Sanat tarihine girmek mi önemli, bulaşıkları yıkamak mı?”

Pin It on Pinterest