Bir süredir, dışarıda çalışmak zorunda kalanlar hariç, evdeyiz. Evden hiç çıkmayan kediler ya da kafesteki kuşlar gibi… Hava artık genelde ılık ve güneşli. Ağaçlar çiçeklendi bile ve kuşlar cıvıldıyor. Kuş seslerini daha çok duyar oldum, belki trafik azaldığından belki de algılarım açıldığından. Pencereden gökyüzüne bakıp ebabilleri seyrediyorum, bazen bahçedeki ağaca yuva yapan saksağanla bakışıyoruz. Eğer şanslı günümdeysem, uyku da tutmamışsa bir baştankaranın ötüşünü dinliyorum. Kuşlara olan ilgim daha da artmışken Finy Petra’nın Kuş Kadın‘ını okudum. Evde izole bir hayat yaşarken, doğayı varsa bir bahçeden izlemek zorunda kalmışken Kuş Kadın’dan söz etmenin tam da zamanı diye düşündüm.
Finy Petra, 1978 doğumlu Budapeşte’li bir şair ve yazar. Kuş Kadın yazarın ilk romanı. Türkçede ilk defa Aylak Adam yayınevi tarafından Ocak 2016'da basılıyor. Macarca aslından çevirisi Sevgi Can Yağcı Aksel’e ait. Sevgi bana bu kitabı tatlı bir notla, 2018’in aralık ayında hediye etmişti. Okuma fırsatını ancak karantina günlerinde bulabildim. İyi ki de öyle olmuş. Kendimi kuşlarla, doğayla, Macaristan köyleriyle iç içe buldum.
Aslında kitap, bir anneyi -ya da kendini- bulma hikayesi: ana karakterin çocukluğunda annesiyle yaşadığı ve ardından yakınlarının anlattığı hatıralardan oluşan bir içsel yolculuğa benziyor. Lea’nın annesi Lili, doğduğu andan beri sıra dışı, akıl hastalıklarından mustarip, takıntılı bir kuş bilimci. Dış dünyadan kopuk, kuşlara adanmış yaşantısı kızına olan sevgisinin
dahi ötesine geçmişti. Aslında içinde hep bir sevgi ve aynı zamanda hiçbir yere ait olamamanın verdiği sıkıntı vardı. İntihar ederek aniden sonlandırdığı hayatından geriye herkesin aklında kuşlarla bütünleşmiş hatıralar bırakıyor.
Kızı Lea, ölümünden tam yirmi sene sonra çocukluk travmalarını aşmak ve annesini daha iyi tanımak umuduyla yakınlarının anılarında bir yolculuğa çıkıyor. Hayvanların, özellikle kuşların yer aldığı anılar silsilesi, Lea’nın annesini başka insanların gözünden tanımasını ve geçmişe dair birçok aile gizeminin ortaya dökülmesini sağlıyor. Kitaptaki önemli karakterlerden biri Lili gibi bir karakterle uyumlu, Fanni Fagaros adında kuklacı bir kadın. Lili’nin ilhamıyla eşsiz kuş öyküleri barındıran tiyatro sahneleri ve kuklalar tasarlıyor. Kitapta yoğun bir melankoli, bolca kuş türü ve yaban hayata dair detaylar var. Hatta böylece
hikâye örüntüsü içinde birçok kuş türüne dair ufak tefek bilgiler buluyor insan.
“Nihayet yakınlarda bir ağacın alçak dallarından birine tırmanabilmiştim ve artık her şeyi daha rahat görüyorum. O an büyülenmiştim. Öte dünyadan sesler çıkararak bir el fenerinin ışığında parıldayan kuş, gözlerinin etrafında iki koca tüy, halka bakışlarını olduğundan daha büyük göstererek bir efsun yaratıyor.”
“Ormanda bir kayranın ortasında bir baykuş ayağından sabitlenmiş uçamıyor. Kayranın yanındaki çalılıklara gizlenen avcılar tüfekleriyle tünemiş bekliyor. Etrafta uçan kuzgun ve kargaların bayağı puhuyu görüp öfkeden gözlerinin döneceği anı kolluyorlar. Birkaç dakika geçmeden üçü orada bitti bile.”
Lili karakteri bu kitabı benim için çok özel kıldı. Çünkü doğumu esnasında annesini kaybetmiş ve bir karganın koruması altında büyümüş yalnız bir kadındı. Karga ona bakmış, yaşamı boyunca türlü tehlikelerden kurtarmış, adeta annesi gibi onu koruyup kollamıştı. İşte tam da yıllar öncesinin kitabını hatırlayıp okuduğum bu zorlu günlerin bitiminde, yanı başımızdaki kuşlara, ağaçlara, insanlara daha farklı bakmamız dileğiyle naçizane bir kitap önerisi…
Kaynak: https://www.lindseykustusch.com
Ana Görsel: Lindsey Kustusch, As the Light Lifted, So did the Raven