Taylandlı bir çevirmen ana dilinde ve Tayland edebiyatında feminizmin yerini sorguluyor

KÜLTÜR

Tayland’da Feminist Olmak

Mui Poopoksakul’un Electric Literature’da yayınlanan 28 Mayıs 2019 tarihli “What Does It Mean to Be a Thai Feminist?” başlıklı makalesinin çevirisidir.

 

 

Birkaç ay önce bir meslektaşım bana “feminizm” kelimesinin Tayca karşılığını sordu. Bunu bilmekte ne var ki diye düşünebilirsiniz. Ama kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım aklıma İngilizcesinden başka bir şey gelmiyordu. Tayca konuşurken bile İngilizcesini kullanıyordum çünkü Taycaya İngilizceden geçen feminizm kelimesi daha yaygın kullanılıyordu. Ana dilimde bu kelimenin “satreeniyom” olarak bir karşılığı olmasına rağmen ben “feminizm” kavramını Amerika’da ergenlik yıllarımı geçirdiğim zamana kadar hiçbir dilde duymadım.

 

Yazar Duanwad Pimwana ile tanıştığım günden beri aklımı kurcalayan soru o an kafamda tekrar belirdi: Tayland’da feminizm ne anlama geliyor?

 

Beş sene önce Tay edebiyatından çeviriler yapmaya başladığımda çeviri için önünde sonunda kadın yazarları kovalayacağımı biliyordum. E o kadar feministliğim olsundu. Bazı yazarlara ulaşıp onlara çağdaş kadın yazarlardan hangilerini bana önerebileceklerini sordum. Toplumcu gerçekçi yazar Duanwad Pimwana’nın ismi çok kez zikredilince ben de defterime not almış olduğum bu ismi işaretledim. Her çevirmenin yapacağı gibi yazarın Güney Asyalı Yazarlar (SEA) ödülü almış ve adı İngilizceye Bright olarak çevrilen kitabının peşine düştüm ilk önce. Kitaba âşık oldum. Pimwana’nın kadın bir yazar olduğunu ve benim de kadın yazar arayışında olduğumu unutuverdim. Sonra Pimwana’nın kaleme aldığı derleme öykü kitaplarını keşfe çıktım. Şu anda yazdığı öykülerin sayısı romanların sayısını geçmiş durumda. Öykülerini okuduktan sonra Pimwana’yı feminist bir yazar olarak görmeye başladım. Roman ve öyküleri arasında gidip gelirken Pimwana’ya ulaştım ve kendisinin memleketi olan doğu kıyısındaki Chonburi’de buluşmak için söz aldım. Pimwana eskiden oturduğu mahallenin civarlarında pickup kamyonetiyle beni gezdirirken toplumcu gerçekçi kadın yazarların azlığından dem vuruyorduk. Ben de ona kadınların temsilcisi olduğunu düşünüyor musun, diye sordum. İçimden “N’olur evet de!” diyordum (tabii bu olay ben onun kısa öykülerini okumadan önce oluyor). Ama Pimwana beni hayal kırıklığına uğrattı. O zamanlar daha farkında değildim ama Pimwana’nın Tay feminizmi ile olan ilişkisini uzun süre anlamaya çalışacaktım.

 

Toplumcu gerçekçilik Tayland’daki sol eğilimli yazarlar arasında varlığını sürdüren edebi bir akım. Ancak ortaya çıktığından beri erkeklerin egemen olduğu bir akım olarak süregelmiş. Pimwana, erkek meslektaşlarıyla omuz omuza duran nadir kadın seslerden biri. Bu bile benim gözümde Pimwana’yı, kadınların ve erkeklerin birbirleriyle aynı özelliklere sahip olduğunu ve bu nedenle aynı muameleyi görmesi gerektiğini savunan feminist yaklaşım olan eşitlikçi feminizmin destekçilerinden yapmaya yetiyordu. Pimwana’nın sınıf eşitsizliğini konu edinen çok sayıda öyküsü de (birçoğunun Arid Dreams derlemesinde yayımlandığı, daha çok erken dönemde yazdığı öykülerinde tekrarlayan bir temaydı bu) bunun bir göstergesiydi. Dahası Pimwana kadınlar ve erkekler arasındaki güç dinamiklerine doğrudan ya da dolaylı olarak değinen yığınla öykü kaleme almıştı. Kadınların nesneleştirilmesi ve metalaştırılması, özellikle fiziksel güzellikleri üzerinden kadınlara değer biçilmesi (Pimwana’nın karakterlerinden bazıları bu özelliğini koz olarak kullanıyor), kadınların kocaları tarafından ezilmesi, kocaların sadakatsizlikleri ve uyguladıkları şiddet karşısındaki umursamaz tavırları Pimwana’nın öykülerinin ışık tuttuğu sorunlar arasında. Bunlar Batılı feminizmin de konu edindiği meseleler. Pimwana’dan duymak istediğim cevabı almak için ona sorumu sorarken aklımda bunlar vardı.

 

Ancak Pimwana, Tayland’da feminist bir yazar olarak görülmüyor, “cinsiyetsiz” bir yazar olarak görülüyor çünkü eserleri çoğu kişiye göre pekâlâ bir erkeğin elinden de çıkmış olabilir. Çünkü Taylandlı okuyucuların kadın yazarlardan beklediği gibi aşk hikayeleri yazmıyor Pimwana. Dahası kendini feminist olarak da tanımlamıyor. Bu, daha Amerikan bir feminizm anlayışı olan birinin anlamakta zorlanacağı bir nokta. İngilizce “feminizm” kelimesinin Tayca “satreeniyom” kelimesinden daha çok kullanılıyor olması sebebiyle Tay feminizminin ithal edilmiş bir akım olduğu düşünülebilir. Ancak bu feminizm anlayışının her yönüyle ithal edildiği yanılgısına düşmemek lazım (ya da bu ithalat gerçekleşmeden önce Tayland’da halihazırda bir feminizm anlayışının olmadığını varsaymamak lazım). Amerikan feminizminin söylemi, kelime dağarcığı ve mihenk taşlarıyla yol gösterici olabilir ama dünyadaki akımları birbirlerine lineer ya da paralel olarak düşünmeye yardımcı olamayabilir. Arjun Appadurai “Küresel Kültürel Ekonomide Ayrılık ve Farklılıklar” makalesinde küresel kültürel ekonominin “artık halihazırda var olan merkez-çevre modelleriyle açıklanamayan kompleks, iç içe geçmiş, ayrıştırıcı bir düzensizlik” olarak görülmesi gerektiğini öne sürerek “çeşitli metropol güçlerinin” yeni bir toplum yapısı içinde değişime karşı koyamadığını ancak “öyle ya da böyle asimile olacağını” belirtiyor. Tay feminizmi Batılı feminizmle bazı yönlerden benzerlik gösterirken (bazı yasal haklar gibi) diğer yönleriyle Batılı feminizmden ayrılıyor (kültürel açıdan feminizm anlayışı, sınıf sorunlarına ve yapısal sorunlara olan bakış açısını da etkiliyor). Yine de dilimize İngilizceden geçen “feminizm” kelimesini kullananların da bir nebze Batılılaşmış olabileceğini ve bu Batılılaşmanın getirdiği sınıf farklılıklarını da işin içine katmam gerekiyordu.

 

Seksenlerde Tayland’da çocukken kız olmanın fena olmadığını düşünüyordum. Yaşım tuttuğunda oy kullanabilecek olmamın aslında ne kadar önemli bir hak olduğunun farkında değildim (bunun sonradan bir hata olduğunu anlayacaktım ama cinsiyetim nedeniyle değil), benim gibi herkesin de eğitim hakkına sahip olduğunu zannediyordum. Ev dışında da bir kariyerim olacağına inandım hep. Otuzlu yaşlarımdayken memleket ziyaretlerimden birinde, ilkokuldan kız arkadaşlarımla yemeğe çıktık (pek devrimci bir grup sayılmazdık). Kendimle gurur duyuyordum. Kim evlendikten sonra soyadını değiştirdi kim değiştirmedi diye birbirimize sorduk. Bir çoğumuz değiştirmemişti. Hepimiz hala kendimize “Miss” unvanıyla hitap edilmesini tercih ediyorduk. Bunlar bize yasaların tanıdığı iki yeni haktı. Tayland’da 2011 yılında ilk kez bir kadın başbakan olarak seçildi. Seçilen kişi biraz tartışmalı bir tercih olsa da bir kadının başbakanlık koltuğuna oturması Tayland için dönüm noktasıydı. Ülkede feminist gelişmeler görülüyordu hiç olmazsa. Yasal haklarla ilgili atılan bu adımları gördükçe gelişme kaydettiğimizi düşünüyordum. Aile içinde ve toplum kültüründe geleneksel cinsiyet rollerinin öğretilmeye ve uygulanmaya hala devam ettiğini görmeme rağmen feminizm bağlamında kaydedilen gelişmeyi kazanılan yasal haklarla ölçüyordum.

 

Ama benim yaşadıklarım Bangkok’un üst ya da orta sınıf heteroseksüel kadınlarına ait tecrübelerin bir temsili olabilir ancak. Tayca konuşurken özgürce İngilizce “feminizm” kelimesini kullanabilen kadınların. Oysa bizim sayımız, çoğu Bangkok dışındaki şehirlerde yaşayan çiftçi ve işçi sınıfı kadınların sayısının yanında ufacık kalıyor. Pimwana’nın edebi dünyasının aktörleri ise işte bu kadınlar. Şimdiye kadar üzerine kafa yormadığım bazı şeylerle yüzleşmem gerekiyordu. Arkadaşlarımla tadını çıkardığımız, kızlık soyadımızı kullanmaya devam edebilmek gibi feminist zaferler Tayland toplumunun feminizm olarak bildiği akımın bize tanıdığı haklardandı. Tay kadınların resmi, sağlam ve elle tutulur bazı yasal haklara sahip olması kazara olan bir şey değildi. Bu hakların kazanılması benim gibi ana akım liberal feministlerin mücadele ettiği meselelerdi. Chiang Mai Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları Programı’nı kuran Virada Somswasdi, 2003 yılında Cornell Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada 1960’ların sonunda ortaya çıkan Tay kadın hareketi ile ilgili şöyle demişti: “Kadınların toplumda daha iyi bir yere gelmesi için verilen mücadeleye muazzam katkıları olsa da bu hareket, halkın çoğunluğu tarafından, tek derdi kendi ekonomik çıkarları olan zengin elitist kadınların çığlıkları olarak görülüyordu… Kadın hareketi, ataerkil toplumun yol açtığı yapısal sorunlara ya da cinsiyet eşitliğine değinmiyordu. Düşük gelirli ve taşralı kadınların problemleriyle de ilgilenmiyordu.” Bu dışlayıcı yaklaşım bugünkü ana akım Tay feminizminde de devam etmekte ne yazık ki. Thammasat Üniversitesi Kadın Çalışmaları Lisansüstü Programı’nın başkanı Chanida Chitbundit, 2016 yılında Matichon gazetesiyle yaptığı röportajda şöyle demişti: “Üst ve orta sınıf kadınlar kendi sorunlarını bütün kadınların sorunlarıymış gibi görüyor…Toplumun dikkatini çeken de bu eğitimli kadınların yasal reform için verdiği mücadele oluyor. Tayland’da kadınlarla ilgili gayet çağdaş yasalar var. Mesela aile yasası, tecavüz yasası, soyadı ve unvan yasaları gibi.” Chitbundit yoksul kadınların siyasi aktivizminin feminist bir mücadele olarak görülmediğinin altını çizerken topluluklarının geçim kaynaklarını doğrudan tehdit altında bırakan politikalara karşı çıkanların erkeklerden çok kadınlar olduğunu söylüyor. Toprak ve doğal kaynakların kullanımının kısıtlanması gibi politikalar çiftçileri topraklarından ediyor. Chitbundit’in sözleriyle, “Alt sınıf kadınlar, ‘Karnımı tok sırtımı pek tutacak kadar param olduğu müddetçe, ekmek paramı çıkarabileceğim toprağım olduğu müddetçe kimin soyadını kullandığımın bir önemi yok,’ diyecekler.”

 

Karnı tok sırtı pek olmak deyimi bu ihtiyaçların öncelikli olması gerektiğini ima ederken ya da açıkça ifade ederken kullanılıyor. Pimwana’nın Bright, Arid Dreams ve diğer birçok eserinde yer alan karakterlerin de asıl dertleri, kendi hayatları için daha büyük hayalleri olmasına rağmen karınlarını tok sırtlarını pek tutabilmek. Bu deyim gözlerimin açılmasına vesile oldu. Klimalı bir alışveriş merkezinde okul arkadaşlarımla otururken modern kadınlık zaferlerimizi kutlamak burjuvazi bir ciddiyetsizlik miydi? Ben öyle düşünmüyorum çünkü yasal bağlamda kat ettiğimiz yol başka gelişmelerin de önünü açabilir ama yine de aklıma, Dipesh Chakrabarty’nin “Hindistan Tarihinde Avrupa Meselesi” makalesinde bahsettiği bağımsızlık sonrası Hint köylülerin yaşadıkları geliyor. Köylüler tarihçilere göre hazır olmasalar da ülkelerinin siyasi anlamda modernleşmesinde rol oynamışlardı. Chakrabarty’nin de dediği gibi, bir kadın feminist olmak için illa (liberal) feminizmin söylemine hâkim olmak zorunda değil. Bizden farklı yaşanmışlıkları olan kadınlarla aynı sahneyi paylaşmayı öğrenmemiz lazım.

 

Pimwana’yı okurken feminizmin Tayland’daki yerini anlamakta zorlandım. Tay feminizmini Batılı feminizmle karşılaştırmalı mı karşılaştırmamalı mı bilemedim. Artık biraz daha iyi anladığımı düşünüyorum. Tayland’da feminizm üzerine konuşurken sınıf meselelerini göz ardı ediyoruz. Dolayısıyla Tayland’da kadınlığın asıl kesişimsel kimliğini yani düşük gelirli kadınları da göz ardı etmiş oluyoruz. Yapısal cinsiyet eşitsizliği Tay ana akım feminizminin savaş alanında yasal cinsiyet eşitsizliğinin gölgesinde kalmış durumda. Bu yüzden de Tayland’ın “feminizm” anlayışı Pimwana’nın eserlerinde işlediği sorunların pek azını kapsıyor. Hal böyleyken Pimwana’nın kendini feminist olarak tanımlamamasına şaşırmamak lazım. Pimwana’nın çevirmeni olarak onun duruşunu, eserlerini ve eserlerinin toplum nezdindeki yerini Tay feminizmi açısından, feminizm teriminin sınırları ve bu sınırların genişletilmesi ihtimaliyle bir ders niteliğinde görüyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YErmeni ve Azerbaycanlı feministlerden ortak 8 Mart açıklaması: Ataerkil “barışınız” batsın!
Ermeni ve Azerbaycanlı feministlerden ortak 8 Mart açıklaması: Ataerkil “barışınız” batsın!

Gerçek kurtuluştan geçen yol, Azerbaycan ve Ermenistan halkı arasında feminist ilkelere dayanan ve kökten gelen bir örgütlenmeyle mümkün olacak. Bu süreçte birbirimizden uzaklaşmayacak, birbirimize daha çok kenetleneceğiz. Bu baskıcı koşullara ve güç dinamiklerine cevabımız feminist devrimle olacak.

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 4
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 4

Bir tarafta bakım emeğinin artması ve bunların kadın işi olarak görülmesi, diğer tarafta kolektif bilinç sayesinde koşullara ve vaziyetlere yeni bir anlam kazandıran günlük direnişler.

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 3
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 3

Kadın işçiler bakım emeğinin ön saflarında yer alıyorlar ve bu savunmasızlık, şiddet ve sömürü zincirinin “en zayıf halkası” onlar.

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 2
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 2

Hayatın devamlılığını sağlayan sosyal ve duygusal ilişkileri, iş gücü piyasasının  ya da belli bir zümrenin kar ihtiyaçlarından bağımsız şekilde kurabilmek...

Bir de bunlar var

Duvardan Sokağa: Grafiti Sohbetleri
“Bu Benim Kendimi İnşa Etme Savaşım”*
Teyitli Tweet’in Hikayesi: @140journos’la soru-cevap

Pin It on Pinterest