Çankırı'da kızlı erkekli yaşam.

KÜLTÜR

“Ben Çok Modern Bir Kadınım Ama Burası Çankırı!”

8 Mart geldi madem anlatmayı neredeyse bir yıldır ertelediğim bir hikâyeyi sizlere açayım artık. Böyle bir günde yalnızca erkeklerin erkekliğinden bahsetmemek gerek sanki; zira erkekliğin kapsama alanı geniş. Ee tabii Çankırılılığın da!

 

Yazının başlığı için Çankırı Karatekin Üniversitesi’nde idari bir pozisyonda çalışmış olan bir kadın yöneticinin bu sözünü seçtim. Kendini “çok modern” olarak tanımlayan biri ne demek ister? Modernlik bazı değerlere bazı yerlerde sahip çıkmakken, bazı yerlerde ‘yerini bilmek’ midir?

 

Ankara’da bir yüksek lisans öğrencisiyken maddi imkansızlıklarımdan dolayı tehlikeye giren yüksek lisans eğitimime devam edebilmek için Çankırı Karatekin Üniversitesi’nin açtığı araştırma görevlisi kadrosuna başvurdum. Sınavı kazandım ve göreve başladım. Çankırı-Ankara arasında gidip gelebileceğimi ve böylece eğitimime devam edebileceğimi, ayrıca Ankara’daki dostlarla, kolektivitelerle örülü hayatımı bırakmak zorunda kalmayacağımı düşündüm. Bir yandan da taşrada kim bilir belki de farklı bir hayat kurabilirdim, zira şehirden sıkılmıştım. Böyle olmadı.

 

Uzun süre Çankırı Öğretmen Evi’nde veya otelden bozma yerlerde kaldım. Fakat bu git-geller ve yersiz yurtsuz hal gün geçtikçe yormaya başladı beni. Aynı fakülteden bir arkadaş bir eve çıktığından ve evde tek başına kalmanın ekonomik açıdan anlamsız gelmeye başladığından bahsetti. Ee ben de yoruldum evsiz barksız olmaktan, o halde evinin bir odasına yerleşeyim ve evin yüklerini de paylaşmış oluruz dedim. Böylece ev arkadaşı olduk. Şimdi esas can alıcı noktaya geliyorum, bu bahsettiğim arkadaş ERKEK. Evet, bir erkekle arkadaştım ve dahası ev arkadaşıydım.

 

Gönül isterdi ki bu bir evi paylaşmak durumunu cinsiyetleri belirtmeden konuşabilelim; hatta hiç konuşmayalım! Ne gerek var yahu konuşmaya, bunun bir mevzu olmasına! Neyse. Bu kadınlı-erkekli kalma durumu fakültemizin yöneticisi olan kişinin kulağına gidiyor: Evet bu kişi de kadın, hemen belirtelim! Daha sonra olaylar olaylar. Bu yönetici kadın kendi modernliğini “çok” ile derecelendirirken, bir kadın ve erkeğin ev arkadaşlığı yapmasının Çankırı’ya fazla geldiğini düşünüyor. Ve benim üniversiteden istifa etmeyi aklıma sokan çeşitli taşralılıklardan sonra bir de bu süreci hızlandıran çeşitli modernlikler peyda oluyor.

 

Bir devlet kurumunda, üniversitede, yönetici vazifesini sürdüren ve kendini “modern bir kadın” olarak tasvir eden kişi, başka bir kadın iş arkadaşının (gerçi o böyle tabir etmemi istemezdi sanırım, zira onun için unvanlar ve araştırma görevlisi-hoca hiyerarşisi çok mühimdi) Çankırı’ya uygun olmayan davranış, hal ve hareketlerde bulunduğunu belirtmesi nasıl bir anlam arz eder? Bahsi geçen yöneticinin kendisini “modern bir kadın” olarak tanımlarken, azıcık da olsa Çankırı’nın özel halinden çıkarak, davranışlarına yön verebilmesi beklenebilir sanırım. Bu kişi hele ki bir üniversite mensubuysa, kendi de taşranın veya erkekliğin kadın üzerindeki başka türlü ya da benzer baskılarından yeri gelince bunalan bir kimseyse… Fakat kendisi ‘Çankırılı’ gibi davranmayı tercih ediyor. Benimle doğrudan görüşmediği için düşünsel yaşamında nerelere varmıştır bilemem.

 

Bahsi geçen kadın yönetici belli ki kendi benimsemediği fakat Çankırı toplumunca yargılanacak bir konu hakkında oldukça endişeli. Ama tam olarak ne için endişeli? Evet şimdi mevzunun diğer tuhaf tarafına geliyorum, bana doğrudan konuşmayan bu yönetici, ev arkadaşlarının erkek olan tarafını muhatap alıp, erkek araştırma görevlisine uyarıda bulunuyor. “Ben çok modern bir kadınım ama burası Çankırı!” diyor. Bir erkek ve bir kadın asistan nasıl olur da ev arkadaşı olabilir, hem de Çankırı gibi bir yerde? Hadi burası Ankara olsa neyse! Hem evladım sen “Erzurumlu değil misin?” “Ailen bir kadın ile yaşamana nasıl izin verdi; peki kız arkadaşının haberi var mı?” “Bu durum dekanın ya da rektörün kulağına gitmesin, başın yanar.” Üstüne üstlük bu yönetici, fakültesinde bir kadın ve erkeğin ev arkadaşı olduğunu nasıl olmuş da en son o duymuştur diye, kendi bölüm asistanlarının tekmilini yanına çağırıp hesap sorar! Bunu duyunca babalar geldi aklıma, tipik bir baba tepkisi değil mi? Klişe bir tabirle pek tabii… “Neden en son ben duyuyorum?” “Neden daha önce kimse bana bu durumdan bahsetmedi?” “Ben çok modernim ama burası muhafazakâr bir yer sonuçta; bu yüzden öğrenmek istiyorum…”

 

Ama Foucault bilme isteğinin nasıl da iktidar istenciyle, izleme, denetleme mekanizmalarıyla örülü olduğunu bize çoktan tane tane anlatmıştı. Bir yönetici olarak sadece “erkek” olan tarafı yanına çağırarak, bir uyarıda, “ablaca” bir nasihatte bulunmak daha sonra fakültenin erkek dekanı tarafından bana şöyle savunuluyor: “Ee, bu uyarı sana yapılmamış ki kızım, sana ne oluyor da mesele çıkarıyorsun?” Şimdilik dekanın “düşünememe”sini bir kenara bırakıp, her şeyi bilmek ve işle alakası olmayan durumları bile kendi işi edinmiş bu kadın yöneticinin elinde tuttuğu kurumsal gücü, kendisine idari olarak bağlı olan bir kişi üzerine nüfuz etmek için nasıl da kullandığına bakalım. “Bakalım” diyebiliyorum yalnızca çünkü bu çelişkilerle dolu durumu hala çözebilmiş hissetmiyorum. Belki de çözümsüzdür. Neyi sahiplenip, neyi sürdürdüğümüzün farkına, belki de bu çelişkiler yumağının içerisine düşmeden varamayız.

 

Bahsettiğimiz kişi aslında herhangi bir yerde karşımıza çıkabilecek bir tutum sergiliyor. Lakin mevzubahis kurumun bir taşra üniversitesi oluşu, insanların yapıp etmelerine dair daha uç argümanlara sarıldıkları bir hale dönüşüyor. Bununla şunu demek istiyorum: asistanına dekanın kızlı-erkekli ev için sorun çıkarabileceğini söylerken, kendisini aslında buna katılmayan “modern bir kadın olarak” tanımlıyor. Kendisine “merhaba hocam,” “hoşçakalın” gibi “herhangi bir arkadaşla mailleşir gibi” mailler atan kişiyi saygısızlıkla suçlayıp, kurumdaki her çalışanla bu suçlamalarını herhangi bir kanıt göstermeden dedikodu seviyesinde paylaşırken; kendisi bölümündeki bir araştırma görevlisine “ablaca” veya “arkadaşça” nasihatte bulunarak kurumsal pozisyonunu bir “aile”, “arkadaşlık” ilişkisi görünümü altında kullanıyor ki, oradaki üstü kapalı tehdidin hesabını vermek zorunda kalmasın! Tabii, uyarıda bulunulan kişi gayet biliyor ki, bir yönetici olarak X Hanım’dan alıyor bu “öğüdü”. Yine de evini diğer kadın araştırma görevlisiyle ayırıp, ayırmayacağı kararı görünürde uyarılan kişinin “kendi bileceği iş” çünkü bu onun özel hayatı sonuçta!

 

Kamusal ve özel alanın bu kadar birbirinden yalıtılabileceğini düşünenler, sorum size: Bu yönetici sizce gerçekten bu ev durumu üzerinde bir etkisi olmayacağını düşünerek mi “nasihatte” bulunuyor? Hadi kamusal alan ve özel alanı kategorik olarak ayırdık; peki bu örnekteki Modernlik ve Çankırılılık da mı birbirinden tamamen ayrılabilir?

 

Easy Rider’da bir replik vardı. Jack Nicholson’ın oynadığı karakter lafı gediğine koyuyordu: “Herkes özgürlükten, kişisel haklardan bahseder ama karşılarına özgür biri çıkınca ondan korkar, ona katlanamazlar.”

 

 

Ana görsel: Amedeo Modigliani, ‘Elvira Resting at a Table’ (Masa başında soluklanan Elvira), 1919.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

“Size Öyle Geliyor” Teşhisi Kadınların Sağlığına Mal Oluyor
Hayatta kalma zaferi nasıl kutlanır? Lucille Clifton’ın nesilleri, şiiri ve zaferi
Oyunbozan feministin hayatta kalma kiti: Sizin kitinizde neler var?

Pin It on Pinterest