Bir süredir kafamda seks işçiliği ve pornografi üzerine sorular dönüp duruyor. Mesela bir taraftan porno endüstrisinin öncelikle erkekler tarafından yine erkekler için yaratıldığını; bu pornografik görsellerin cinsel olarak domine edilen, aşağılanan ve pasif kadın imajını güçlendirdiğini düşünüyorum. Fakat diğer taraftan feminist hareket, bir süredir sektöre yeni bir soluk katmaya çalışıyor ve özellikle son yıllarda kadınların cinsel hazzına yönelik yayınlar da üretiliyor. Örneğin İsveçli yönetmen Erika Lust yaptığı filmlerle feminist porno hareketini zenginleştirmeye devam ederken; OMGYES gibi siteler medya aracılığıyla daha görünür kılınıyor. Böylece kadınlar için de cinsel fantezi dünyasının keyfini doyasıya çıkarma imkanı doğuyor; fakat bu durum, hala erkeklerin tekelinde olan porno sektörünün kadınlar için yarattığı çalışma koşullarını ne denli değiştiriyor veya etkiliyor? Bir diğer mesele de seks işçiliği: Bir yandan parayı veren taraf -ki çoğunlukla erkek oluyor- yalnız bir cinsel deneyimi değil, aynı zamanda karşı tarafın bedenini, arzusunu ve özgürlüğünü satın aldığı yanılgısına düşüyor. Bu algı sebebiyle her gün onlarca seks işçisi kötü muameleye maruz kalıyor veya şiddete uğrama tehlikesiyle yaşamına devam ediyor; çalışma koşulları iyileştirilmiyor. Fakat öte yandan, seks işçiliğinin kişisel bir karar veya iki taraf arasında karşılıklı rızayla sağlanan ticari bir anlaşma olabileceğine yönelik yorumlar da karşımıza çıkıyor, ki pekala doğru da. Velhasıl, ne pornonun ve seks işçiliğinin yasaklanmasını, sansürlenmesini veya engellenmesini istiyorum; ne de kadını köleleştirmesini ve özgürlük savaşında geriye götürmesini.
Benim kendimce sorgulayıp içinde biraz kaybolduğum bu meselelere dair belki sizler de sorular soruyor, bu cinsel pratikleri anlamlandırmaya çalışıyorsunuz. Öyleyse yalnız olmadığımızı söyleyeyim: Bundan 30-40 yıl önce feministler ilk kez eleştirel anlamda bu konuları masaya yatırıyorlar ve böylece “feminist seks savaşları” olarak anılan ve feminist hareket içerisinde önemli bir ayrılığı temsil eden tartışmalar doğuyor. Günümüzde de hala devam eden bu sorgulamalar, tartışmalar nasıl ortaya çıkıyor peki? Savaşın tarafları kimler ve tam olarak ne istiyorlar? Ben de en az sizin kadar merak ettiğimden biraz araştırdım.
Öncelikle cinselliğin feminist hareket dahilinde konuşulmaya başlanması 1960’lı 1970’li yıllara, yani ikinci dalga feminizmin etkin olduğu döneme denk geliyor. İlk aşamada tartışmalar kadının cinsel hazza ulaşma hakkı üzerinden şekillenirken, ikinci aşamada kadının cinselliğini lezbiyen olarak yaşama hakkı konuşuluyor. Üçüncü aşamada ise feministler heteroseksüellik ve lezbiyenliğin yanı sıra, sadomazoşizm, pornografi ve seks işçiliği üzerine de kafa yormaya başlıyorlar ve bir grup feminist bu cinsel pratik ve sunumların kadının özgürleşmesine engel teşkil ettiğini, erkeklere kadınlar üzerinde kurdukları hakimiyeti güçlendirme fırsatı verdiğini gündeme getiriyor. 1980’li yıllara doğru yapılan eleştiriler özellikle iki kutup etrafında yoğunlaşmaya başlıyor: Bir tarafta porno karşıtı feministler (anti-pornography) ve diğer tarafta “pro-sex” feministler, yıllarca devam edecek entelektüel bir tartışma için yerlerini alıyorlar. Destekledikleri akımın isminden de anlaşılacağı üzere, porno karşıtı feministler içinde yaşadığımız erkek egemen toplumların sunduğu cinsel pratiklerin kadına yönelik şiddeti daimi kıldığını öne sürerken; pro-sex feministler karşılıklı rıza dahilinde ortaya çıkan zevk alışverişinin cinsellik üzerindeki özgürleştirici etkisiyle ilgileniyor ve günümüz cinsel pratiklerinin tehlike ve zevki aynı anda bünyesinde barındırdığını söylüyorlar.
Ann Ferguson bu karşıt iki grubu “radikal” ve “liberter” feminist hareket içerisine yerleştiriyor ve bir karşılaştırma yapıyor: Porno karşıtı, radikal feministler, erkek egemen heteroseksüel cinsel pratikleri reddeden ve kendini lezbiyen olarak tanımlayan feministlerden oluşuyor. Bu grup, erkeği özne/efendi, kadını meta/köle yerine koyan ve kadına şiddeti tetikleyen bütün pratiklerin ortadan kaldırılmasının gerekliliği üzerinde duruyor. Kadınların, erkeklerden farklı cinsel öncelikleri olduğunu ve duygusal yakınlığın performansın kendisinden daha önemli olduğunu söylüyorlar. İnsan cinselliğinin, duygusallığın ve iletişimin bir ifadesi olduğunu, bu bakımdan ideal cinsel birleşmenin ancak iki tarafın da fiziksel ve duygusal katılımıyla gerçekleşebileceğini öne sürüyorlar. Karşılıklı saygı ve eşitlik ilkesi gereğince sadomazoşist pratikler de eleştiriliyor, bunların erkeğe kadın üzerinde sadistik bir kontrol uygulama fırsatı verdiği ve kadını domine edilen pozisyonuna indirgediği düşünülüyor. Bu teoriler ışığında Women Against Pornography (Porno Karşıtı Kadınlar) ve Women Against Violence Against Women (Kadına Karşı Şiddete Karşı Kadınlar) gibi aktivist gruplar ortaya çıkıyor ve çeşitli kampanyalar düzenleniyor. Bu dönemde iki radikal feministin ismini özellikle görüyoruz: Catharine McKinnon ve Andrea Dworkin, porno karşıtı hareketin temsilcisi haline geliyor ve hatta pornografik görüntülerin yasaklanması için bir yasa tasarısı hazırlıyorlar.
Öte yandan, seks savaşlarının karşıt cephesini liberter pro-sex feministler oluşturuyor. Porno karşıtı feministlerin duygusal yakınlık teorisinden farklı olarak pro-sex feministler, cinsellikte haz unsurunun üzerinde duruyor ve kadına haz ve tatmin verecek her türlü pratiğin uygulanma hakkı olduğundan bahsediyorlar. Ataerkil heteroseksüel ilişkilerin arzu ve zevkleri baskıladığını ve “saf” bir cinsellik algısı yaratmak suretiyle kimi cinsel pratikleri sağlıksız, yanlış, anormal veya yasadışı olarak adlandırdığını söylüyorlar. Bu yüzden cinselliğe atfedilen bütün kurallar ve baskılardan kurtulmamız, özgürleşmemiz gerektiğini savunuyorlar. Pro-sex feminist akımı cinsel birleşmenin duygusal yönünden ziyade fiziksel anlamı üzerinde duruyor ve bu birleşmeyi erotik ve genital zevkin paylaşılması olarak tanımlıyor. Kadının rızası olduğu ve zevk verdiği takdirde pornonun da seks işçiliğinin de sadomazoşizmin de özgürleştirici olduğu düşünülüyor. Pro-sex feministler arasında da Ellen Willis, Gayle Rubin, Carole Vance ve Camille Paglia gibi isimler ve Feminists Against Censorship (Sansüre Karşıtı Feministler) ya da Feminist Anti-Censorship Task Force (Sansür Karşıtı Feminist Görev Gücü) gibi aktivist grupları görmek mümkün.
İşte taraflar böyle, istekleri böyle. Sonuç olarak, seks savaşlarının kazanan veya kaybeden bir tarafı olduğunu söylemek pek mümkün değil; tartışmalar hala sürüyor ve şüphesiz sürmeye de devam edecek. Nitekim iki tarafın da haklı olduğu noktalar var. Üstelik bahsi geçen cinsel pratikler ırksal veya sınıfsal parametrelere bağlı olarak her toplumda değişiklik gösteriyor. Bu bakımdan nihai bir cinsellik anlayışını belirlemek ya da benimsemek pek de mümkün olmayabiliyor. Konuyu özetin özeti niteliğinde tanıtabildim ancak araştırmaya devam etmenizi şiddetle tavsiye ederim; zira hali hazırda oldukça zengin bir literatür mevcut. Bu eserler Türkçe’ye ne kadar çevrildi bilmiyorum; ben yaptığım ufak araştırmada pek Türkçe kaynağa rastlamadım. Ama siz biliyorsanız veya ulaşabiliyorsanız paylaşın derim. Tabii bir de seks savaşları yorumlarınızı atmayı unutmayın!
Feminist güç sizinle olsun.*
Chancer, Lynn S. (2000) “From Pornography to Sadomasochism: Reconciling Feminist Differences”, The Annals of the American Academy of Political and Social Science, Vol.571, syf.77-88
Duggans, Lisa ve Hunter, Nan D. (2006) Sexual Dissent and Political Culture, New York, Routledge
Ferguson, Ann (1984) “Sex Wars: The Debate between Radical and Libertarian Feminists”, Signs, 10(1), syf.106-112
Ana görsel: Hayv Kahraman, İp Figürler, 2010.