Çevreye verilen zarar neden feminist bir sorundur?

MEYDAN

Ekofeminizm Nedir?

Jr Thorpe’un Bustle’da yayımlanan What Exactly Is Ecofeminism? başlıklı yazısının çevirisidir.

 
 
 

Konu çevresel zarar ve doğal kaynakların sağlığı olduğunda, cinsiyet kesinlikle kimin zarar gördüğü, kimin ne yapabileceği, daha ileri nasıl gidebileceğimiz gibi konularda rol oynuyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı bunu gayet açık bir şekilde belirtiyor: “Dünyanın her yerinde, çevresel faktörler kadınların ve erkeklerin hayatını halihazırda var olan eşitsizliklerden dolayı farklı şekillerde etkiliyor. Cinsiyet rolleri kadın ve erkeklerin çevreyle olan ilişkilerinde farklılık yaratıyor, çevresel değişikliklerde aracı olmanın yollarını açıyor veya kısıtlıyor. İklim değişikliği ve çevresel sorunlara cinsiyet perspektifinden baktığımızda, kadınları ön planda tutan bir düşünce ekolü var: ekofeminizm. Temel fikir isimde ima edilse de, ekofeminizm tam olarak ne anlama geliyor?

 

1970’lerde, anti nükleer yaygınlaşması hareketi ve yeşil politik aktivizmle beraber ortaya çıkan ekofeminizm, çevresel zararın kadınların sömürülmesi ve gücünün elinden alınmasıyla nasıl ilişkilendirildiğini ele alıyor. İngiliz akademisyen Mary Mellor, “ekofeminizm, doğal dünyanın sömürülmesi ve aşağılanmasıyla kadınların ikincilleştirilmesi ve baskılanması arasında bağlantı gören bir harekettir. Ekofeminizm, feminist ve yeşil hareketin temellerini bir araya getirirken, ikisine de meydan okur,” diyor. Fakat bu, (her ne kadar bu konuda harika olsak da) kadınların sokağa çıkıp çevresel sorunlar için savaşması kadar basit değil.

 

Ekofeminizmi tanımlamak söz konusu olduğunda, bir problem var: bu, tek bir hareket değil; 1970’lerin kültürel hareketinden ortaya çıkmış bir konseptler ve düşünceler topluluğu. Dr. Richard Twine’ın dediği gibi: “ayrı beyanların bir araya gelip kadınların ve doğanın tahakküm altına alınması arasında bir bağlantı kurabilmesidir.” Birazdan bahsedeceğiz, insanlar, ekofeminizmin bazı yönlerini kökten reddediyor. Bazı görüşler ise çok daha yaygın, fakat bu biraz karmaşık olacak.

 

Bu başlangıçların en basiti olacak; on yıllar süren karmaşık akademik tartışmaları bir makalede özetleyemem (fakat bunu yapmayı isterdim). Ekofeminizmle ilgileniyorsanız, teoriye daha fazla girmek istiyor ve gerçek karmaşayı görmek istiyorsanız, daha fazla detay sunacak daha uzun kaynaklar okuyabilirsiniz.

 

Ekofeminizm, Dünya ve kadınlar arasında bir paralellik görür

 

Temel olarak, ekofeminizm gezegene verilen ciddi çevresel zarar ve kadınların baskılanması arasında ciddi bir ilişki görür. Fakat bu tek bir ilişki, ne tür bir ekofeminist olduğunuza göre birden fazla biçimde olabilir.

 

Ekofeminizmin bir türü bunu gerçek anlamda ele alır ve kadınların, tıpkı doğal kaynaklar gibi görüldüğünü söyler: alınır, yağmalanır ve kullanılırlar. Aktivist Ynestra King şöyle diyor: “Dünyanın ve üzerindeki varlıkların kurumsal savaşçılar tarafından tahrip edilmesini, askeri savaşçılar tarafından nükleer yok edilme tehdidini feminist kaygılar olarak görüyoruz. Bu, bizim kendi vücudumuz ve cinselliğimiz hakkındaki kararlarımızı elimizden alan ve bunu yapmak için de birden çok tahakküm ve devlet gücüne ihtiyaç duyan maskülenist zihniyettir.”

 

Radikal ekofeminizmin perspektifi şudur: kadınlar ve çevre aynı ataerkil egemen güçler tarafından sömürülür; bu güçler kadınlar ve ormanlar gibi “düzensiz” şeylerden düzen yaratıyor ve değer çıkarıyorlardır. Bazı radikal ekofeministler aynı zamanda hayvan refahı için de aynı tutumu sergiler, hayvanların da mevcut güç yapısında çevreye zarar veren bir şekilde sömürüldüğünü söylerler.

 

Fakat başka bir perspektif de var: Kültürel ekofeminizm doğa ve kadınlar arasındaki bağın güçlendirici olduğunu söyler, cinsiyetimizin doğaya menstrüasyon ve doğum gibi doğal süreçlerle eşsiz bir şekilde bağlı olduğunu belirtir. Bu perspektife göre çevresel zararın etkilerini hissetmek ve bununla ilgili bir şey yapmak söz konusu olduğunda, harekete geçme konusunda [kadınlar olarak] daha iyi konumdayızdır. Temelde, akademisyen Leigh Brammer şu şekilde özetler: “bazı ekofeministler kadınlar ve doğa arasındaki bağı güçlendirici olarak görürken bazıları ise bunun ataerki tarafından empoze edildiğini ve aşağılayıcı olduğunu düşünür.” Buradaki birinci görüş kültürel ekofeminizm, ikincisi ise radikal ekofeminizmdir.

 

Ekofeminizm güç hiyerarşilerini sorgular

 

Ekofeminizmin büyük amaçlarından biri de dünyanın kadın ve çevre konusundaki işleyişini değiştirmektir: egemenlik kurma ve güç hiyerarşileri yerine, eşitlik ve aynı seviyede iletişim kuran komüniteler inşa etmek istemektedir. Ünlü ekofeministlerden Maria Mies ve Vandana Shiva, 1993’te yazdıkları Ecofeminism adlı kitapta şöyle deklare etmişlerdir:

 

“Amacımız bu dar perspektifin [ataerki ve hiyerarşiler] ötesine gitmek; çeşitliliğimizi ve bundan farklı bir şekilde, Kuzey’in Güney; erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurmasına, coşkun soyguncunun daha fazla ekonomik gelir için doğal kaynakları yağmalamasına izin veren dünya yapısındaki içsel eşitsizlikleri ele almaktır.”

 

Radikal ekofeminizm bundan özellikle bahseder; kadınları doğal ve irrasyonel olarak betimlemenin, erkeklerin tıpkı doğaya yaptıkları gibi, kadınları kontrol etmeleri ve onları geliştirmelerinin önünü açtığını söyler.

 

Ekofeminizm kadınların çevresel zarardaki rollerine dikkat çeker

 

Teorik şeyleri geride bıraktığımızda, ekofeminizm çoğunlukla kadınların –özellikle gelişmekte olan ülkelerde– çevrenin tahribatından nasıl etkilendiklerine işaret eder. Örneğin, kadınlar evleri için çoğunlukla su ve yemeğin toplayıcılarıdır (buna “doğal kaynak yöneticisi” de denir), bu da hayatlarının sağlıklı ve serpilmiş bir araziyle içli dışlı olduğu anlamına gelir. Everyday Feminism’den Sara Alcid, anneleriyle su bulmaya çalışan kızların okula gitme imkanlarının daha az olduğu, düşük gelirli beyaz olmayan kadınların işyerlerinde çok daha fazla zehirli kimyasallara maruz kaldığı örneklerini veriyor. Kadınlar hem çevresel zararı engellemeye uğraşıyor hem de bu zarara karşı korunmasız kalıyorlar.

 

Yazar Leigh Grammar, bu “korunmasızlığın” ataerkil bir şey olduğunu savunuyor: “Kadınlar, gezegenin sömürülmesinden en çok zarar görenler oluyor, çünkü ataerkil toplumda en korunmasız olan onlar. Buradaki ana odak yoksulluk, ırk, eğitim veya millet nedenleriyle çifte baskıya maruz kalanlar. Ayrıca bu, güçsüzleştirme ve yoksulluk döngülerinden çok daha ileriye uzanıyor – doğal kaynak yöneticisi konumundaki kadınlar çevresel zararı nasıl durdurabileceğimiz konusunda fikirlere sahip olabilirler; fakat eğer susturulurlarsa, yardım edemezler.

 

Ekofeminizmde nasıl bir sorun olabilir?

 

Kolay anlaşılır bir ideoloji olmamanın yanı sıra, Yale Üniversitesi’nin sayfasında yayımlanan “Ecofeminism: An Overview” makalesinde de anlatıldığı gibi, özellikle kültürel ekofeminizm kadınlar ve doğa arasında kurduğu bağdan dolayı eleştirilir. Bu sadece daha fazla cinsiyet normu oluşturmak anlamına gelmez mi? Mother/Nature yazarı Dr. Catherine Roach’ın bahsettiği gibi: erkekler de doğal varlıklardır: “diğer bütün insansı biyolojik süreçleri paylaşırlar (yemek, uyumak, atıklardan kurtulmak, hasta olmak, ölmek), ve buna ek olarak, spermleriyle somut bir şekilde üremede görev alırlar.” Bazı eleştirmenlere göre, örneğin Anne Archambault gibi, kadınların nasıl oluyorsa daha “doğal” oldukları saçmalıktır ve bu görüş bütün hareketi baltalar. “Kadınların biyolojik olarak doğaya daha yakın oldukları iddiası,” der Archambault, “ataerkil egemenlik zihniyetini pekiştirir ve ekofeminizmin etkinliğini kısıtlar.” Radikal taraftaki ekofeministler de bu fikre inanmaz, bu da hareketin içinde çatışma oluşturur.

 

(Burada kültürel sorunlar da var. Örneğin Dr. Twine Çin toplumu “kadın eşittir doğa” fikrine sahip değildir, fakat kadınların ezilen olması sorunu bu toplumda da görünür, diyor. Twine, Çinli akademisyen Huey-li Li’ye atıfla: “Kadınlar ve doğa arasındaki çağrışım her kültürde görülen bir fenomen değildir, örneğin Çin kültüründe doğa bir bütün olarak kadınla özdeşleştirilmez.”)

 

İnsanlar radikal ekofeminizm konusunda da endişeliler. Green Fuse’ta, ekofeminizmin önemli eleştirmenlerinden biri bu hareketin kadınları güç pozisyonlarında görmek isteyen ve onlara hiyerarşinin bir parçası olma fırsatı veren güncel feminizmle çatıştığını belirtir. Radikal ekofeminizm bütün bu yapıları ortadan kaldırmak ve bunları toplumsal karar verme ve herkese eşit değer verme fikirleriyle değiştirmek ister; fakat bunun gerçekçi bir görüş olup olmadığı tartışmalıdır.

 

Uzun lafın kısası, ekofeminizm, cinsiyet ve çevre sorunları arasındaki tartışmasız ilişkiye getirilmiş yegâne bir perspektiftir. Çevreye verilen zarar kuşkusuz feminist bir sorundur ve bu sorunun güçlü, eğitimli kadınların, komüniteleri koruma ve daha ileri boyutlarda tahribatı önlemede başarılı olmalarına ihtiyacı vardır.

 

Görsel: Eril ve dişil adamotu, Johann von Cuba, 1499.

 
 
 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YBarbara Paes ile Röportaj: Brezilya’daki Siyah Feminist Siberaktivistler ve “Teknolojide Kadınlar” Neoliberalizmi
Barbara Paes ile Röportaj: Brezilya’daki Siyah Feminist Siberaktivistler ve “Teknolojide Kadınlar” Neoliberalizmi

Kendimizi teknoloji üretebilen fakat zulmü yeniden üretmeyen insanlar olarak kurmamız çok önemli.

ECİNNİLİK

YSalgın Capcanlı ve Tuhaf Rüyalar Gördürüyor. Peki Ama Nasıl?
Salgın Capcanlı ve Tuhaf Rüyalar Gördürüyor. Peki Ama Nasıl?

Karantinada yalnız başına kalmak gibi günlük yaşantılarımızı kısıtladığımız durumlarda rüyalarımızın gündelik olaylardan beslenen içeriği azalıyor ve bilinçaltımız daha derindeki anılara ulaşıyor.

MEYDAN

YSeçimin Bedeli: Üreme Sağlığı Hakları Elinden Alınmış Kadınları Fotoğraflarken Öğrendiklerim
Seçimin Bedeli: Üreme Sağlığı Hakları Elinden Alınmış Kadınları Fotoğraflarken Öğrendiklerim

Polonya’nın merhametsiz kürtaj yasaları, fotomuhabir Kasia Strek’i üreme haklarının kısıtlandığı yerlerdeki kadınların tecrübelerini sergilemeye itti.

Bir de bunlar var

Sakıncalı Bir Düş: Pınar Selek
Kadın Hakları Bilincinde Türkiye’nin Bardağının Yarısı Dolu, Yarısı Doldurulmayı Bekliyor
Amerikan Adalet Sistemi Bozuk Değil

Pin It on Pinterest