Michael Hobbes’un 19 Eylül 2018’de Highline Huffington Post’ta yayımlanan “Everything You Know About Obesity Is Wrong” başlıklı makalesinin çevirisidir. İkinci bölüm için buraya.
1600’lü yıllarda bazı gemi kaptanları, her gün turunçgil tüketmenin iskorbütün ilerlemesini durduracağını düşündükleri için denizcilere limon, misket limonu ve portakal dağıtıyordu. Britanya Deniz Kuvvetleri bu tedavinin masraflı geldiğine karar verip çareyi arpanın pişirilip ezilmesiyle elde edilen mayşede aradı. Mayşe turunçgillere göre daha ucuzdu ancak hastalığın tedavisinde hiç bir işe yaramıyordu. 1747 yılında Britanyalı Doktor James Lind denizcilerle bir deney yaptı. Lind, denizcilerin bir kısmına turunçgil dilimleri, diğerlerine de sirke, deniz suyu ya da elma şırası verdi. Deneyin sonuçları gayet açıktı. Meyve tüketen denizciler o kadar çabuk iyileşmişti ki durumları kötüye giden diğer denizcilerin bakımını yapabilecek hale gelmişlerdi. Lind yaptığı deneyin sonuçlarını yayınladı. Ancak 50 yıl sonra Lind’in bulgularını uygulayan biri çıktığında Lind çoktan ölmüştü.
Böyle ihmallere tarih boyunca sıkça rastlanıyor. Emniyet kemerleri otomobillerden çok önce icat edilmişti ancak 1960’lı yıllara kadar arabada emniyet kemeri takılması zorunlu değildi. Asbeste maruz kalma kesin ölüm sebebi olarak ilk kez 1906 yılında kayıtlara geçti fakat Amerika Birleşik Devletleri asbest maddesini 1973 yılına kadar yasaklamadı. Halk sağlığı alanında yapılan keşifler ne kadar önemli olursa olsun toplumun gelenekleri, önyargıları ve mali engellerle karşı karşıya kalır.
Günümüzde de benzer bir şekilde bilim ve uygulama arasında kocaman bir uçurum var. Bundan yıllar sonra, obezite salgınını masaya yatırırken kullandığımız, yarardan çok zarara sebep olan yöntemleri ve şişman insanlara barbarca uyguladığımız tedavi yöntemlerini, bunları yapmanın daha iyi bir yolu olduğunu keşfettikten çok sonra, dehşetle hatırlayacağız.
Amerikalılar aşağı yukarı 40 yıl önce şişmanlamaya başladılar. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin verilerine göre, yetişkinlerin %80’i ve çocukların 1/3’ü artık aşırı kilolu ya da obez olarak tanımlanıyor. Amerikalılarda Parkinson, Alzheimer ve HIV hastalıklarının toplamından çok “morbid obezite” görülüyor.
Tıp camiasının hastalıklarda meydana gelen bu değişime ilk tepkisi ise şişman insanları şişman oldukları için suçlamak oldu. Obezitenin insanların kendi hatası olduğunu, sağlık sistemimizi zora soktuğunu, gayri safi yurtiçi hasılamızı düşürdüğünü ve ordumuzun gücünü tükettiğini söylüyorlar. Biz de bunları bahane edip şişman insanlara sataşıyoruz sonra da onların iyiliğini düşündüğümüzü söylüyoruz. İşte bu yüzden Amerikalılar kilo alma ya da aldıkları kiloyu verememe korkusuyla, her yıl video oyunlarına ve filmlere harcadığı paradan daha fazlasını diyetlere harcıyor. Yetişkinlerin %45’i ara ara ya da sürekli kilolarını kafaya taktığını söylüyor. Bu rakam 1990 yılına göre 11 puan artmış durumda. 3-6 yaş arası kız çocuklarının yarısına yakını şişman olmaktan korktuklarını söylüyor.
Bu durumun yol açtığı duygusal hasar ölçülemeyecek kadar büyük. İlk defa röportaj sırasında bu kadar insanın ağladığı, isimlerinin gizli kalacağından emin olmak için bana birkaç defa sorduğu, doktorlarla, tanımadıkları insanlarla ve kendi aileleriyle yaşadıklarını anlatırken kafalarını öfkeyle salladığı bir yazı yazıyorum. Röportaj yaptığım kişilerden birisi, kendisi okul servisine binerken çocukların “Baby Beluga” adında bir balinanın şarkısını söylediklerini hatırlıyor. Bir diğeri o kadar ağır diyetler denemiş ki bayıldığı zamanlar oluyormuş. Başka biri de eşi onu ışıkta çıplak görmesin diye aldığı aşırı önlemlerden bahsediyor. Bir tıp teknisyeni, adı Sam diyelim (kendisi benimle konuştuğunu karısı öğrenmesin diye ismini değiştirmemi rica etti), aynadaki görüntüsüne bir anlık da olsa gözü takılsa moralinin günlerce düzelmediğini söylüyor. “Şişmanım ama böyle olmamalıymışım gibi hissediyorum,” diyor. “En kötü zayıflık buymuş gibi geliyor.”
Bu konuya ilgi duymamın nedeni sadece gazeteci olmamla alakalı değil. Çocukluğumda aile içinde yaşanan her sorunun nedenlerinden biri de annemin kilosuydu. Beni okuldan almaya geldiğinde arabadan inmemesinin, bazen art arda birkaç yıl fotoğraf albümlerinde olmayışının, saatlerce köfte yaptıktan sonra yanımıza oturup bir kâse havuç yemesinin sebebi kilosuydu. Kimse lafını etmezdi ama herkes olanların farkındaydı. İlk defa geçen sene annemin kilosunu ayrıntısıyla konuştuk. Onunla kilosu yüzünden uğraşan olup olmadığını sorduğumda, seneler önce bisikletle yanından geçtiği bir adamın ona “pasaklı şişko” dediğini hatırladı. “Ama sık olan birşey değildi,” dedi. “Kilolarımın hayatıma en büyük etkisi, onlardan dolayı hayatta bazı şeyleri yapmayı ertelemiş olmam. Şişman insanların öyle şeyler yapabileceğini düşünmüyordum.” Annem yüksek lisansını 38 yaşında, doktorasını 55 yaşında tamamladı. “Kilomun başarılarıma gölge düşüreceğini düşündüğüm şeyleri yapmaktan kaçınıyordum.”
Sam gibi, diğer herkes gibi annemin hikayesi de böyle bitmek zorunda değildi. Doktorlar milyonlarca kişinin hayatını kolaylaştıracak, hatta hayatlarını kurtaracak iki şeyi 60 yıl boyunca biliyordu. Bunlardan ilki diyetlerin bir işe yaramadığı. Sadece paleo diyeti, Atkins diyeti ya da Weight Watchers (Kilo Bekçileri) ve Goop da değil, diyetlerin hiçbiri işe yaramıyor. 1959’dan beri yapılan çalışmalar, kilo verme çabalarının %95-98’inin sonuçsuz kaldığını ve diyet yapan insanların 2/3’ünün verdiği kiloları fazlasıyla geri aldığını gösteriyor. Bu duruma biyolojik sebepler neden oluyor ve bunlar değiştirebileceğimiz şeyler değil. Daha 1969 yılında araştırmalar, vücut ağırlığının yalnızca %3’ünü bile kaybetmenin metabolizmayı %17 oranında yavaşlattığını gösteriyordu. Bunun sebebi vücudun kıtlık moduna girerek kişi en yüksek kilosuna dönene kadar açlık hormonu salgılaması ve vücut sıcaklığını düşürmesiydi. Kilonuzu korumaya çalışmak demek vücudun enerji düzenleyici sistemiyle ve açlıkla hayatınızın sonuna kadar her gün, bütün gün savaşmak anlamına geliyor.
Tıp dünyasının tekrar tekrar tanık olmasına rağmen ders almadığı ikinci önemli konu ise kilo ve sağlık kelimelerinin eşanlamlı olmadığıdır. Neredeyse nüfus bazında yapılan her araştırmaya göre şişman insanların kalp sağlığının zayıflara göre daha kötü olduğu doğrudur. Ancak insanlar rakamlardan ibaret değiller: Yapılan araştırmalara göre obez olarak sınıflandırılan insanların 1/3’ü ila 3/4’ü metabolik açıdan sağlıklı olduğu görüldü. Bu kişilerde yüksek tansiyon, insülin direnci ya da yüksek kolesterol gözlenmedi. Buna karşın, epidemiyoloji uzmanlarına göre şişman olmayan insanların 1/4’ü “zayıf ama sağlıksız”. 2016 yılında yayımlanan bir araştırmada uzmanlar yaklaşık 19 yıl boyunca katılımcıları inceledi ve zinde olmayan zayıf insanlarda diyabet görülme olasılığının zinde olan şişman insanlarda görülme olasılığının iki katı olduğunu tesbit etti. Önemli olan beden ölçümüz değil, alışkanlıklarımız. Sebze tüketiminden tutun düzenli egzersiz ve el kavrama gücüne kadar birçok kriter kişinin sağlık durumunu, o kişiye karşıdan şöyle bir bakmaktan çok daha iyi belli ediyor.
60 yıldır obezite salgınına, her yeni çıkan diyeti deneyen biri gibi davranmamızdaki berbat ironi: tamamıyla aynı şeyi bir kez daha denersek, bu sefer farklı bir sonuçla karşılaşacağımıza inandık. Artık konuya yaklaşımımızı değiştirmenin zamanı geldi. Daha sıska bir halk olmayacağız. Ama daha sağlıklı olmak için hala bir şansımız var.
FOTOĞRAFLARLA İLGİLİ NOT: Obeziteyle ilgili makalelerde gördüğümüz fotoğrafların çoğu, şişman insanların gücünü ve kişiliğini ellerinden alıyor. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, haberlerde yer verilen kilolu insanların yalnızca %11’i profesyonel giyimli, %60’a yakını ise kafasız bedenlerden oluşuyor. Biz de bu yazımızda fotoğrafları tamamen konuklarımızın yaratıcılığına bıraktık. Onlar da kendilerini böyle göstermek istedi.
Corissa Enneking’in en zayıf olduğu zamanlar şöyle geçiyor: Corissa uyanıyor, duş alıyor, iştahını kesmesi için bir sigara içiyor. Çalıştığı mobilya dükkanına arabayla gidiyor, bütün gün 10 santimetre topuklularla geziyor, öğle arasında arabasında tek başına bir küçük paket yoğurt yiyor. İşten sonra yorgun düşüyor, ayakları sızlıyor. Ritz paketinden üç kraker alıyor, mutfak tezgahında krakerleri yiyor ve beslenme günlüğüne kalorilerini yazıyor.
Bunların hiçbirini yapmadığı günler de oluyor. Bazı günler eve gelir gelmez kendini yatağa atıyor. Açlıktan yorgun düşüyor ve başı dönüyor, Kansas’ın sıcağına rağmen titriyor. Akşam yemeği saatinde kalkıyor ve biraz portakal suyu içiyor ya da bir granola barın yarısını yiyor. Bazen akşam yemeğine kalkmadan bütün gece uyuyor, ertesi gün uyanıp her şeye yeniden başlıyor.
Birkaç sene önce bu şekilde yaşamaya devam ederken annesi onu hastaneye götürüyor. Doktora “kızım hasta, yemek yemiyor” diyor. Doktor Enneking’i baştan aşağı süzüyor. Altı ay boyunca kendini aç bırakmasına rağmen Corissa hala büyük beden kıyafetler giyiyordu, J. Crew’dan alışveriş yapamıyordu, Corissa sormasa da iş arkadaşları ve müşteriler hala ona diyet önerilerinde bulunuyordu.
Enneking doktora eskiden daha kilolu olduğunu, zayıfladığını, daha önce 3-4 sefer yine bu şekilde kilo verdiğini söyledi; yani gün içinde yemek yemeden dayanabildiği yere kadar kendini zorlayarak, katı yiyecekler yerine sıvı tüketerek, bir şeyler yemek yerine uyuyarak. Karnı hep açtı ama açlık hissini sevmeyi öğreniyordu. Yemek yediği zamanlar panik atak geçiriyordu. İş yerinde patronu Corissa’nın dengesiz tavırlarını fark etmeye başlamıştı.
Doktor, “Her ne yapıyorsan işe yarıyor,” dedi. Böyle devam etmesini ve yeteri kadar kilo verdiği zaman vücudunun besinleri daha farklı şekilde sindirmeye başlayacağını söyledi. O zaman diyetine birkaç yüz kalori daha ekleyebilecekti. Yeniden adet görmeye başlayacaktı. Zayıf kalmak bu kadar zor olmayacaktı.
Enneking şimdi, “kilom dışında her şey yeme bozukluğum olduğunu gösteriyordu. Üstelik doktorum da beni tebrik ediyordu,” diyor.
Sağlık sistemini şişman olan kime sorsanız size yaşadığı en az bir olayı anlatır. Enneking’in başına da aynı şeyler geldi: göz devirmeler, şüpheci sorular, reddedilen, ertelenen ya da geri çekilen tedaviler. Doktorlar güvendiğimiz yetkililer olmalı, hastaların derdine derman olmalılar. Ancak şişman insanlara göre doktorlar, her seferinde onlara farklı bir travma yaşatmaktan vazgeçmeyen insanlar. Şikâyetiniz ne olursa olsun, canınız ne kadar yanarsa yansın size ilk söyledikleri şey cips yemeyi bırakırsanız her şeyin çok daha iyi olacağı oluyor.
Bunlar nadiren yaşanan olaylar değil. Doktorlar şişman hastalarıyla olan randevularını daha kısa tutuyor ve o kısa zamanda da daha az duygusal yakınlık kuruyorlar. Hasta geçmişlerinde “iş birliğine yanaşmayan”, “aşırı düşkün”, “iradesi zayıf” gibi sözlere daha sık rastlanıyor. Yapılan bir araştırmada, doktorlara migren ağrılarından şikayetçi hastaların vaka geçmişleri gösterildi. Diğer her şey eşit olmasına rağmen doktorlar, şişman hastaların tavırlarının daha kötü olduğunu ve onlara söylenilenleri uygulama olasılıklarının daha düşük olduğunu söylediler. O da şişman hastaları görmeyi kabul ederlerse tabii. 2011 yılında Sun-Sentinel gazetesinin kadın hastalıkları ve doğum uzmanları arasında Güney Florida’da yaptığı bir ankete göre, doktorların %14’ü kilosu 90’ın üzerinde olan yeni hastaları kabul etmiyor.
Bu doktorların bazıları hastalarına toplum içinde yaygın olan önyargılarla yaklaşıyorlar. West Coast’ta bir anestezi uzmanının anlattığına göre, masadaki hasta anestezinin etkisiyle bayılır bayılmaz ameliyathanedeki cerrahlar hastanın vücudunu “liseliler gibi” aşağılıyorlar. Boston’da eskiden hemşirelik yapan Janice O’Keefe, bir doktorun ona şöyle bir baktığını, duraksadığını ve “kendine bunu nasıl yaparsın?” diye sorduğunu anlattı. Doğu Washington’da danışmanlık yapan Emily yumurtalığındaki kisti aldırmak için jinekoloğa gitti. MR sırasında doktor, Emily’nin vücudundaki yağları göstererek, “Şuradan kurtulmaya çalışan zayıf kadına bak,” dedi.
Emily, “kanser olduğumu düşünüyordum,” diyor, “ama doktorum o sırada kilomla ilgili bana ders vermeye çalışmakla meşguldü.”
Bazı doktorlar gerçekten şişman insanları aşağılamanın kilo vermeleri için en iyi motivasyon olduğunu düşünüyor. Mayo Clinic’te araştırmacı olarak görev yapan Sean Phelan, “dost acı söyler, biz onlara acı gerçekleri reçete ediyoruz,” diyor.
Biyoetik alanında çalışmalar yapan Daniel Callahan 2013’te yayınladığı makalesinde şişman insanlara yönelik yargıları savunuyor. “İnsanlar obez olduklarının farkında değiller. Farkına varsalar bile bu onları harekete geçirmek için yeterli olmuyor,” diyor. Kendisi insanların aşağılamaları sayesinde sigara bağımlılığından kurtulduğunu, aynı şeyin obezite için de geçerli olacağını öne sürüyor.
Günümüzde obezite ve insan davranışları üzerine yapılan onca araştırmaya rağmen hala böyle bir şeye inanmak artık çağ dışı. Callahan’ın makalesini eleştiren araştırmacıların da ortaya koyduğu gibi, sigara ve uyuşturucu kullanan kişileri “hayır deseniz yeter” gibi ifadelerle kınamanın madde kullanımının artmasına neden olması daha olası, çünkü bağımlılıklarını aileleriyle ve doktorlarla paylaşmaktan kaçınıyorlar.
Ayrıca sigara içmenin bir davranış olduğu açık ama şişmanlık bir davranış değildir. Boston’daki Beth Israel Deaconess Tıp Merkezi’nde endokrinoloji ve obezite uzmanı olarak görev yapan Jody Dushay’in söylediğine göre, hastaları Dushay’e başvurmadan önce bir sürü farklı diyet denemiş ve defalarca kilo alıp vermiş oluyorlar. Hastalara yine aynı yöntemleri denemelerini daha sert bir şekilde söylemek onları başarısızlığa mahkûm ediyor ve kendilerini suçlamalarına neden oluyor.
Tabii doktorların hepsi şişman hastalarını aşağılama peşinde değil ancak bazıları fark etmeden önyargılı davranarak hastalara zarar veriyor. Mesela doktorların büyük çoğunluğu hayatlarının 10 yılından fazlasını tıp fakültelerinin yüksek standartlı ve stresli ortamlarında geçirmiş, spor yapan zinde insanlar. Dushay, “Obezite konferanslarında sabahın 05.00’inde bile boş koşu bandı bulamazsınız,” diyor. Yapılan bazı araştırmalara göre zayıf doktorlar hastalara tavsiyede bulunurken kendilerini daha özgüvenli hissediyorlar, hastalarından daha çok kilo vermelerini bekliyorlar ve diyet yapmanın kolay olduğunu düşünmeye daha meyilliler. New England’da bir teknoloji şirketinde CEO olan Sarah (ismi değiştirilmiştir), bir keresinde doktoruna gün içinde yemek yemeyi kısmakta zorlandığını söylediğinde doktoru, “bana bak. Kahvaltıda sadece bir yumurta yedim ve gayet iyiyim,” demiş.
Bütün bunların yanında bir de bariz kültürel farklılıklar var. Danışman Kenneth Resnicow, hastalarıyla yakınlık kurmak isteyen doktorlarla çalışıyor. Resnicow’un dediğine göre, beyaz, zayıf ve varlıklı doktorlar, “yemek yapacak vakit bulamamak ne demek çok iyi bilirim,” gibi sözlerle düşük gelirli hastalarıyla bağ kurmaya çalışıyorlar. Bu hastalar, üç çocuğuna bakabilmek için iki işte birden çalışan bekar anneler de olabiliyor. Doktor onlara böyle söyleyince onlar da “hayır, bilemezsin,” diye düşünüyorlar. Doktorla araları bozuluyor, bir daha da düzelmiyor.
New Jersey’de akademisyen olarak görev yapan Joy Cox, 16 yaşındayken karın ağrısı şikayetiyle hastaneye gitmiş. Doktor safra yolundaki iltihabı teşhis etmek yerine, durup dururken bu kadar çok kızarmış tavuk yemeyi bırakırsa düzeleceğini söylemiş. “Kilomu ve siyahi oluşumu tek cümleyle aşağılamayı başardı,” diyor Joy.
Doktorların içinde bulunduğu finansal ve yönetimsel düzen bu tür kötü davranışları teşvik ediyor. 2015 yılında yapılan bir ankete göre bu sorun daha tıp fakültesinde başlıyor. Öğrenciler 4 yıllık eğitimleri boyunca ortalama sadece 19 saat beslenme dersi alıyorlar. Bu rakam 2006 yılındaki ortalamadan 5 ders saati daha az. Doktorlar işe başladığında sorun daha da büyüyor. Aile hekimleri her hasta randevusuna sadece 15 dakika ayırabiliyor. Bu süre, doktorun hastaya bugüne kadar yediği şeyleri sorması şöyle dursun, gün içinde yediği şeyleri sormasına bile ancak yetiyor. Tedaviye daha anlayışlı yaklaşmak da karlı değil. Kan testi ve tomografi çekimi gibi işlemler için sigorta tarafından yapılan geri ödemeler yüzlerce binlerce dolar olabiliyorken, doktorlar hastaya diyet uygulama ve beslenme danışmanlığı yapmak için yalnızca 24 dolar alabiliyorlar.
Phoenix’te aile hekimliği yapan Lesley Williams, ne zaman şişman bir hastası gelse bilgisayarındaki hasta takip programına uyarı geldiğini söylüyor. Çünkü doktor, hastanın kilosunu masaya yatırıp onu zayıflatmak için tedavi planı oluşturduğunu hastane yönetimine ve anlaşmalı sigorta şirketine kanıtlamak için yazılı olarak bildirmek durumunda. Hasta eklem iltihabı, kırık kolu ya da güneş yanığı için gelmiş olsa bile bu durum geçerli. Doktorun bunları bildirmemesi kötü performans değerlendirmelerine, sigorta şirketlerinin düşük ödeme yapmasına ya da doktorun hastayı bir uzmana yönlendirmesi durumunda geri ödeme alamaması gibi sonuçlara yol açabilir.
John Hopkins hastanesinde obezite uzmanı olan Kimberley Gudzune’a göre, doktorların uzmanlık alanı ne olursa olsun kilo probleminin kendi alanlarına girdiğini düşünmeleri de diğer bir sorun. Gudzune hastalarıyla çalışarak torunlarıyla daha çok oynayabilmeleri ya da kolesterol ilacını bırakmaları gibi gerçekçi hedefler belirlemek için aylar harcıyor ancak diğer doktorlar bütün bu süreci tehlikeye atıyor. Hastalarından biri kardiyoloğa gidene kadar çok iyi gelişme kaydediyormuş. Kardiyolog kadına 45 kilo vermesi gerektiğini söylemiş. Gudzune durumla ilgili, “hastam yine başarısız olduğunu hissetmeye başlıyor, biz de her şeye baştan başlamak zorunda kalıyoruz,” diyor. “Ya da hasta bir daha bana gelmiyor.”
Doktorlar kilolu hastalarıyla nasıl anlamlı bir iletişim kurulacağına dair eğitim görmedikleri ya da buna teşvik edilmedikleri için, hastalarına popüler diyetleri önerip onları basmakalıp sözlerle motive etmeye çalışmaktan öteye gidemiyor. Boston’da elektrikçi olan Ron Kirk’in anlattığına göre, yıllarca doktoru ilk çare olarak Ron’u diyetlere sokmuş ancak Ron hiçbir diyeti birkaç haftadan fazla sürdürememiş. Şöyle diyor: “Bana marulun ‘serbest’ olduğunu, istediğim kadar yiyebileceğimi söylüyorlardı.” Akşam yemeği olarak marul yiyormuş.
2012 yılında yapılan bir araştırmada 40 doktorun toplamda 461 hastayla olan görüşmeleri kayıt altına alınmış. Hastaların yalnızca %13’üne detaylı diyet ya da egzersiz planı verilmiş ve sadece %5’ine kontrol randevusu verilmiş. Araştırmacılara konuşan bir doktor diyet ve kilo vermeyle ilgili şöyle demiş: “Hastalar ayrıntılı bir sürü soru sormaya başlayınca insan stres oluyor. Hastaya temel şeyler konusunda özel danışmanlık yapacak zamanım yok. Onlara ‘al şu websitelerine bak,’ diyorum.” 2016’da yapılan bir anket, en başarısız diyet türü olan ‘öğün yerine geçen’ diyetleri deneyen kilolu Amerikalıların oranının, diyetisyenlere gidenlerin iki katı olduğunu gösteriyor.
Danışman ve müzisyen Andrew (gerçek ismi gizli tutuluyor) kendini bildi bileli şişman. Konuyla ilgili, “bu yanlış tedavi bile sayılabilir,” diyor. Birkaç sene önce Andrew düzenli kontrollerinden birine gittiğinde doktoru kilosunu ölçmüş ve ona “kilosunun tehlikeli düzeye” geldiğini, diyet ve spor yapması gerektiğini söylemiş ancak daha detaylı bilgi vermemiş. Andrew düşük yağ diyetine mi girsin? Düşük karbonhidrat diyetine mi? Vejetaryen mi olsun? Crossfit mi yapsın? Yoga mı? Yoksa ThighMaster zımbırtısından mı satın alsın?
Andrew doktoru için, “Bana halihazırda hangi sporu yaptığımı bile sormadı,” diyor. “O zamanlar kış dağcılığı için antrenman yapıyordum. Hafta sonları dağ yürüyüşü yapıyordum, haftada 4 gün spor salonuna gidiyordum. Doktor benimle daha uzun konuşmak yerine ayaküstü birkaç şey söyledi. Başından beri niyeti beni aşağılamaktı sanki.”
İşte bu tür durumlar yüzünden şişman hastalar doktora gitmekten kaçınıyor. Üç farklı araştırma, şişman kadınların meme kanseri ve rahim ağzı kanseri sebebiyle ölme olasılığının şişman olmayan kadınlara göre daha yüksek olduğu sonucuna ulaştı. Şişman kadınların doktora gitmekten ve tarama yaptırmaktan çekinmeleri de bu durumun sebepleri arasında gösteriliyor. Washington Üniversitesi’nde araştırmacı olan Erin Harrop, anoreksi hastası kilolu kadınları inceliyor. Medyada yer alan sıfır beden anoreksi hastalarının aksine kilolu kadınlarda kendini kusturma, müshil ilacı kullanımı ve kilo verme haplarının istismarı iki kat daha fazla görülüyor. Harrop araştırmalarında zayıf kadınların anoreksi tedavisine başlamalarının yaklaşık üç yıl , kilolu kadınların yeme bozukluğu sorununun dikkate alınmasınınsa ortalama 13,5 yıl aldığını görüyor.
Obezite alanında uzman danışman Ginette Lenham, “işimin büyük bir kısmı insanların sağlık sistemi sebebiyle yaşadıkları travmaları atlatmalarına yardımcı olmak,” diyor. İşinin diğer kısmıysa, hastalarının diğer herkes sebebiyle yaşadığı travmaları atlatmalarına yardımcı olmak.
Yazının devamı için buraya.
Tüm fotoğraflar: Finlay Mackay
Ana görsel: Fernando Botero, Piknik, 1989.