İnsanın çevresinde maddesel ya da titreşimsel dönen, onunla en ufak sicimsel bir bağlantısı olan her şey ile arasına çitler, duvarlar, dalga kıranlar koyma becerisi var. Julia Kristeva’nın ortaya attığı ve insanın öteki ile olan meselesine getirilmiş kanımca en açıklayıcı argümanlardan biri ‘abjekt’ kavramı. Kristeva en temel anlamıyla abjekti ben ile öteki arasındaki ayrımın kaybolması karşısında ortaya çıkan reaksiyonlar olarak tanımlıyor. Zeynep Sayın’ın Ölüm Terbiyesi kitabını okuduktan sonra ise bu kavram kafamda çok daha genişledi: kişinin abject olarak nitelediği (iğrenç, tahammül edilemez bulduğu) şey bir değillemedir. Kişinin “bu ben değilim” dedikleridir. Abjekt’in pütürcüklü bir yüzey, kanlı bir et parçası, bir ceset ya da bir Orta Doğulu mülteci olması pekala mümkündür. Hatta Zeynep Sayın bahsettiğim kitabında kadının da pek çok tarihsel ve dinsel anlatıdaki abjekt konumundan bahşediyor.
Bunlar geçtiğimiz haftanın büyük bölümünde zihnimi ve hayal dünyamı kuşatan Bertrand Mandico’nun 2017 yapımı Wild Boys filmi hakkında konuşmak için haddinden kapsamlı bir girizgah olsun. Clockwork Orange’daki çete ayarında çılgın ve vahşi beş oğlan çocuğunun ıslah edilmesini anlatan Wild Boys cinsiyetlerin geçişkenliği üzerine konuşması sebebiyle dikkat çekici bir film. Bu geçişkenlik hem karakterleri hem de izleyenleri kendi abjektleri ile sınıyor.
*Dikkat spoiler içerir.*
Filmde beş vahşi gencimiz tecavüzden cinayete giden bir suç listesi ve hiç durulacak gibi durmayan taşkınlıkları sebebiyle aileleri tarafından ıslah edilmek üzere Kaptan’a teslim edilirler. Bu heybetli ve karizmatik denizci en ıslah edilemez olanı bile uysallaştırması ile ünlüdür. Birlikte denize açılırlar, ilk günden itibaren tüylü bir meyve ile beslenen çocuklar Kaptan’ın boyunlarına taktığı tasmalarla kontrol edilerek teknenin günlük işlerini yerine getirirler. Birgün Kaptan onları tuhaf fakat çekici bir adaya getirir. Bu çocuklar için bir cezadan çok ödül gibidir, zira yiyecek, içecek ve cinsel ihtiyaçlara kadar sonsuz karşılanan bir tatmin adasıdır burası. Adadaki bitki örtüsü büyülü çekicilikte fallik simgelerle doludur. Bolca sıvı, akışkanlık, yapışkanlık…
Kaptan çocukları tek başlarına bırakıp ailelerinden ödeme olarak aldığı mücevher ve paraları patronuna götürmeye gittiğinde herşey biraz daha açıklık kazanır. Adayı keşfetmiş olan patronu, Doktor Severine, kendine büyük gelen takımı, geniş şapkası ve kocaman yüzükleriyle karizmatik bir kadındır. Tüylü meyvenin hormonlara etkisini araştırmaktadır ve bu iş için Kaptan’ı o tutmuştur. Onunla zaman zaman bir cinsel çekim anı yaşasalar da bunu şiddetle engeller.
Bir süre sonra tüylü meyvenin mahiyetini öğrenmemizle filmin açılımı başlar. Meyve, yavaş yavaş yiyenlerin cinsiyetlerini dönüştürüyordur. Film boyunca erkekliği (ve eşdeğeri olarak gücü) vurgulan Kaptan’ın da bu meyve sebebiyle bir memesi vardır. Çocuklar açısından bu durum hem ciddi bir alay hem de şehvet konusu olur. Doktor Severine de aslında kadına dönüşmüş bir erkektir. Zamanla çocuklar da dehşetle kendi bedenlerinin değişimine tanık olmaya başlarlar (Burada beş oğlanı canlandıran oyuncuların da kadın olduğunu belirteyim.) Bu dönüşüm henüz devam ederken oğlanların cinsel istekleri vahşice birbirine yönelir.
Beni bu yazıyı yazmaya iten kısım da oğlanların bu biyolojik dönüşüm karşısındaki tutumları oldu. Karakterlerin reaksiyonlarını abjekt kavramı ile çok yakından ilişkili görüyorum. Örneğin memeleri ilk çıkmaya başlayan çocuklar alay konusu ediliyorlar. Doktor Severin de onu öpen Kaptan’a önce karşılık veriyor sonra da öfkeyle kendinden uzaklaştırıyor. Asıl ilginç nokta da ilk kadınlaşan çocuklar en yakın arkadaşları ve suç ortaklarının cinsel saldırılarının hedefi haline geliyorlar.
Filmde her türlü cinsel sahne (ki bunlar hep bir seviyede saldırganlık ve şiddet içeren sahneler) erotik bir mistisizm içinde, ritüelistik bir şekilde sunuluyor. Herşey büyülü ve gerçek-dışı bir hissiyat yaratıyor. Bu görsel dil içerisinde cinsiyet ile ilintili tüm kavramların vahşi ve içgüdüsel dansına şahit oluyoruz. Biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlik gibi kavramların anlam kaymasına uğramaya ne kadar elverişli olduğunu görüyoruz.
Dikkat vermeyi hakeden noktalardan biri de oğlanlardan birinin kadına dönüşmeyi diğerlerini şok eden bir inatla reddetmesi. Yani zihinsel olarak bunu o kadar kabullenemiyorki inadı meyvenin biyolojik etkisini yavaşlatıyor. Fallusu öteki haline getiremiyor, erkek kimliğine sarılıyor. Biyolojik cinsiyet ve cinsel kimliğin uyuşmama durumunu tersten işliyor (erkek bedenine sahip olup kendini kadın hisseden kişilere daha sık rastlıyoruz son zamanlarda) tüm bu sahneler. Dönüşümü daha geç cereyan eden çocuklar arkadaşlarının kadın olmalarına çok çabuk cevap veriyor ve onlara karşı cinsel arzular beslemeye başlıyor, hatta saldırıyorlar. Ancak kendi bedenlerinin dönüşümüne ve genel olarak dönüşüm fikrine karşı farklı seviyelerde direnç gösteriyorlar.
Karakterler daha sonra yeni hallerini oldukça benimseseler de (son sahnede tam bir kadın gücü konuşması yaparlar) dönüşüm sırasındaki abjeksiyonlarının üzerine düşünülmesi gerektiği fikrindeyim. Neden dönüşüme, cinsiyetlerin karışmasına bu kadar karşıyız? Bu değilleme bize bizimle ilgili neler söylüyor? Kadın-erkek algılarının son derece baskıcı ve eşitsiz olduğu, homofobinin fiziksel ve psikolojik şiddete dönüştüğü toplum düzenlerinde bu değillemeyi irdelemek bana çözüme yönelik bir aksiyon olabilir gibi geliyor.