Yirmili yaşlarımın başındayken evimizde her ay bir güzellik ritüeli yapılırdı. Uyarmadı demeyin, bundan sonrası biraz absürt. Elinde kendi hazırladığı güzellik malzemeleriyle, bohçacı kadınlar gibi bir adam gelirdi bize. Bohçanın yerine Bond çantası taşırdı ve bunun içinden çıkanlarla güzelleşme fikri heyecan verici olurdu. Seyyar ciltçi adını taktığım bu adam, annem, teyzem, anneannem ve bana cilt bakımı yapardı. Önce yüzlerimizi hamur gibi yoğurur, maske yapar, sonra da kendi hazırladığı kremleri satıp ayrılırdı. Onun ardından pancara dönmüş yüzlerimize aldırmadan, bir yandan kahvelerimizi yudumlar bir yandan da yaptığının ne kadar işe yaradığı üzerine sohbete dalardık. Şehir efsanesi miydi bilmiyorum ama yoğurduğu yüzler arasında kimler kimler yoktu. Ciltlerimiz, ünlülerin seyyar ciltçisine emanetti yani!
Tahmin edeceğiniz üzere cildimi güzelleştirme konusundaki çabalarım bununla kalmadı. Hatta ergenlikte yüzüme doluşmayan sivilcelerin belirmek için yirmilerimin sonunu beklemesiyle birlikte işler daha çetrefil bir hâl aldı. Sivilcelerden kurtulmak uğruna giriştiğim mücadelede lazerden tutun da yüzümü kan revan içinde bırakan derinlemesine cilt temizleme işlemlerine kadar her yolu denedim. Tek istediğim pürüzsüz bir cilde sahip olmaktı. Güzellik bataklığına bir saplandın mı çıkması zordur. Bütün tedavilerin acısına katlanmak ise kadınlığın şanındandır adeta. Ağdayla bile ne kadar erken yaşta tanıştığımı düşünüyorum da! Cildimizin bakımı, kılımızın uzunluğu, kilomuzun miktarı, kaşımızın şekli derken bir dolu gereksiz kaideye göre ideal güzellik sunağına kendimizi adamamıza şaşmamalı.
Ursula Le Guin, Zihinde Bir Dalga kitabında, güzelliğin her zaman kuralları olduğunu, onun bir oyun olduğunu yazmıştı. Bunu hem eleştiren hem de bir noktaya kadar makul karşılayan cümlelerini gelin birlikte okuyalım:
“Bundan milyonlar kazanan ve kime acı çektirdiğini umursamayanların denetimine girdiğini gördükçe güzellik oyununa hınç duyuyorum. İnsanları kendilerini aç bırakmaya, deforme etmeye, zehirlemeye sürükleyecek kadar bedenlerinden hoşnutsuz olmaya ittiğini gördüğümde nefret ediyorum ondan. Çoğu zaman kendim de ufak ufak katılıyorum bu oyuna, yeni bir ruj alarak, güzel yeni bir ipek bluzdan mutluluk duyarak. Beni güzelleştireceğinden değil, kendisi güzel olduğu için ve onu giymekten hoşlandığım için. İnsan insan olalı kendini süsleyegelmiştir. Saça takılan çiçekler, yüzde dövme çizgileri, gözkapaklarına sürmeler, güzel ipekli bluzlar-insanın kendisini iyi hissetmesini sağlayan şeyler. Size yakışan şeyler. Beyaz bir yastığın tembel siyah bir kediye yakışması gibi mesela. Oyunun eğlenceli yanı bu.”
Tadında olunca güzellik ve bakımın bir zararı yok elbette. Ama iş şirazesinden çıkmaya o kadar meyilli ki… Karşımızda, yeni kusurlar üretmek için harıl harıl çalışan, sonra da bu kusurları ortadan kaldıran mucize ürünleri piyasaya süren koskoca bir güzellik endüstrisi var.
Hakim güzellik kültünü tek besleyen kozmetik sektörü değil tabii. Geçenlerde bir arkadaşım Instagram’da selfie paylaşırken “Bu filtre değil, yüz nakli” yazmıştı. Bilumum yüz filtresinin insanın yüzünü ne kadar değiştirebildiğini bundan daha iyi anlatan bir cümle olamaz herhalde. Eskiden sadece moda dergilerinde karşılaştığımız bol rötuşlu fotoğraflar sosyal medyada her dakika karşımızda. Bunca yıldır bu dergilere yazan, rötuşun nasıl bir hile olduğunu yakinen bilen biri olmama rağmen ben bile bazı fotoğraflara bakıp “Ne güzel ve doğal bir cildi var kadının” diye düşündüğümü itiraf etmeliyim.
Zaten bozuk olan güzellik algımızın bir de sosyal medya eliyle iyice çarpıtılmasını ve bunun sonucunda ortaya çıkan durumu anlatmak için ameliyatsız estetik yapan İngiliz doktor Tijion Esho tarafından yeni bir kavram türetildi: Snapchat algısı bozukluğu.
Snapchat ve Facetune gibi uygulamalarla, cildi pürüzsüz, kirpikleri uzun, dudakları dolgun, kemik yapısını daha köşeli hâle getirmek mümkün. Boston’da bir tıp merkezinin konuyla ilgili hazırladığı raporda uygulamaların ideal değil, gerçek dışı güzellik standartları oluşturduğunu söylemesi düşündürücü gerçekten. BBC’de yapılan bir haberde görüşlerine yer verilen 29 yaşındaki bir kadın, selfie’lerine baktığında çok tatlı göründüğüne inanırken, aynadaki görüntüsüyle karşı karşıya geldiğinde öfke duyduğunu söylemiş. En büyük kaygısı da, erkek arkadaşına yolladığı selfie’lerdeki imgesinin ardından, çocuğun onu kanlı canlı karşısında gördüğünde ne hissedeceğiymiş. Snapchat filtreleriyle güzel hissettiğinden o görüntüye ulaşmak için dudakları, çenesi ve yanaklarına dolgu yaptırmış. “Eğer sonuç beni daha özgüvenli ve mutlu yapıyorsa bana ne zararı dokunabilir ki?” diyor.
Amerika’da yapılan bir araştırma, 2017’de estetik cerrahlara başvuran hastalardan %55’inin selfie’lerde daha iyi görünme talebiyle geldiğini ortaya çıkardı. 2013’te bu oranın %13 olduğunu da not düşeyim. Snapchat’in geçen yılki 8 Mart Kadınlar Günü’nde Frida Kahlo filtresini yarattığında Meksikalı sanatçının ten rengini daha açık, yüz hatlarını daha simetrik hale getirdiği düşünüldüğünde, filtrelerin kadınların varolan hâllerinden memnuniyetsizlik duymalarına nasıl hizmet ettiği anlaşılabilir.
Başta anlattığım gibi cilt bakımı ürünlerine kayıtsız kalabilen biri değilim (isterseniz son aldığım serumun cildime ne kadar iyi geldiğini uzun uzun anlatabilirim) ama sosyal medyanın filtre dünyasına hiç bulaşmadım. Yorumlarda buluşsak, deneyim paylaşsak, filtrelere beraberce kafa tutsak ne güzel olur.