“Zaten müslüman bir kadın bu şekilde giyinip konuşmazdı.”

MEYDAN

“Peki sen müslüman mısın?”

Bir ay kadar önce yüksek lisans eğitimim için Paris’e taşındım ve çoğunlukla yabancı öğrencilerin yaşadığı bir yurda yerleştim. Mutfaklarımız ortak. Geçen gün yemek yapmaya mutfağa gittiğimde bir adamla tanıştım. Hangi ülkeden geliyorsun, hayatta neler yapıyorsun gibi sorular sorduk önce. Ben toplumsal cinsiyet, politika ve cinsellik üzerine bir yüksek lisans yaptığımı söyledim. Oldukça ilginç karşıladı ve “Nasıl yani, kadın erkek eşitliği üzerine falan mı? Kadınlarla erkekler zaten eşit ki artık,” dedi. Ben bu denli net bir ifade karşısında afallamış, soğandan yaşaran gözlerimi silmeye çalışırken, içimden nereden başlasam ki anlatmaya diye düşündüm. Sonra, basit örnekler vererek mesela iş dünyasında kadın ve erkeğin hala benzer şanslara ve maaşlara sahip olmadığını anlattım. Pek ikna olmadı. Ardından Türkiye’deki dini inançlara geldi mesele ve o malum soru soruldu: “Peki sen müslüman mısın?”

 

Bu soru sorulduğunda nedendir bilmem, hayır derken tereddüt ediyorum. Kendimi müslüman olarak tanımlamıyor olmama, herhangi bir dini inancım olmamasına karşın, içine doğduğum toplum beni doğuştan, ben istemesem dahi, müslüman yapıyor gibi bir algı yerleşmiş. Fakat bu kez bu algıyı kırıp “Hayır,” dedim. Gelen tepki de verdiğim cevabı destekliyor nitelikteydi (!): “Zaten müslüman bir kadın bu şekilde giyinip konuşmazdı.”

 

Önce anlamadım. Yani bana “çok açık” giyindiğim için hakaret mi ediyor, kafasındaki müslüman kadının “çok kapalı” giyinmesini mi eleştiriyor, yoksa beni övüyor mu kendince, emin olamadım. Yani, etek ve omuzları açık bir bluz giyince müslüman olamıyor muydum? Ya da konuşma tarzımda farklı olan neydi ki beni bir müslümandan ayırıyordu? Fakat, bunun konuşma veya giyim tarzıyla alakası olmadığını, pekala benim gibi giyinip düşünen inançlı birçok insan olduğunu söylediğimde pek inanmak istemedi, sen öyle olduğunu sanarsın gibi cevaplar vererek bastırmaya çalıştı. Bunun üzerine, gereksiz bulsam da ekleme ihtiyacı hissettim: “Ailem müslüman, bu fikrini değiştirir mi bilmiyorum”. Bunu duyunca bir hayli şaşırdı ve sessizleşti. Konuşma da bir-iki cümle sonrasında bitti zaten. -Belki eski kimliğimde din hanesi karşısında İslam yazdığını da söylemeliydim, daha vurucu olurdu.-

 

Bu küçük muhabbetin ardından aslında buradaki günlük hayatımda bazen ne denli garip önyargılarla, kalıplaşmış fikirlerle karşılaştığımı fark ettim. Adeta Türk, müslüman veya kadın olmanın tek bir karşılığı varmışçasına, yapılan tanıma uymadığımız takdirde şaşırtabiliyoruz. Yani, Türkiye’den gelip istediği gibi giyinen, istediği gibi düşünüp konuşan bir birey olmak bir tür başarıymış gibi kutlanıyor gizliden gizliye. Buradaki açık fikirli, modern ve laik topluma ne kadar da iyi uyum sağladığımız kanıtlanmış oluyor böylece kimileri tarafından. Ya da “iyi müslümanlar” olarak görülüyoruz, toplum değerleri ve sosyal hayat için “tehlike” arz etmeyen türden müslümanlar.

 

Türkiye’de ise kendi ülkemize uyum sağlayamadığımız söyleniyor. Farklı bir fikir beyan ettiğimiz takdirde aykırı ilan ediliyoruz, marjinalleştiriliyoruz. Kadın veya LGBTİ sesler, en doğal haklarımız için sokaklara dökülmek, yazılar yazmak, sesimizi duyurmaya çalışmak giderek daha fazla bastırılıyor. Dini bütün, ahlaklı Türk kadınını ve toplumunu temsil etmediğimiz söyleniyor ve bir grup marjinal olup çıkıveriyoruz.

 

Bu durumu üç-dört yıldır Fransa’da yaşayan bir arkadaşımla konuştuk ve bana burada, üniversitede tanıdığı müslüman bir kadın arkadaşından bahsetti. Örtünmesinin insanların ona yaklaşımını değiştirdiğini ve çoğunlukla zorlaştırdığını ya da öğrenciler arasında sosyalleşmeyi sağlayan birçok etkinliğin içkili olması sebebiyle bu kadının okul dışı buluşmalardan da uzak kaldığını fark ettiğini söyledi. Çok yabancı bir hikaye değil… Bu noktada toplum, sosyal manada “başarısız” olduğu ve insanlardan hak ettiği şekilde önyargısız ve açık bir tavır göremediği için bu kişiyi farklı/aykırı olarak ilan ediyor. Velhasıl, hepimizin de bildiği üzere toplumlar içlerinde barındırdıkları kültürel, etnik ve dini çeşitliliği görmezden gelmek, azınlıkta olanları dışlamak için envai çeşit yöntem uygulayabiliyor. Fransa örneğinde dışlanan müslüman bir kadın olurken, Türkiye örneğinde queer bir birey aynısını yaşıyor.

 

Bu noktada bir kavramı tanımlarken sınırlarını belirlemenin çok riskli ve zor bir iş olduğunu bir kez daha fark ediyorum. Nitekim yanlış/eksik yapılmış tanımlar beraberinde dışlanmayı da getiriyor. Bu yüzdendir ki Müslüman kadın tanımı örtülü, muhafazakar, gelenekçi bir kadın olmakla eşit tutuluyor. Google görsellerde “muslim women” veya “müslüman kadın” ifadelerini arattığımda çıkan görsellerin yüzde doksanı burkalı kadınları resmediyor.

 

Ama aynı şekilde, feminizmin tanımı ve insanlarca benimsenişi açısından da benzer bir tuzak var. Medya aracılığıyla (hele ki Türk medyası!) topluma feminist olmanın belli bir formülü varmış gibi yansıtılıyor. Örneğin, aynı arkadaşım makyaj yaptığı, mini etek giydiği hâlde kendisini nasıl feminist olarak tanımlayabildiği sorusuyla karşılaşıyor bir seferinde. Bu soruyu soran da bir feminist üstelik! Feminist olmayı hâlâ makyaj yapmamakla, erkeksi kıyafetler giyinmekle, erkeklerle beraber olmamakla, hatta onlardan nefret etmekle özdeşleştiren insanlar olduğunu biliyoruz da kendini feminist diye tanımlayan birinin bu kalıpları bu devirde tekrar edebileceği akla gelmiyor pek. Başörtülü bir kadının feminist olmasının dirençle karşılanması, anlaşılmakta zorlanılması gibi. İnançlı veya bedenini istediği şekilde örtmeyi tercih eden feministlerin, yine feministlerce dışlanması, feminist olmamakla veya çelişkili görüşler barındırmakla suçlanması yine çok iyi bildiğimiz bir hikaye.

 

Niçin illa birinden birini olmayı seçmek zorunda bırakılıyoruz hep? Neden aynı anda hem Türk, hem müslüman, hem kadın, hem feminist, hem de homoseksüel olamıyoruz mesela? Buna kim karar veriyor? Siz de bu kategorilere kendinizi sığdırırken zorluk çekiyor musunuz? Birini tutunca biri elinizden kaçıyor mu? Ya da başka başka ülkelerde, çevrelerde başka başka kategorilere göz kırpıyor musunuz?

 

Paris’teki öğrenci yurdumuzun ortak mutfağında ilginç karşılaşmalar devam ediyor. Türkiye’de hep bir tarafını görüp düşündüğüm dışlayıcılıkları, önyargı ve kalıpları burada bir de diğer uçtan seyrediyorum. Kimi zaman gülüyorum, kimi zaman anlamakta güçlük çekiyorum ama en nihayetinde, yemeğin ortak bir paydada birleştirici bir gücü olduğuna inananıyorum. İnanmak istiyorum. Sizin inancınız var mı? Yorumlarda buluşalım.

 
 
 

Görsel: Shary Boyle

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (III): Üretim Yapmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (III): Üretim Yapmak

Hataylı kadınların söylediği gibi, Hatay’a bir kez giden, bir kez daha gidermiş. Ben de dönmekte çok gecikmem umarım! 

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (II): Finansal Kaynak Bulmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (II): Finansal Kaynak Bulmak

Hangi kooperatifin ne zaman hangi destekten faydalandığının, bunun bir ayrıcalık mı yoksa bir hak mı olduğunun ya da “bağımsız” kooperatif titrini düşürüp düşürmediğinin çetelesini tutmak hiç de kolay değil.

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (I): Ortak Olmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (I): Ortak Olmak

Hatay’daki kadın kooperatiflerinin gündeminde neler var? Bu kooperatifler neler söylüyor, neler biliyorlar? Ne tür üretim ve ortaklık stratejileri geliştiriyorlar? 

MEYDAN

Y“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”
“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”

“aşk bir rüyaymış, uyandık” ama karında kelebekler de yok değil...

Bir de bunlar var

Ayşe Arman Egzotik Musevi Kadınlar Ormanı’nda
“Hayatlarına Sahip Çıkan Kadınlar” ve Feminist Politika Üzerine
Ben Sana Yandım Müftü

Pin It on Pinterest