Hepimiz o bakışı tanıyoruz. Sokakta, metroda, iş yerinde, mahallede ve hatta evde beliriveren bir çift gözden söz ediyorum. Gözlerde soru işaretleri, sorular muhtelif. Neyin nesisin sen? Eteğin çok kısa değil mi? Hâlin tavrın amma rahat, yoksa “yollu” musun? Bu saatte sokakta ne işin var? Eve giren adam kim? Sevgilin mi? Kocan mı? Bekâr mısın?
Konda’nın 2012’de, ‘Toplumdaki Ayıp, Günah ve Suç Algı ve Tanımları’ üzerine 28 ilde 2610 kişiyle yürüttüğü araştırmanın sonuçları, özellikle son sorunun neden bu kadar merak uyandırdığını anlamamıza yardımcı olabilir. Bekâr olarak ilişkide olmak %85 oranında günah, %90 oranında ayıp sayılırken, toplumun %40’ı bu tür birliktelikleri yaşayanların hapis cezası alması gerektiğini savunuyor.
Bekârlığın ne büyük bir tehdit olarak algılandığını ortaya koyan bu veriler Ceren Lordoğlu’nun İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak kitabından. Lordoğlu, yalnız yaşayan ve evlenmemiş kadınların yanı sıra dul, boşanmış, çocuklu, ailesiyle yaşayan, farklı sınıfsal ve kültürel konumlardan 28 kadınla görüşerek çeşitli bekârlık deneyimlerini bir araya toplamış. Bunu yaparken, bekâr kadınların mekânla kurdukları ilişkiden, devletin ve toplumun aile algısına, mahallenin anlamından, kamusal alanda fiziksel güvenlikle ilgili korkulara kadar pek çok meseleye dokunmuş. Temalar, Lordoğlu’nun konuştuğu kadınların anlattıkları doğrultusunda şekillendiği için okurken şehrin bambaşka bir noktasında yaşayan bir kadınla benzer sorunlara karşı mücadele verdiğinizi görüyorsunuz. Mücadeleyi sürdürme üzerine düşünürken “Şunu da yaz kitabına: kadınlar korkmasınlar kocalarından ayrılmaktan, biz güçlüyüz” diyen kadının gücünden güç alıyorsunuz.
Lordoğlu araştırmayı, Kadıköy, Sarıyer ve Bağcılar’da, farklı eğitim profillerini kapsayacak şekilde gerçekleştirmiş. Görüştüğü kadınların, yaşadıkları semtteki diğer bekâr kadınları temsil etme iddiası taşımadığını vurgularken, “Yapmak istediğim onların anlatımlarından ve kendi gözlemlerimden yola çıkarak, bu kadınların mekâna bağlı olarak ortaklaşan ve farklılaşan deneyimlerini görünür kılmak, onları buluşturmaktı” diyor. Her şeyden önce, şehrin neresinde yaşarsa yaşasın bekâr kadın bir merak unsuru. Elbette göreceli olarak daha rahat edilen semtler var ama Lordoğlu’nun deyişiyle, bekârlığın gizlenmesi, farklı sınıfsal profilden kadınların ortak paydası adeta. “Bağcılar’da tekstil sektöründe çalışan bir kadının boşandığının işyerinde mümkün olduğunca geç öğrenilmesi gelebilecek olan teklif ya da ilgilere yönelik bir savunma iken; erkek arkadaşı ile yaşayan üniversite çalışanı Sezin’in Üsküdar’da oturduğu mahallede apartmana girip çıkarken yüzük takmak istemesi ise çevreden gelebilecek rahatsız edici tepkilere karşı bir önlem gibiydi. Bağcılar’da oturan Zeynep faturada soyadının değişmesine kadar komşularına boşandığını açıklama gereği duymadığını, böylece gereksiz sorgulara maruz kalmadığını ifade ediyordu. Sarıyer’de yaşayan Aynur kocasının eve gelmediği ve boşanma işlemlerinin başladığı dönemde dahi, kocasının geç saatte ayakkabılarını karşı komşunun görebileceği şekilde özenle kapıya koymaya devam ediyordu. Beşiktaş Serencebey’de oturan Doğa birlikte yaşadığı erkek arkadaşını alt katındaki kuaföre nişanlısı olarak tanıtmıştı.” Kadınların bu tür taktiklere başvurmalarının sebebi, yazının başında bahsettiğim o bakış işte. Boşanmış ya da yalnız yaşayan kadınlar, “sahipsiz” oldukları için göz hapsinde tutulduklarını biliyorlar. Komşudan ya da mahalle esnafından gelebilecek densiz bir sorunun muhatabı olmaktansa davranışlarına çeşitli sınırlandırmalar getirmeyi tercih ediyorlar. Lordoğlu, kadınların yaşadıkları yerin değerlerine göre davranışlarını kontrol etmelerinin tek başına bir bakıştan dolayı değil; genel eril tahakkümün bir uzantısı olarak gördükleri ve gündelik hayatlarında sürekli karşılaştıkları bir hatırlatıcı olmasından kaynaklandığına değiniyor kitapta.
“Bizim buralarda bekâr olmaz, buralar hep aile yeri”
Kadınların evlenmeden önce ailelerinden ayrı eve çıkmaları Türk toplumunda pek hoş karşılanmaz. Ancak okumak için başka şehre taşınılması gerekiyorsa göz yumulabilen bir durumdur bu. Onun dışında, bir ailenin çatısından çıkıp bir başka aileninkine geçmeleri beklenir. Zaten geleneklerden siyasi söylemlere kadar her şey ailenin devamlılığını sağlamaya yönelik. Bunun iktidara kim gelirse gelsin değişmediğini kitaptan yapacağım bir alıntı doğruluyor. “Zehra Arat, 1923-2007 dönemlerinde siyasi parti programlarını temel alarak yaptığı çalışmada aile kurumunun hiçbir eleştiriye tabi tutulmadan kutsal kabul edilmesinin siyasi partiler açısından süreklilik gösteren bir eğilim olduğuna dikkat çekmektedir.”
16 yıllık iktidarı süresince AKP’nin dilinden aile vurgusu hiç eksik olmadı. İktidarın kurduğu düzende, bir takım bıyıklı adamlar, hem kadınların hayatları üzerinde ahkâm kesip durmayı alışkanlık haline getirdiler, hem de muhafazakâr ideolojiyle birlikte aile merkezli politikalar üretmeyi görev bildiler. Buna göre, kadın annedir ve eştir; bunlardan biri değilse devlet tarafından yok sayılır. Lordoğlu, Bağcılar’da AKP ya da Bağcılar Belediyesi üzerinden hiçbir kadınla görüşme fırsatı yakalayamamasını anlatırken, kurum yetkililerinin bekâr kelimesini duyar duymaz verdikleri “Bizim buralarda bekâr olmaz, buralar hep aile yeri” tepkisinin, bekârlığı görmemek ya da görmek istememekle alakalı olduğunu ifade ediyor. Ona göre bu, evlenmemiş ama bekâr olarak ailesiyle yaşayanların ya da boşanıp ailesiyle yaşayanların bekâr kabul edilmemesiyle ve aile olmamanın namussuz, gayri ahlaki işler yapan, kutsal aileyi tehdit eden bir şey olarak görülmesiyle ilgili. Bu zihniyetin, sosyal politikalarda bekâr kadını hesaba katacağını düşünmek saflık olur. Sadece dul kadınlar için sosyal yardımlar var ama o da belirli şartlara bağlı. Bekârlara ise ne bir sosyal yardım sağlanıyor ne de çocuk bakımı konusunda kolaylık. Dolayısıyla Lordoğlu’nun görüştüğü kadınlar arasında semt farkı gözetmeksizin, çocuk bakımı konusunda aileden ya da komşulardan yardım alma mecburiyeti yaşayanlar var.
Şehrin tekinsiz hâli
Kitabın, kadınların kentsel kamusal alanda fiziksel güvenlikle ilgili korkuları başlıklı bölümü ortak dertlere parmak basıyor. Erkek şiddeti, cinsel taciz ve cinsel saldırıya uğrama korkusunun yaygınlığı, sadece bekâr kadınların değil, tüm kadınların meselesi tabii. Kitapta da belirtildiği üzere yapılan araştırmalar, kadınların kentsel kamusal alanda yaşadığı korku ve endişenin tamamı ortak olmasa dahi, belirgin olarak erkeklerinkinden farklı ve fazla olduğunu gösteriyor. Neticede bununla baş etmek için sokakta olduğumuz saatten, izlediğimiz rotaya ve giydiklerimize kadar pek çok şeyi düşünmek zorunda kalıyoruz. Biliyoruz ki ataerkil işbirliği uyarınca, erkek şiddetine göz yumulabilir, hatta bu şiddet cezasız kalabilir. Çünkü devlet, şiddeti önlemek yerine, toplumun hassasiyetleri doğrultusunda kadınların davranışlarını düzenleyip sınırlamalarını istiyor.
Kitap boyunca hem Kadıköy’de yaşayan hem de diğer semtlerde oturan kadınlar tarafından bekârlar için en rahat semt addedilen Kadıköy’de bile kadınların mekânla kurdukları ilişkide farklı stratejiler geliştirmek zorunda oldukları ortaya çıkıyor. Kadınlar önce Lordoğlu’na, Kadıköy’de “kendisinin araştırdığı tür” sınırlama ya da baskıların olmadığını, kendilerinin de buna maruz kalmadığını söylerler. Oysa, “Mahalledeki davranışları ve yaşam biçimlerinin detaylarını anlattıkça, görüşme sonunda belli sınırlılıklarının olduğunu, o kadar da özgür ve rahat olmadıklarını fark ettiklerini itiraf ettiler.” Anlaşılan, şehirde bekâr kadın olmayı, davranış ve tutumların buna göre düzenlenmesinden ayrı düşünebilmek mümkün değil.
Ana görsel: Alice Wellinger.