Çamaşırlarını yıkamak zorunda olmadığınız bir adamın adını taşımak zorunda olmak size de tuhaf gelmiyor mu?

MEYDAN

Ona Küçük Davalar Açın

Evlilik aşkı öldürmesin, ilk günkü heyecan hep sürsün mü istiyorsunuz? Öyleyse ona küçük bir dava açın ve soyadınızı geri alın!

 

Evli kadının soyadı meselesi, insan hakları boyutunda oldukça konuşulmuş, tartışılmış ve aslında teorik olarak çözülmüş bir mesele. Evlenen kadının kocasının soyadını tek başına ya da kendi soyadı ile birlikte kullanmak zorunda kalmasının insan haklarına aykırı olduğu konusunda tartışma yok. Öyle ki Türk Anayasa Mahkemesi, evli kadının kocasının soyadı olmaksızın sadece kendi soyadını kullanabilmesi gerektiğini içtihat ediyor, aile mahkemeleri kadının bu taleple açtığı davayı derhal kabul ediyor ve iş Yargıtay’a giderse Yargıtay kadın lehine hüküm kuruyor.

 

Fakat meclis bir türlü bu konuda gerekli yasal düzenlemeyi yapmadığından, kadının bu iş için kalkıp dava açması, hem de kocasını hasım göstermesi gerekiyor!

 

Burada kadının istediği soyadını kullanabilme hakkını tartışmayacağım. “Diğer soyadı da babadan geliyor yalnız, o da erkek” ya da “peki çocuk olunca ne olacak” gibi argümanlar ile katkıda bulunmak isteyenlere: “cınım çık tıtılısınız yhaa” diyor, öpücükler gönderiyor ve devam ediyorum. Evli bir kadın olarak soyadınıza sahip çıkmak istediğinizde toplumun kerhen de olsa kabul ettiği “hobi olarak feminizm” sınırını biraz aşmış, “fazla feminist” olmuş oluyorsunuz. Bayılıyorum bu lafa: fazla feminist!

 

“Fazla feminist” bir şey yapmanın en güzel yanı elinize kusursuz bir insan turnusolü geçmesi oluyor. Soyadı davası açmak her şeyden önce kadın ve erkek arkadaşlarınızı yeniden ve daha derinden tanımanıza vesile oluyor.

 

Ancak uyarayım, eşinizi bu dava vesilesiyle tanıyamıyorsunuz. Eşi tanımak daha çetrefil bir iş. “Bir arkadaşımın” eski eşi mesela, kadın boşanmak istediğini söylediğinde, ilişkinin yürümesi için ne kadar özverili davrandığını ve ne kadar da harika bir “adam” olduğunu anlatmaya çalışırken, “Ben o davayı bile kabul ettim” demiş. Bunu duyan kadının kulaklarından iki damla kan aktığı rivayet olunur.

 

2004 yılında hukuk fakültesine girdiğimde Ayten Ünal, soyadına yeni kavuşmuştu. Ayten Ünal Türkiye’de soyadını geri alan ilk kadın. 1995 yılında açmıştı davayı. Yirmi yıla yakın sürdü mücadelesi. Ayten Ünal’ın hikâyesini gazeteden okuduğumda koymuştum aklıma bunu yapacağımı. Sonra aradan on yıl geçti ve 2014’te sevgili eşimle ben, balayından döner dönmez soluğu adliyede aldık.

 

Davada eşinizle birlikte nüfus müdürlüğünü de hasım gösteriyorsunuz. Şimdi olsa nüfus müdürlüğünü hasım göstermeden açmayı denerim davayı, ancak o zaman açıkçası uğraşmak istemeyerek benden öncekilerin izlediği yolu izledim ve nüfus müdürlüğünü de hasım gösterdim. Davayı açtıktan sonra mahkeme kalemini “tebligatlar yapıldı mı” falan diye arayıp durdum. Kalemdekilerle bir türlü anlaşamıyordum. Davanın neye ilişkin olduğunu hiç anlamadılar. Boşandım da eski kocamın soyadını kullanmak istiyorum zannettiler. “Bu durumda nüfus müdürlüğünü hasım göstermenize gerek yok” dediler. Hayır, dedim, defalarca durumu açıkladım. Fakat ne dediğimi bilmediğimi düşünmüş olacaklar ki davalı olarak gösterdiğim nüfus müdürlüğüne tebligat yapmamışlar “gerek yok” diye. Konunun bu kısmında uzun uzun hukuk sitemi eleştirisi yapabiliriz. Nihayetinde benim dava dilekçemde “davalı” olarak gösterilen tarafa kalem müdürü gerek görmediği için tebligat yapılmadı.

 

Duruşma günü hakim “ben dün fark ettim tebligat yapılmadığını, dün hemen elden yaptırdım” dedi. Duruşmaya gelen nüfus müdürü kadın, davaya itiraz edeceklerini, bu sebeple cevap için süre istediklerini söyledi ve duruşma ertelendi. Yeni duruşma günü geldiğinde nüfus müdürlüğünün acayip cevap dilekçesi neyse ki dosyaya sunulmuştu ve hakim o gün davayı kabul etti. Duruşmadan sonra gittim nüfus müdürü ile konuştum, temyize gidecek misiniz, diye sordum. “Beni yanlış anlamayın, ben kadın haklarına saygılıyım. Fakat temyiz etmek zorundayım.” dedi kadın. İşin gerçeği, temyize gitmek zorunda falan değildi. Sadece ürkmüştü başına bir iş gelmesinden. Çünkü “fazla feminist” bir durum vardı ortada ve bu işin içinde olmak onu huzursuz etmişti.

 

Netice itibariyle dosya Yargıtay’a gitti, Yargıtay temyiz talebini reddetti ve ben soyadımı geri aldım. Neredeyse bir yılımı aldı dava süreci. Soyadım değişince, işyerinde boşandım zannederek benimle empati konuşması yapmaya gelenler oldu, durumu açıkladığımda göz devirip gittiler. “Aman canım sen de” ile başlayan cümleler “niye evlendin o zaman?” sorusu ile devam etti. Hatta boşandıktan sonra “değdi mi o kadar uğraştığına” diyenler oldu. Böyle zamanlarda şaka ile hadsizlik arasındaki çizgi görünmez oluyor.
Benim soyadı davası açarak kendi soyadımı kullandığımı öğrenen bir anayasa hukuku profesörü dahi “bilseydim, seni bu sınavdan geçirmezdim” minvalinde bir şaka yaptı bana. Bundan birkaç yıl önce, aynı saygın hukuk fakültesinde bir ticaret hukuku profesörü, okulda kız öğrencilerin çoğunlukta olduğundan bahsederken “erkeklere, cennete düştünüz diyorum” diyerek pişkin pişkin gülmüştü derste. Dayanamayıp, söylediği sözün korkunçluğunu adamın suratına vurduğumda ve böyle bir şakanın yapılamazlığını açıkladığımda beni not etmiş olacak ki o sömestr “biraz” uğraştı benimle.

 

Yolumuz uzun, gidin soyadınızı geri alın kadınlar! Dava süreci zor değil. Benim davamda olduğu gibi “aksilikler” olmazsa sadece iki kere adliyeye gitmeniz gerekiyor. Bir de karar yazıldıktan sonra taraflara tebliğ edilmesi için talepte bulunmanızı isteyebiliyorlar. Süreci mahkeme kalemini arayıp takip edebilirsiniz. Eşinizin duruşma günü gitmesi yeterli. Dava dilekçesi için şöyle yardımcı olabilirim. (Ancak 2014 sonrası çıkan yeni kararları da içeren daha güncel bir dilekçe de hazırlamak isteyebilirsiniz.) Bu konuda alınacak her bir yargı kararı kıymetli. Ne kadar çok karar, o kadar çok görünürlük demek. Hak, kolay kavuşulan bir şey değil.

 

Benim baktığım yerden, soyadımıza sahip çıkmak her birimizin ödevi. İki soyadı kullanmak “ben evliyim” diye bas bas bağırmak demek. Kocanın soyadını sessizce alıvermenin -hele feminist kadınlar için- ikiyüzlü bir tarafı var. Yasal düzenlemenin yıllardır yapılmayışının ise kanun koyucunun kadınları görmezden gelmesi olduğu açık. Bu davayı açma imkânı olan tüm kadınlar ayağa kalkıp soyadlarını geri almalı. “İmkan” kelimesini özellikle kullanıyorum; kelimenin içine bu davanın açılabilirliğinden haberdar olmak ve kocasıyla çevresinden görebileceği psikolojik şiddeti göğüsleyebilme gücü giriyor çünkü. “İmkanı olan delirsin” diye bir duvar yazısı var ya, ben pek severim. Ancak hayır, imkanı olan delirmesin, gidip dava açsın arkadaşlar.

 

Bizim için üretilmiş bahanelere saplanıp kalmayalım. Çocuklarımızla aynı soyadını taşımak istiyorsak bunun için önce kocanızla uzlaşıp sonra gidip birlikte mücadele edebiliriz. Bir ailemiz var diye isimsizleştirilmek zorunda değiliz. Ailenin içinde birey olmak erkek kadar kadının da hakkı. Çamaşırlarını yıkamak zorunda olmadığınız bir adamın adını taşımak zorunda olmak size de tuhaf gelmiyor mu?

 

 
 

Görsel: 16 Nisan 1926, Adliyede sızıntı, Los Angeles Times.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

İl İl Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ne Nasıl Sahip Çıkıyor?
“Güldünya” Dizisinde Olmayan Neydi?
Sokak Tacizlerine Karşı: Tebeşirden Hollaback! Protestoları

Pin It on Pinterest