Andrew Brown’un 17 Temmuz 2018 tarihli The Guardian’da The Ugly Scandal That Cancelled the Nobel Prize başlığıyla yayınlanmış makalesinin çevirisidir.
Üyelerinin gözünde, dünyada İsveç Akademisi’nden daha önemli bir kültür kurumu yoktur. Kendilerini (daima büyük harflerle) “On Sekizler” olarak adlandıran bu ekip, diğer grup üyeleri tarafından yaşam boyu üyelik için seçilir. Her perşembe akşamı Stockholm’ün eski şehir merkezinde kendilerine ait bir restoranda akşam yemeği için buluştukları bir ritüelleri vardır. Yılda bir defa olmak üzere de, mücevherler ve formaliteyle dolu bir törende, Nobel edebiyat ödülü akademinin daimi sekreteri tarafından takdim edilir ve tüm dünya alkış tutar.
Ancak bu yıl ne ödül ne de tören olacak. Kasım 2017’de İsveç basını, akademi üyelerinden birinin kocasının yirmi yıldan fazla bir süredir gerçekleştiği iddia edilen tacizler nedeniyle seri cinsel istismarla suçlandığını ortaya çıkardı. Fransız fotoğrafçı ve kültür girişimcisi Jean-Claude Arnault, şair ve akademisyen Katarina Frostenson ile evli. Arnault’ya karşı yapılan saldırı suçlamalarının yanında bu çift, akademinin finansmanını kötüye kullanmakla da suçlanıyor. Arnault tüm suçlamaları reddetti ve Frostenson açıklama yapmaktan kaçındı.
Skandal nedeniyle akademi felce uğradı, çok sayıda istifa ve ihraç oldu. On Sekizler’den altısı, müzakerelerin tüm aşamalarından çekildi, diğer ikisi ise buna zorlandı. Kurallara göre, yeni üyeleri atamak için on iki üye olması gerekiyor. Yani sadece on kişiyle önemli kararlar alınamaz veya yeni üye seçilemez. Oluşan boşluk tahkirle doldurulmuş vaziyette.
Üst düzey bir akademi üyesine göre, kurumdaki ahlaki çöküşten sorumlu olan adam –çürümüş maço değerleri ve küstah zorbalığıyla – akademinin eski sekreteri, eleştirmen ve tarihçi Horace Engdahl. Arnault’nun yakın arkadaşı olan Engdahl, akademinin şimdiki sekreterinin bugüne kadarkilerin en kötüsü olduğunu söyledi.
Skandal, Stockholm’deki günlük gazete Dagens Nyheter‘in, on sekiz kadının Arnault tarafından tacize ve/ya istismara uğradığı konusundaki ifadelerini yayımlamasıyla patlak verdi. Kadınların çoğu isimsiz olsa da, topluca yarattıkları etkiyi göz ardı etmek mümkün değildi. Olayların ikisinde iddialar tecavüz boyutundaydı.
Konuyu küresel çapta bir skandala dönüştürense, İsveç Akademisi’nin temelindeki çürümüş bir şeyleri ortaya çıkarıyor gibi gözükmesiydi: saldırıların çoğunun Paris ve Stockholm’de akademiye ait lüks dairelerde gerçekleştiği söyleniyordu. Arnault ve Frostenson, yıllar boyunca akademi ödeneklerinden sahibi oldukları ve birlikte işlettikleri bir sanat kulübüne aktardıkları paralarla kar etmişlerdi. Bununla birlikte, Frostenson edebiyat ödülünü kazanan isimleri Arnault’ya sızdırmak ve bu sayede Paris’teki bahisçilere büyük paralar kazandırmakla suçlanıyordu. Arnault’nun avukatı Björn Hurtig, Expressen‘e müvekkilinin “rahatsız olduğunu ve istifa ettiğini” ve “bunların tamamen yanlış olduğunu, bu iddialar konusunda masum olduğunu” söylediğini belirtti.
Skandalın patlamasından kısa süre sonra, akademi sekreteri Sara Danius kendisinin de Arnault tarafından tacize uğradığını beyan etti. Danius avukatları göreve çağırarak Frostenson’u akademiden ihraç ettirmeye çalıştı. Bu arada, Arnault’nun güçlü destekçileri vardı. Yakın dostu Engdahl, Danius’un ihraç edilmesi için bir kampanya başlattı. Bulvar gazetesi Expressen‘deki bir makalede Engdahl, akademideki karşıtlarının adiliğinden dem vurup, onları “Katarina Frostenson’u yaralamak ve küçük düşürmek için kumpas kurmuş … kaybedenler kulübü” olarak tanımladı.
Sonuçta, iki kadın da koltuklarını bıraktı. Danius’u desteklemek için, akademinin yeterli çoğunluğu sağlamasını engelleyecek sayıda üye çekildi ve geriye kalan üyelerin kontrolü Engdahl’a kaldı. Akademi nezdinde nihai sorumluluğun sahibi olan İsveç Kralı, Nobel Edebiyat Ödülü için feci sonuçlar doğurabileceğine rağmen bu yazki tüm faaliyetleri sonlandırdı. Ödülü fonlayan Nobel Vakfı ise akademi temizlenene kadar desteğini dondurduğunu açıkladı.
Edebiyat ve kültürün gelişmesi için yola koyulmuş insanların, aslında bir takım yazarlar ve onların etrafında öbeklenmiş kişilere hizmet ettiklerini keşfettikleri bir trajedinin unsurlarını içeriyor bu skandal. Sanatta mükemmellik, emeliyle sosyal prestij arayışının birbirine karıştığı bir olay. Akademi, kulüpteki yemekler orada seçilen insanların işleri kadar önemli bir başarıymış gibi davranıyordu.
Akademi, T.S. Eliot kültürünü simgelediğini düşünüyordu: gücün geleneğin hizmetinde olduğu, biraz maskülen ve hayli elitist. Fakat daha çok yaşlı rock star kültürüne benzediği ortaya çıktı: para ve şöhretle kuşanmış kibirle birlikte kendini beğenmiş ve maço. Akademinin itibarının yıkılışı sadece eski, tuhaf bir İsveç kurumunu değil aynı zamanda onun savunduğu idealleri ve Nobel ödülünün simgelediği küresel yüksek kültür hayalini de zarara uğrattı.
Akademi, 1786’daki kuruluşundan beri elitist bir kurumdu. İsveç’teki en iyi yazarları ve bilim insanlarını kapsaması, dili koruması ve geliştirmesi amaçlanıyordu. İsveççede bilinen tüm sözcüklerin resmi bir listesini çıkardı ve bir yüzyıldan daha uzun süredir, hala dilin eksiksiz bir sözlüğü üzerine çalışıyor. Üyeler hayat boyu üyeliğe seçiliyor ve trompetler eşliğinde verilen bir ziyafetle göreve başlıyor. Oldukça zengin bir kurum olan Akademi’nin tahmini 110 milyon sterlin değerinde yatırımları var. Üyelik, kayda değer finansal avantajları da beraberinde getiriyor: Stockholm’un en güzel bölgelerinde daireler, akşam yemekleri ve şahane ofislerin kullanımı gibi pek çok ayrıcalıktan istifade edilebiliyor. Üyelerin maaşları kamuoyuna açık değil, ancak vergi beyannamelerinin bir Stockholm gazetesindeki incelemesine göre, aktif bir katılımcı olduklarında, yılda yaklaşık 40,000 sterlin kazanıyorlar. Sekreterlik tam zamanlı bir iş ve aylık ücreti bilinmiyor, ancak miktarı, hizmet verilen her yıl için 10,000 sterlin kadar artıyor.
Akademinin, günümüz İsveçi için ne tür bir işlevi olduğunu anlamak zor. Geliştirilmesi amaçlanan edebiyat türü büyük ölçüde devlet desteğiyle hayatta tutulmakta. Birkaç istisna dışında, üyelerinin çoğu yazarak hayatını idame ettiremez. Elbette dünyanın her yerindeki yazarlar için geçerli bu; ancak İngilizcenin başı çektiği birkaç küresel dilin hakimiyetindeki dünyamızda, İsveççe gibi –yalnızca 9 milyon kişinin konuştuğu– bir dil, çoğu yazarı ekonomik olarak geçindiremez. İsveç’te satılan kitaplar, neredeyse her zaman karı garantili çeviri eserler, yani suç romanları ve nadiren de “Popular Music from Vittula” gibi tuhaf edebi çıkışlar oluyor.
1970’lerde, akademinin İsveç kültürünün doruk noktasını simgelediği fikrine saldırılar başladı. Aynı zamanlarda, Avrupa –özellikle de İsveç– kültürünün, insan başarısının zirvesini temsil ettiği yönündeki yaygın inanış da ikna edicilikten uzak görünüyordu. Akademi için bu durum, yavaşça büyüyen, fakat varoluşsal nitelikte bir tehditti. Akademideki uzmanların olağanüstü hırsları, yalnızca yabancı edebiyat eserlerini orijinal dillerinden okumaya değil, bunun da ötesinde, onların özgünlüğünü ve önemini kendi geleneklerine göre değerlendirmeye yönelikti. Edebiyat dünyası Latin Amerika, Afrika, Hindistan, Japonya ve Çin’i de kapsayacak şekilde genişledikçe bu amaç gerçekçiliğini yitirdi.
Akademi, İsveççenin Avrupa uygarlığının en önemli dillerinden biri olduğu, diğerleri kadar övgüye layık olduğu iddiasını somutlaştırmak ve güçlendirmek için kurulmuştu. 1974 yılında, kendi üyelerinden ikisini — ağır alay konusu olmasına rağmen — şair Harry Martinson ve Eyvind Johnson’ı ödül için seçerek bu inancı sınadı. (Dört yıl sonra Martinson intihar etti.) Alaylar haksız yere sert görünüyor: Martinson, örneğin 2016’da ödül alan Bob Dylan’dan çok daha iyi bir şairdi. Fakat bu küçümseyici tepki aslında kapıdakilerin habercisiydi.
Akademinin prestijinin vahim durumda olduğu bu dönemde, Martinson’dan boşalan kürsüye romancı Kerstin Ekman seçildi. Ekman, İsveç’in kuzeyinde yaşıyor ve akademinin prestijini pek önemsemiyordu. Kendi çalışmalarını aksatacağından ötürü Stockholm’deki haftalık yemeklere gitmeyeceğini bildirdi. 1989 yılında Ekman, akademinin, hakkında fetva çıkarılan Salman Rushdie’ye destek olmak konusunda görüşmeyi dahi reddeden tavrı karşısında kurumdan ayrıldığını açıkladı. İki üye daha Ekman’a katılarak istifa etmeye kalkıştı. Sekreterlik, bir akademi üyesinin ölmeden önce ayrılmasına dair tüzükte bir hüküm bulunmadığını açıkladı ve istifaları reddetti. Sonunda üç üye akademiyle tüm iletişimi kestiler. Bu skandal, kurumun gizemli dokunulmazlığında ilk gediği açtı. Üyeler, dünyada bir fark yaratmayı seçebilirdi. Tersine, kendilerinin ne kadar önemli olduğuna dair bir inanca ve mutlak gizlilik haklarına tutunarak içlerine kapandılar.
Mayıs’ta, Stockholm’e son gidişimde, ulaştığım akademi üyelerinin hiçbiri konuşmadı; sadece birkaç kişi kayda müsaade etti. Burası küçük bir şehir ve içindeki kültürel çevre daha da küçük. Sanırım hiç kimse yabancı basının önünde kirli çamaşırları ortaya dökmek istemiyor. Ancak bana tekrar tekrar; akademinin küçük klikler tarafından yönetildiğini ve olayların, içindeki insanların kişisel ilişkilerinin dışında anlaşılamayacağı söylendi.
Ekman, İsveç’te romanları satan birkaç akademi üyesinden biriydi. Popüler ve elit yazın arasındaki uçurumun 1980’ler boyunca büyümesini— daha sonra sadece biri akademiye yakın olacak – iki İsveçli yazarın hayat hikayelerinde takip edebiliyoruz. 70’li yılların sonlarında, Kuzey Kutup Dairesi’ne yakın küçük bir şehir olan Umeå’da, her ikisinin de adı Stig Larsson olan ve bir hayli gelecek vadeden iki genç yazar yaşıyordu. Biri 17 yaşında, hala öğrenciyken bir edebiyat dergisi çıkarmıştı. Devletten hibe koparır koparmaz bu etkinliği Stockholm’e, benzer şekilde hevesli ve İsveç edebiyatının durumundan hoşnutsuz olan üniversite eğitimli eleştirmenlerin meydana getirdiği sıkı bir grubun merkezi haline gelen Kris yani “Kriz” adlı dergiye taşıdı. Larsson, 24 yaşındayken The Autists adlı, anlamsız seks ve yabancılaşma dolu bir roman yayınlayarak bir sansasyon haline geldi.
Başarısı o kadar büyüktü ki, diğer Stig Larsson adının yazılışını Stieg olarak değiştirdi. Yıllardır, geçimini sol görüşlü küçük dergilerle sağlarken, neredeyse tam bir gizlilik içinde “Kadınlardan Nefret Eden Erkekler” adlı bir roman üzerinde çalışmaktaydı. Kitaplarının yayımlandığını bile görmeden hayatını kaybetti, ancak İngilizce çevirisinde “Kadınlardan Nefret Eden Erkekler” ismi “Ejderha Dövmeli Kız”a dönüştü ve Abba’dan ya da muhtemelen Minecraft’tan sonra İsveç’in en büyük kültürel ihracatı oldu. Akademiden pek fazla üyenin onu okuduğunu sanmıyorum.
Kris küçük ama oldukça rağbet gören bir dergiydi; dönemin İsveç edebiyatının, asil emekçilerle ve sosyalizme dair samimi kaygılarla dolu ağırbaşlı değerliliğine karşı bir çeşit slogandı. Kris, Derrida’yı ve sözüm ona dar görüşlü Amerikalı yazarlara karşı Fransız ve Alman edebiyatını tavsiye ediyordu. Stig Larsson, Foucault ile röportaj yapma noktasına bile geldi. Bütün bunlar, İsveç’te popüler kültürün başka bir yöne kaydığı, yani Avrupa etkilerini ve dillerini göz ardı ederek İngilizceyi, televizyonu, hamburgerleri, kredi kartlarını, ünlüleri ve golfü kucakladığı bir zamanda gerçekleşti.
Kris dergisinin isyankar elitizmi, sadece popüler kültürle değil; 1980’lerin başlarındaki İsveç Akademisi’nin katı ve demode elitizmi ile de tam bir tezat oluşturdu. İsveç bağlamında akademi, ülkeyi kırk dört yıldır yöneten sosyal demokratların eşitlikçi ideallerine radikal biçimde karşıydı. Bir noktada akademinin Katoliklerden daha az sayıda sosyal demokrat üyesi vardı – ki o zamanlar Katolikler, İsveç’te küçük bir azınlıktı.
Bir yenilenme çabası olarak görülecek şekilde, akademi yeni bir nesle dönüştü. Genç feminist şair Katarina Frostenson, 1992 yılında üyeliğe seçildi. Akademiye – tüm üyelerin yaptığı gibi – resmi bir ziyafet töreniyle giriş yaptı. Aynı zamanda Fransız eşi, kültür girişimcisi Jean-Claude Arnault ile birlikte Stockholm’de yüksek kültüre hizmet eden, büyük bir ciddiyet ve erotizm yüklü bir atmosferde şiir okumaları ve klasik müzik dinletileri düzenleyen yeraltı kulübü Forum’u işletiyordu.
O dönemki yaygın inanışa göre, elit kültür dünyasına girmek istiyorsanız Forum / Kris grubunun içinde olmanız gerekiyordu. Bu ilişki fazlasıyla içli dışlıydı, çünkü İsveç’in yüksek kültürünün geri kalanı gibi, Forum da devlet desteğine bağımlıydı ve bu desteğin bir kısmı da akademiden gelmekteydi. (Dagens Nyheter‘deki bir makaleye göre akademi, Frostenson’un mali destek sağladıkları kulübün yarısına sahip olduğunu beyan etmediğini söyledi.)
Rushdie olayından ve Frostenson’un seçilmesinden sonra akademi, eleştirmen Engdahl’a ve Larsson’ın Kris dergisi çevresine yakın bir yöne kaydı. Larsson’un kendisi seçilebilir nitelikte değildi: amfetamin bağımlılığından ötürü adı çıkmıştı ve edebiyatçı rock star hayatını doya doya yaşıyordu. Yakın tarihli ve hiç çekinmeden anlattığı bir olaya göre, bir partide “alışılmadık derecede kırılgan” görünen genç bir kadınla (Expressen‘den bir stajyer) yakınlaşmış, içten içe küçümsediği bu kadını evine götürmüş, elektrik kablosuyla kamçılamış ve sonra anal ilişkiye girmişti. Bu aşamada, genç kadının ağlamaya başladığını şaşkınlıkla fark etmiş ve kendisini polise bildirebileceği korkusuyla onu ailesinin evine götürmüş ve olabildiğince nazik davranmıştı.
Engdahl ve edebiyat eleştirmeni Anders Olsson, Larsson ile birlikte Kris dergisinin editörlüğünü yapmışlardı. Ancak Larsson’un aksine, onların serseri tavırları tamamen edebiydi. İsim yapmaya çalışan genç bir eleştirmen olan Engdahl, rakip bir eleştirmenin ilk romanını o kadar sert eleştirmişti ki, yanıt olarak kapısında insan dışkısı bulmuştu. Fakat 90’ların ortalarından itibaren kültürel müessesenin merdivenlerini hızla tırmanıyordu, Kraliyet Operası ve Nobel Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi olmuştu.
Engdahl 1998’de akademiye seçildi. O dönemki eşi Ebba Witt-Brattström, Mayıs ayında Expressen‘e, “Haberi aldığında, sanki eroin almış gibi parlayan gözler ve kızarmış yanaklarla oradan oraya zıplıyordu” dedi. O yıl Witt-Brattström ve Engdahl, pahalı bir kadın dergisinin kapağında “kültürün kraliyet çifti” olarak gülümsüyorlardı. Engdahl karısının da onunla birlikte kapakta yer almasından dolayı hayli öfkelendi. “Siktiniz beni piç kuruları,” diye dergi ofisinde bağırdı. “Karımla yakın görülmek istemiyorum!”
Engdahl’ın kayda değer bir edebi üslubu vardı. Bir zamanlar Londra’daki bir İsveç büyükelçisi bana, İsveççenin hala nasıl kullanılabildiğinin bir örneği olarak Engdahl’ın, Rusya’nın Finlandiya’yı fethinin 200. yılına dikkat çekmek için yazdığı bir makalesini göndermişti. Engdahl ayrıca kibirli, hırçın ve kendini beğenmiş biridir. Akademinin, dış dünyanın terk ettiği, son derece yüksek bir kültürün vasisi olduğu hissini vücuda getiren biri.
1990’ların sonlarında Arnault kadın avcısı olarak şöhret yapmıştı bile. Ama o zamanlar edebi Stockholm’de bu çok ciddi bir suç olarak görülmüyordu. Hollywood’daki #MeToo skandalında olduğu gibi, son zamanlardaki öfkenin büyük kısmı, her zaman kısmen bilinen davranışların yeniden gözden geçirilmesinden kaynaklanıyordu.
O dönemler Expressen‘de kültür editörü olup Engdahl ile yakın olarak çalışan Maria Schottenius, “[Arnault hakkındaki] bu söylentileri ben de duymuştum, ama tecavüzle ilgili bir şey duymadım; sadece fazla dokunarak iletişim kuran biri olduğunu ve genç kadınlara ilgi duyduğunu biliyordum” diye anlatıyor ve devam ediyor: “Ancak bunları ciddiye almadım çünkü eşi Katarina daima onunla birlikte kulüpte çalışıyordu.” Sonradan, Arnault’nun kötü şöhreti öyle büyüdü ki, 2006’da büyük bir edebiyat toplaşması, yemek daveti öncesi kraliyetten, Arnault’nun Prenses Victoria ile asla yalnız bırakılmaması konusunda bir uyarı geldi.
Arnault’yla ilgili bu dedikodunun skandala dönüşmesi ilk kez 1997’de gerçekleşti. Expressen, Forum’daki kadınlara yapılan muamele hakkında bir ifşa yazısı yayımladı. Başlığın gözden kaçması zordu: “Kültürel elitte seks terörü”. Metinde şöyle yazıyordu: “Tanınmış bir kültürel şahsiyet, birkaç stajyer tarafından cinsel tacizle suçlandı … Kadınlardan biri … bu şahsiyetin çalışmalarını destekleyen bazı kültür kurumlarına çaresizce birer mektup yazdı.”
Akademinin o dönemki sekreteri olan (ve Rushdie olayında görevde olan) Sture Allén mektubun bir kopyasını aldı. Mektubu okuduğunu teyid etti, ancak yorum yapmayı reddetti. Kesinlikle hiçbir şey yapmadı. Expressen‘in (adını vermese de) ulaştığı Frostenson da yorum yapmadı. Yayın ayrıca kulübün hesaplarının karmakarışık olduğunu, yılda 50.000 sterlin kaybettiğini ve Allén’in, akademi adına bir kredi teminatı imzaladığını da ortaya koydu. Allén parayla ilgili soruları da savuşturdu.
Expressen‘in hikayesi ve skandal sessizce unutulup gitti. Buna karşın daha fazla genç kadın iş tecrübesi için Forum’a gönderilmedi. Expressen‘in hikayesinin dayanağı olan ve Arnault’nun kendisine cinsel tacizde bulunduğunu anlattığı mektubu yazan sanatçı Anna-Karin Bylund, Arnault tarafından “amcık sanatçısı” denilerek ciddiye alınmadı.
Bugün tanınan bir romancı olan Gabriella Håkansson, 1990’larda bir yazar olarak daha yeni yola koyulmuştu ve Arnault’dan haberdardı. Bana şunları anlattı: “Benim kuşağımdaki yazarlar arasında adı kötüye çıkmıştı, hatta daha yaşlı olanlar arasında bile. Şu anda 62 yaşında olan bir arkadaşım, bana kendi tecrübesini anlatmıştı. Dolayısıyla, bu şöhreti yüzünden Forum’dan uzak durdum.”
Ama 2007’de Arnault, bir edebiyat resepsiyonunda ona doğru yanaştı. Håkansson, “Sadece birkaç cümle etmiştik ki elini bacaklarımın arasına soktu. Her şey çok hızlı oldu. Sonra elim yükseldi ve ona bir tokat indirdi. İzleyenlerin sanki ‘bakın, yine başladı,’ der gibi, daha çok utanç içinde güldüğünü hatırlıyorum.”
“Saldırının seksle hiçbir ilgisi yoktu. Ben çekici bir kadınım ve daha önce beceriksiz flörtlerin kurbanı oldum, ama daha önce hiç böyle bir şey başıma gelmedi. Birini o şekilde avuçlamak … bu güçle ilgiliydi,” diye konuştu.
Romancı Lena Andersson, insanların Arnault’ya mal edilen davranışlardan haberdar olduğunu, ancak hiç kimsenin bunu ciddiye almadığını öne sürdü: “MeToo’dan önceki günlerde insanlar genellikle yetişkin kadınların erkeklere, hatta evli erkeklere dahi, ilgi duyduğunu varsayıyorlardı çünkü kadınların korunmaya ihtiyaçları olduğu, iradeleri dışında cinsel ilişkiye girdikleri gibi Viktoryen ve ataerkil bir inanış vardı. İnsanlar Arnault’nun bir kadın avcısı olduğunu biliyorlardı ve eşiyle bu konuda bir anlaşmaları olduğunu farz ediyorlardı.”
Geçtiğimiz kış ve bu yılın baharında skandalın büyümesiyle Engdahl, Arnault ve Frostenson’un akademi içindeki destekleyicisi olarak etiketlendi ve İsveç basınında her yönden saldırıya uğradı. Andersson, onun birkaç destekçisinden biriydi. Dagens Nyheter gazetesindeki bir yazısında şöyle anlatıyordu: “Ona yapılan bu kana susamış zulüm, sadece toplumumuzda paye, eğitim ve yetkeyi popülist biçimde hor görmekten kaynaklanmamaktadır; önemli ölçüde, salt kıskançlığın bir ifadesidir … Bir defasında Engdahl’ın, Theodor Adorno’nun bir metninden yaptığı alıntıdaki acı verici bir kavrayışı asla unutamadım: ‘Öğretmenin favori öğrencisi yanlış bir cevap verdiğinde diğer öğrencilerin kıs kıs gülmesi, faşizmin tohumudur.’
Bazı üyelerin zihinlerinde bir kültürel hiyerarşinin muhafızları oldukları duygusu, sosyal hiyerarşideki konumlarının savunulmasıyla birbirine karıştı. Yıllar boyunca, akademinin ve Arnault’nun toplumsal ve cinsel ayrıcalıklarını oluşturan kalenin yıkılmayacağı sanılıyordu. O yıllarda, akademide küçük skandallar meydana gelmişti: 2005’te üyelerden biri, çalışmalarını pornografik olarak nitelediği Avusturyalı bir komünistin ödül almasını protesto ederek akademiden ayrılmıştı. 2016 yılında ödül verileceği açıklandıktan sonra Bob Dylan, edebiyatın serserilerine gerçek bir rock yıldızı nasıl davranır göstermişti. Akademiye aylarca küçümsemeyle yaklaşarak, bu ödülden dolayı alay konusu haline gelen akademinin yükünü iyice arttırmıştı.
Dylan’ın davranışını göğüsleyen kişi akademinin sekreteri Sara Danius’tu. Danius, 2013’te akademiye seçilen bir deneme yazarı ve edebiyat eleştirmeniydi. Maria Schottenius, “Her zaman zeki ve parlak biri olduğu düşünülür, ancak uysal değildir,” diye tarif etti. “Akademiye seçildiğinde epey sevinmişti.”
Danius, modern İsveç’teki en önemli –en azından geleneksel olarak saygı duyulan– yazarlardan birinin kızıdır. Annesi Anna Wahlgren, 1980’lerin başlarında, İsveç’te hemen hemen her ailenin satın aldığı, 500 sayfalık bir çocuk yetiştirme el kitabı yayımladı (bende hala bir kopyası duruyor). Bir anne olarak kendi hatırı sayılır deneyiminden faydalandı: Dört kocadan dokuz çocuğu vardı.
Danius, Wahlgren’in 18 yaşındayken kendisinden 36 yaş büyük bir dul ile yaptığı ilk evliliğinden doğma en büyük çocuğuydu. Wahlgren mutsuz evinden kaçmaya çalışan bir çocuktu. Yatılı okuldayken ona nazik davranan, ergenlik sivilcelerine yıllanmış konyak süren öğretmeniyle evlenmek istedi, o da bunu kabul etti. Evlilikleri dört yıl sürdü ve iki çocukları oldu. Wahlgren ilişkilerinde bohemdi, ama bir ebeveyn olarak oldukça katıydı.
Danius, irade gücünü annesinden alıyordu. Arnault skandalı nihayet patlak verdiğinde, akademinin sekreteriydi ve oldukça zor bir konumdaydı. Haberi patlatan kadın, Hollywood’daki Harvey Weinstein skandalından harekete geçen, Dagens Nyheter gazetesi muhabiri Matilda Gustavsson’du. İsveç’te kaç kadının “ben de” diyebileceğini merak ediyordu. Arnault’dan nasıl zarar gördükleri konusunda isimsiz olarak ifade verecek 18 kişiyi – akademinin her üyesi için bir tane — bulmak haftalarını aldı. Ancak, söylediğine göre, kritik bir çokluğa ulaştıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi: “Birine, raporda görünecek olan on dördüncü kişi olduğunu söyleyebildiğiniz zaman konuşmaya daha istekli oluyor.” Nihayetinde, elinde on sekiz tanıktan çok daha fazlası vardı.
Raporun detayları mide bulandırıcı: Cinsel taciz, tecavüz ve rızaya dayanmayan cinsel temastan oluşan bir model var. Anlatıların çoğu, duygusal olarak kırılgan, genç kadınların kendilerinden çok daha yaşlı ve çok daha güçlü bir erkek tarafından sömürülmesi üstüne kurulu. Arnault isminin raporda yer almamasına rağmen –aslında, bugüne kadar Dagens Nyheter ona sadece “kültürel şöhret” diye atıfta bulundu – onun konumunun farkında olan herkes hikayenin hedefinde kim olduğunu biliyor. Fakat haber Arnault’nun davranışlarını hızla, kişisel dedikodulardan kamusal bir skandala dönüştürdü. O zamana kadar bildiklerine göz yuman hemen herkes ayaklandı. Dagens Nyheter‘in kültür editörü olan Björn Wiman, “Hiç kimsenin, Matilda’ya anlatılan bazı hikayelerdeki gibi, olayın tecavüz boyutuna vardığına dair bir fikri yoktu,” dedi.
Hikayenin patlak vermesinden üç gün sonra, akademi iki buçuk saatliğine bir araya geldi ve Danius, Arnault ve onun girişimleriyle olan tüm işbirliklerinin askıya alınmasının oy birliğiyle kabul edildiğini basına açıkladı. Toplantıda “akademi üyelerinin, kızlarının, eşlerinin ve akademi çalışanlarının” da “istenmeyen yakınlıklar” ya da “uygunsuz muamele” nedeniyle mağdur olduğunun ortaya çıktığını ekledi. Akademiden Forum’a yapılan para desteğinin yasal olarak uygun olup olmadığını incelemek için avukatlara çağrıda bulundu.
Engdahl ve akademideki muhafazakar grup, Frostenson’u korumaya karar verdi. İki unsur onların yanındaydı. İlki, skandalın akademinin itibarına tartışmasız hasar vermiş olmasıydı ve şüphesiz, daha fazla zarar gelsin istemiyorlardı. İkincisi ise, ithamlarda bulunan kadınların protesto olayını abartmış olmaları ve halihazırda epey zarar vermiş olmalarıydı. Mart ayında, başarılı ve oldukça sevilen bir tiyatro yönetmeni olan Benny Fredriksson’un intiharıyla, karşı atak güçlendirildi. Basında zorbalığı ve despotluğu hakkında çıkan suçlamalar nedeniyle,Fredriksson, Aralık ayında Stockholm tiyatrolarındaki görevinden ayrılmaya zorlanmıştı. Ölümünden sonra, destekçileri tarafından İsveç’te sanat alanındaki tavizsiz mükemmelliğe duyulan kıskançlığın bir kurbanı olarak tanımlandı. Ayrıca Engdahl kanadının iddia ettiğine göre, Kraliyet Müzik Akademisi geçtiğimiz Kasım’da çok daha kötü bir cinsel taciz skandalı yaşamıştı. 653 kadın, üyeler tarafından cinsel tacize uğradıklarını iddia eden bir mektup imzalamışlardı ama hiç kimse bunu mesela yapmamıştı. Neden edebiyat akademisi hedef gösteriliyordu?
5 Nisan’da Akademi, Danius’un göreve çağırdığı avukatların (akademiye yarım milyon sterline mal olan) raporunu görüşmek üzere bir araya geldi. O süreçte basında çıkan haberlere göre rapor, Arnault ve kulübüne yapılan ödemelerin polise bildirilmesini önerdi. Danius, Frostenson’un da kovulması gerektiğini ileri sürdü. Oylamaya geçildiğinde, Engdahl’ın liderlik ettiği çoğunluk her iki öneriyi de reddetti. Toplantıdan sonra, Engdahl’ın eski akıl hocası olan edebiyat tarihçisi Kjell Espmark’ın da aralarında bulunduğu üç üye daha istifa etti. Danius dişini sıktı ve kaldı.
Skandalda ikinci bir cephe açılmıştı: Yüzyılın başlarında, ödül verilmeden hemen önce yoğun şekilde iyi bilgilendirilmiş bahisler yapılmıştı. Frostenson, ödül sahibi yedi ismi duyurulmadan evvel kocasına sızdırmakla suçlanıyordu. Onu savunanlar, akademiden kovulmak gibi korkunç bir cezayı haklı çıkaracak delillerin yetersiz olduğunu söylediler. Engdahl, Expressen‘deki bir yazısında, eşine itham edilen suçlar için Frostenson’u cezalandırmanın adil olmadığını savunurken, saldırıya geçmekten de kendini alamadı: “Danius, 1786’dan beri vazifesini en kötü icra etmiş sekreterdir,” diye yazdı.
Bu çapraşık ifade sıkıntı yarattı; ardındaki tavır daha da sıkıntılıydı. Dagens Nyheter‘dan Björn Wiman, hazırladıkları haberin Arnault’ya yönelik suçlamaları kabartıyor gibi algılanmasından endişe duyduklarını, ancak okurların, gazetenin araştırmalarının arkasında durduğunu gördüğünü belirtti. Engdahl’ın Danius’a yaptığı saldırı, neredeyse bütün kadın okurların sempatisini kaybetmesine neden oldu. Wiman, “55 yaşından büyük kadınlar bu ülkede kültürün taşıyıcılarıdır,” diye konuştu. “Kitapları onlar satın alır, konserlere, tiyatrolara onlar giderler. Engdahl onları hayli öfkelendirdi.”
Akademide Engdahl’ın davranışlarından oldukça rahatsız olan muhafazakar bir kitle de vardı, ama çoğunlukta değillerdi. (Espmark, eski öğrencisi Engdahl’ın Danius’a yaptığı saldırıyı şimdiye dek okuduğu en utanmaz şey olarak niteledi.) Dört gün sonra, bir sonraki toplantıda, Danius sekreterlikten alındı ve aynı toplantı sonrasında akademiden ayrıldığını duyurdu. Frostenson, akademinin toplantılarından tamamen çıkarıldı.
Tartışmanın merkezinde olan iki kadının da ayrılması bir uzlaşma olarak sunuldu; ancak utanç verici bir pazarlık olarak derhal kınandı. Üç üye daha Danius ile dayanışma göstermek adına çekildi. Bu gelişmeler, görünüşe bakılırsa durumu Engdahl’ın kontrolüne bırakmıştı, çünkü akademinin bekasının dış dünyadaki şöhretinden daha önemli olduğunu düşünen üyelerin oylarını güvence altına almıştı.
Engdahl kanadı bu yıl hala Nobel ödülü için bir kazanan belirlemeyi ümit ediyordu. Ama 4 Mayıs’ta, akademinin bu yöndeki niyetini açıklamasından iki gün sonra, parayı veren Nobel Vakfı devreye girdi ve bu yıl ödül olmayacağını duyurdu. Vakıf başkanı, akademi kendini temizleyene kadar ödül parası verilmeyeceğini açıkladı.
Bu noktada akademide sadece on üye kalmıştı. Yeni üyeleri seçmek için ise on iki oy gerekiyordu. En son ayrılan üç kişi, Horace Engdahl istifa ederse geri dönmeyi ve yeterli çoğunluğu sağlamayı teklif etti. Engdahl istifa etmedi; hala etmiyor. Kati surette bir açmaz var gibi görünüyor. Kralın akademiyi tamamen feshedebileceği şeklinde söylentiler dolaşıyor.
12 Haziran’da Arnault iki tecavüz vakasıyla suçlandı. Yargılamanın sonucu ne olursa olsun –iddia edilen suçlar 2011 yılında tanık olmadan gerçekleşmişti– akademinin itibarı, muhtemelen sonsuza dek, yerle bir oldu. En azından dışarıdan böyle gözüküyor.
Ancak yorum almak için Kris dergisinin kurucusu ve Engdahl’ın arkadaşı Stig Larsson’ı aradığımda bütün meseleyi bambaşka biçimde ele aldığını gördüm: “1983’ten beri [Arnault’yu] tanırım. Kendisi yakın arkadaşım. Birine tecavüz etmesi asla mümkün değil. Katarina Frostenson, benimle birlikte, İsveç’in en iyi şairlerden biri olarak anılıyor … Feministler İsveç’i çılgınlığa sürükledi.”
Ana görsel: İsveç Akademisi’nin Stockholm’deki yıllık toplantısı. Aralık 2017. Fotoğraf: TT News Agency/Reuters