Adanmışlık meselesi kafamı hep kurcalamıştır. Depeche Mode’un o meşhur Songs of Faith and Devotion (inanç ve adanmışlık şarkıları) albümünde Judas diye bir şarkı vardır – Tanrı’nın ağzından konuşur: “İnsan dediğin en zorlu şartlarda bile sağ kalır. Sevgimi istiyorsan kafanı topla, çıplak ayakla yürü, biraz acı çek, sağlığını riske at. Boş konuşmaları, boş sözleri geç. Orada öyle bakıp durma, bir şey yap” der. Bu şarkıyı her dinlediğimde ya da düşündüğümde bunun Tanrı’nın ağzından değil de, hayatta neyin hakkını vermek, hakkıyla yaşamak istiyorsak (bazılarınız buna “başarı” da diyebilir) onun seslenişi gibi düşünüyorum. Çoğu zaman da adandığınız şeyi kendiniz seçemiyorsunuz, içinize bir ateş düşüyor, sevdalanıyorsunuz. Buradan nereye varacağım? Yeni bitirdiğim kitap Kendini Arayan Yıldız’ın baş kişisi Nedret Güvenç’e.
1930 doğumlu Nedret Güvenç, tiyatroya, aslında oyunculuğa sevdalanmış bir “İzmir kızı.” Avni Dilligil ve Muhsin Ertuğrul tedrisatından geçmiş Güvenç. İzmir Şehir Tiyatroları’nda profesyonel oyunculuğa başlamış, orası kapatılınca da İstanbul’a göç ederek İstanbul Şehir Tiyatroları’nın gözde oyuncularından biri olmuş. Kitabında Yunus Emre’den “Aşk gelince cümle eksikler biter” alıntısını yapacak kadar âşık olmuş tiyatroya. Hangi oyunlarda oynamamış ki? Cyrano de Bergerac, Boş Beşik, Evcilik Oyunu, Macbeth, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe, Masum Irene, İhtiras Tramvayı, Bozuk Düzen, Bir Kış Masalı… Hayatını, tiyatro sevgisini, İzmir’i, arkadaşlık anılarını tatlı tatlı anlattığı, hatta tarçınlı kurabiye tarifi bile verdiği, Ayizi Yayıncılık’tan çıkmış kitabının en güzel yanı, Yeşilçam ve tiyatroya 60’tan fazla senesini vermiş bir oyuncunun iç dünyasına göz atabilmek. Kitapta, cesurca yaptığı iç hesaplaşmalarını okuyoruz bu disiplinli oyuncunun. “Kötü yola düşen” bir tanıdığıyla karşılaştıktan sonra yaşadığı duygulardan bahsediyor örneğin:
“Aradan aylar, aylar geçti, Abanoz Sokak’ın önündeki o karşılaşma, her aklıma gelişte, bir suçluluk duygusu içimi kararttı. Çünkü o gün ben orada, Nazlı’dan utanmıştım. Tıpkı yıllar önce ondan utanan Mehmet Ali gibi, ben de o gün orada Nazlı’dan utanmış, ondan kaçmak istemiştim. Bir zamanlar kızdığım, kınadığım Mehmet Ali’den ne farkım kalmıştı ki… Zaman zaman bu konuda kendimi sorguladım ama rahatlayamadım. Nazlı’nın bana sevgiyle bakan gözleri aklıma geldikçe, o bakışlardan kaçamadım…”
Ve adanmışlığını sorguluyor Nedret Güvenç:
“Meslek hayatımda ilk kez oyun kaçırdığım bu garip gecede, kaderim bana ne demek istiyor? Tüm ömrümü, gençliğimi, hayatımı, çoğu ilişkilerimi iteleyip adeta manastır sakini gibi katı bir oruç disiplini içinde kendimi adadığım bu tutkuyu belki de ölçüsüzce yaşadım. Ben ne yaptım kendime bunca yıl?… Ne yapamadım?…”
Ama kendine haksızlık etmek de istemiyor:
“Verdiğin tüm savaşlar, yenilgiler, zaferler, seni sen yapan o kavgaların az şey mi? Sap gibi yaşayamazdın ya… Nedir bu hâlin? Kainatta kaybolan bir yıldız gibi kendini arıyorsun, sen busun işte. Ya kendin gibi parla ya da bulut katmanları içinde yok ol.”
Biliyorum, özcülüğe düşeceğim ama ancak bir kadın böyle hesaplaşmaları bu kadar açık seçik, korkusuzca yapabilir gibi geliyor bana. Güçsüzlüğünü itiraf etmek çünkü söz konusu olan. Bir yandan da bir mesleğe, bir tutkuya adanmışlığını – özellikle kaçırdıklarını (dünya ha bire kafasına kaktığı için belki de) düşünerek – en çok da kadınlar sorguluyor sanki.
Ben size daha fazla spoiler vermeyeyim, Nedret Hanım’ın anılarında umutlarını, acılarını, sevinçlerini, sorgulamalarını okumak ve dönem tiyatrosunun ruhuna bir göz atmak için Kendini Arayan Yıldız’ı mutlaka okuyun derim. Bu arada bugün Ankara’da bir imza günü olacak Nedret Güvenç’in, heyecanla beklediğim. Kendisine bir vefa borcumuz olduğu kanaatindeyim, kitabını alan almayan gelsin, detaylar burada.