Belki de onu tanımak sanatını kelimelerle irdelemek yerine duyularla hissetmeye ve varoluşa dair açtıkları olasılıkları takip etmeye çalışmaktan geçiyor.

SANAT

Masal Ressamı Deniz Bilgin

 

Deniz Bilgin’in resimleriyle çok geç tanıştım. Adına basılmış kalın bir kitabın sayfalarını çevirirken önce yumuşak renklere ve ince ince işlenmiş inanılmaz dokulara tutuldum, sonra gerçeküstü figürlerine hayranlıkla bakakaldım. Asıl şaşkınlığım ise adını nasıl daha önce duymadığımdı. Bu yüzden bu yazıda Deniz Bilgin’inden bahsetmek ve henüz adını duymamışsanız sizi onunla tanıştırmak istedim.

 

Deniz Bilgin, Madonna and the child, 1996
Kaynak: xxi.com.tr

 

1999’da hayatına son veren sanatçının yapıtları son zamanlarda biraz ilgi odağı olmuşsa da ona galerilerde, müzelerde veya yayınlarda daha sık rastlamak isterdim açıkçası. Bilgin’in vefatından sonra 2004’te Karşı Sanat’ta retrospektif sergisi açılmış, 2005’te Galeri Nev Ankara’da farklı tekniklerle yaptığı işlerden örneklerin gösterildiği bir kişisel sergi düzenlemiş, 2016’da da Dirimart göz odaklı yapıtlarından bir seçki “Yine gözler, yine gözler” başlığıyla sergilemiş. Yine 2016’da Bursa Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde, Arzu Yayıntaş ve Neriman Polat’ın düzenlediği ve kadınlık tanımlarını sorgulayan ”İflah Olmaz” adlı karma sergide üç yapıtı gösterilmiş. Bir de retrospektif sergisi kapsamında ve eşi İhsan Bilgin’in çabasıyla, içinde sanatçı hakkında birkaç metnin ve hayatının her döneminden çok sayıda yapıtın yer aldığı Deniz Bilgin Ressam adlı kitap yayınlanmış.[1] Bugün kitap ancak sahaflarda bulunabiliyor. Deniz Bilgin hakkında öğrenebildiklerim de bu kitaptakiler ve internette yer alan bölük pörçük bilgilerden oluşuyor.

 

Kaynak: Deniz Bilgin Ressam

 

1956 doğumlu Deniz Bilgin’in çocukluğu Teşvikiye’de üç katlı bir evde, Meltem ve Engin adlı iki kardeşiyle birlikte geçiyor. Annesi resim öğretmeni Müjgan Akçin, babası ise pilot üsteğmen H. İbrahim Akçin. İlkokulda arkadaş olduğu ve hayatının sonuna kadar uzak şehirlerde de olsa dostluğunu sürdürdüğü şair Lale Müldür onu hayattaki en yakın kız arkadaşım diye anıyor. Liseyi Şişli Terakki’de okuyor.

 

Deniz Bilgin, İsimsiz, tarihi belirtilmemiş
Kaynak: Deniz Bilgin Ressam

 

1973’te İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde bir yıl okuduktan sonra 1974’te İngiltere’deki London College of Printing’de grafik okumaya başlıyor. 1979 yılında yaptığı Singapur ve Endonezya gezileri üretimini epey etkiliyor. Aynı yıl Singapur Ulusal Müzesi’nde bir karma sergiye katılıyor. 1984 yılında Taksim Sanat Galerisi’nde bir batik sergisi açıyor, ayrıca İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Ankara Dost Sanat Ortamı’nda da yapıtlarını gösteriyor. Bir süre Arkeoloji Müzesi’nde çalışan Bilgin 1987 yılından itibaren Metis Yayınları’ndan çıkan Defter dergisinin ve bir çok kitabın kapak tasarımını yapıyor. Bunlar arasında Ursula Le Guin, Latife Tekin, Lale Müldür, Murathan Mungan, Bejan Matur, Alberto Moravia ve Henri Troyat’ın kitapları bulunuyor. Mungan, onun yaptığı kapaklardan “içeriği yansıtan değil, derinleştiren kapaklardı” diye bahsediyor.[2] 1999’da “Minareden at beni in aşağı tut beni” adlı son resmini yaptıktan sonra intihar ediyor. Dostu, sanatçı İnci Eviner bu intihardan şöyle bahsediyor: “Hayal ve masallara tutunup ince ince resim ören sevgili arkadaşım Deniz kanatları olduğunu zannederek 4. kattan kendini bıraktı.”[3]

 

 

 

 

Deniz Bilgin’in sanatı hakkında etraflıca bir sanat tarihsel inceleme ve araştırmaya rastlamadım.[4] Ancak Deniz Bilgin Ressam kitabında Necmi Zekâ, Orhan Koçak ve Meltem Ahıska’nın metinleri onun yapıtlarını çeşitli ilişkilendirmelerle okuyarak bize yol gösteriyor.

 

Necmi Zekâ, benim ve eminim birçok kişinin resimleri ilk gördüğünde düşündüğü gibi, Bilgin’in gerçeküstücülük ile ilişkisi olup olmadığı sorusuna değiniyor: “Deniz Bilgin’in en saf biçimiyle bir bilinçdışı sanatı gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan gerçeküstücülere yakın dursa da, sanatsal üretimi bir projeye dönüştürmemesi, özellikle de serbest çağrışım gibi psikanaliz kuramının kavram ya da araçlarına doğrudan başvurmamasıyla, onlardan ayrıldığını da belirtmeliyiz.”[5]

 

Deniz Bilgin, Dolunay, 1996 Kaynak: xxi.com.tr

 

Bilgin’in ilk etapta gerçeküstücü akımla ilişkilendirilmesi elbette onun çok öznel figürleriyle ilgi olsa gerek. Kabul ettiğimiz anlamda gerçek dünya ile pek bağlantısı olmayan, akışkan ve paralel bir evrende salınmakta gibi görünen bu figürler hayret uyandırıyor. Katmanlarca iç içe geçmiş anlam barındıran ve mutlaka sanatçının varoluş algısını yansıtan bu figürler hakkında herkes çeşitli betimlemeler yapmış.

 

Meltem Ahıska, “zamansız ve kutsal bir imgelem” olarak bahsettiği resimlerdeki donakalmış figürlerin “geçmişte ve gelecekte gördüklerinin dehşetini, suniliğini, ifadesizliğini, yaşamsızlığını” imleyebileceklerini söylüyor.[6] Orhan Koçak bu figürlerin bazen kendi gölge/kopyalarını yaratması ya da iki ayrı parçanın bir araya gelerek birleşik bir figür oluşturması yoluyla taşıdıkları ikizleşme eğilimini vurguluyor.[7] Lale Müldür’ün bu figürler karşısındaki yorumu ise Deniz Bilgin’in iç dünyası ile ilgili ipuçları veriyor sanki. Müldür “bu tuhaf yaratıkların ya da ikizleşen canavarların onunla birlikte yaşadıklarını yani hayatta olduklarını” söylüyor.[8]

 

Deniz Bilgin, İsimsiz, 1992
Kaynak: xxi.com.tr

 

Bu figürlerde ve yapıtlarının hemen hepsinde dikkat çeken bir diğer nokta içerdikleri el emeği. Her detayı ince ince, sabırla işleyen bir zanaatkarlık var bu resimlerde. Orhan Koçak onun “bu kadar sert canhıraş bir tematik içeriğin bir yandan da böyle süslemeci bir tavırla işlenmiş” olmasını, ikisinin de arkasında bulunduğunu düşündüğü bir şiddete bağlıyor. Ya da belki bundan meditatif bir tat alıyor ya da iyileştirici bir etki görüyordu.

 

Sanatçının hayatında önemli bir noktayı da yurtdışı deneyimleri oluşturuyor. Özellikle, babasının işi nedeniyle gittiği Singapur ve Endonezya seyahatleri hem batik tekniğini öğrenmesi hem de Meltem Ahıska’nın dediği gibi ‘ben’i algılama biçimlerini etkilemesi açısından dikkate değer. Öyle ki, yüzü Batı’ya dönük büyümüş ve eğitim görmüş bir insan olarak farklı bir tecrübe edinmek ona büyük bir algı açıklığı sağlamış olmalı.

 

Meltem Ahıska’ya göre Bilgin’in resimlerini başkalık kavramı ile anlamlandırmak gerekiyor. Bu başkalık ‘ben’i öteki üzerinden düşünen Batı düşüncesinden farklı olarak, ötekiliğin karşıtı konumunda. Bilgin ne ötekiliği içselleştirerek ne de ötekini egzotikleştirerek bir ‘ben’ kuruyor. Bu durumu Ahıska şöyle özetliyor: “Bir ‘kadın ressamın’ ötekiliğine yerleşmeyi değil, en başta bir kadının ve onunla birlikte insanların ve dünyanın başkalığını düşündürmeyi seçiyor.” [9]

 

Deniz Bilgin, MALEZYA, 02.01.1979. Kaynak: Deniz Bilgin Ressam

 

Deniz Bilgin, İsimsiz, Tarih belirtilmemiş, İpek üzerine batik resim. Kaynak: Deniz Bilgin Ressam

 

Deniz Bilgin sanat çevresinde fazla bulunmamış, herhangi bir ekole mensup olmamış, üretimlerini herhangi bir sanatsal veya entelektüel kaygı ile yapmamış, ressam, edebiyatçı birçok dostu olsa da bu çevreden ve onun tartışmalarından uzak durmuş bir sanatçı. Bilgin’in eserlerini birer içe bakış olarak değerlendiren Bilge Bal, kendi üretim ve okunma koşullarını kendi yarattığı yorumunu yapıyor.[10] Yapıtlar o kadar özgün ki, bu yoruma katılmadan edemiyorum. Hatta onun yapıtları bana biraz Sevim Burak’ın özgür ve özgün yazı stilini hatırlatıyor.

 

İnci Eviner ise onun sanatındaki samimiyetin altını çiziyor: “Sanat tarihinin neresinde durduğun umurumda değil, hiç kimse senin kadar sahici olmayı başaramadı çünkü resim sendin ve bunun gururunu yaşamayı reddettin ve oyunu sonuna kadar sürdürdün ve tıpkı resmindeki gibi tamamladın.”[11]

 

Kaynak: Deniz Bilgin Ressam

 

Peki tüm bu imgeler nereden kökleniyor? Keşke kendi yazdığı günlükler, yazılar olsaydı. Yalnızca kardeşi Engin Akçin işlerin çocukluktan beslendiği yorumunda bulunuyor. Deniz Bilgin Ressam kitabında Akçin bir hatırasını anlatıyor; o da ara sıra yaptığını söylediği resimlerde sürüngenler çiziyormuş. Bilgin bir gün onu ziyaret ettiğinde, Engin, sen de mi bunları çiziyorsun!, diye hayret etmiş. Buradan yola çıkarak Bilgin’in sanatında, paylaştıkları çocukluğun yansımalarını bulmanın mümkün olduğundan bahsediyor Akçin.

 

Deniz Bilgin sosyal olarak çok canlı bir karaktermiş. Kardeşi Meltem Akçin onun dans etmeyi ne kadar sevdiğinden bahsediyor. Ailece gittikleri Singapur’u ise şöyle anlatıyor: “Ablam olmasa biz Singapur’u tanıyamazdık. Bazen bir arabanın arkasına sıkışmış, gece kulübüne giderken bulurduk annemle kendimizi, bazen Hint mahallesinde on kişinin yaşadığı bir odada sofrada yemek yerken.”[12] Bir de tabii gittiği her yerde, bir yandan konuşurken bir yandan bir şeyler çiziktirmesi var. Böylece eşe dosta bir çok anı bırakmış.

 

Deniz Bilgin, Minareden at beni in aşağı tut beni, 1999
Kaynak: xxi.com.tr

 

 

Bu kadar canlı bir imge dünyasına sahip bir kadın neden intiharı seçer diye de düşünmeden edemiyor insan. Özel yaşamı hakkında pek bir bilgi yoksa da bahsi geçen birkaç bilgi kırıntısından bahsedeyim. Bilgin’in üniversite yıllarında psikolojik bir nedenden Türkiye’ye dönmesi gerektiği ve 1993 yılında hastalandığını okudum.[13] Bu iddialar hakkında daha detaylı bilgiye ulaşamadım. Özel hayatına dair edinebileceğimiz bir başka bilgi ise yakın arkadaşı Lale Müldür’ün yazdıklarından geliyor. Deniz Bilgin’le ilgili anılarından bahsederken, eşi İhsan Bilgin’den hiç hoşlanmadığı fark ediliyor.[14] Bilgin adına yayınlanan kitap için kendisinden hiçbir metin istenmemesi veya ölümünden sonra hatıra bir obje dahi verilmemesine de ayrıca sitem ediyor.[15]

 

İnsan Deniz Bilgin’in hayatı ve sanatı hakkında daha fazla şey bilmek istemekten alıkoyamıyor kendini. Belki de onu tanımak sanatını kelimelerle irdelemek yerine duyularla hissetmeye ve varoluşa dair açtıkları olasılıkları takip etmeye çalışmaktan geçiyor.

 

Rugan,1997.

 

 

[1] Deniz Bilgin Ressam, 2004, Karşı Sanat Çalışmaları, Editör İhsan Bilgin

[2] Kitabın Ruhunu O Resimlemişti, milliyet.com.tr

[3] Vasiyetimdir başlıklı bu yazı sanatçılara yönlendirilen bir dizi sorunun cevaplarından oluşan bir yayın projesi kapsamında yayınlanmış. Ulaşım linki: m-est.org

[4] Kitap elimde olmamakla birlikte internetteki bilgilerden anladığım kadarıyla Ayla Ersoy’un 1998 tarihli Günümüz Türk Resim Sanatı: 1950’den 2000’e adlı kitabında ve Önder Şenyapılı’nın 1989 tarihli Benim Sanatçılarım kitabında Bilgin’den bahsediliyor olması olası. İki kitap da sahaflarda bulunabilir.

[5] Deniz Bilgin Ressam kitabında Necmi Zekâ’nın “Bir Tuhaf…” başlıklı yazısından.

[6] Deniz Bilgin Ressam kitabında Meltem Ahıska’nın “Terkedilmiş Sen” başlıklı yazısından.

[7] Deniz Bilgin Ressam kitabında Orhan Koçak’ın “Anka’nın Bildiği” başlıklı yazısından.

[8] Lale Müldür, “Denizin Tuhaf Canlıları”, 22.02.2014, radikal.com.tr

[9] Meltem Ahıska, a.g.y.

[10] Bilge Bal, “İçe Bakış: Deniz Bilgin”, xxi.com.tr

[11] İnci Eviner, “Ressam Deniz Bilgin’e Mektup”, amargidergi.com

[12] “Başlıksız”, 15 Şubat 2004, cumhuriyetarsivi.com

[13] “Başlıksız”, 15 Şubat 2004, cumhuriyetarsivi.com

[14] “Edebiyatta İntihar Üzerine Bir Söyleşi”, 3 Mayıs 2013, felsefehayat.net

[15] Lale Müldür, a.g.y.

 

Diğer kaynaklar:

Kubilay Akman, Simgesel Söylem ve Sürrealizm Arasında Yersizyurdsuzlaşan İmgeler, 2006, izinsizgosteri.net

Tek tek yaprakları neden çizdiğini bilmiyor, aşağıda kendisini kimsenin tutmayacağını ise biliyormuş, 06.03.2004. www.hurriyet.com.tr

Necmi Zeka’nın Deniz Bilgin hakkında oluşturduğu kısa video: vimeo.com

 

Ana görsel: Deniz Bilgin, Dolunay, 1996.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YDaha Sorumlu Bir Ekonomi İçin Dayanışma
Daha Sorumlu Bir Ekonomi İçin Dayanışma

Yalnız değiliz. Madem çoğuz, bireysel kurtuluştan ziyade dayanışma ve nesillerötesi bir perspektifle çevresel ve sosyal krizlerin üstesinden gelebileceğimize inanmalıyız.

KÜLTÜR

YÖfkeli Olmak Neşeli Olmaya Mani Mi?
Öfkeli Olmak Neşeli Olmaya Mani Mi?

Öfkeli olmak neşeli olmaya mani olmalı mı? Neşe tek başına hem direniş hem de zafer değil mi?

SANAT

YTuğla Kadar Boşluklu, Beton Kadar Soğuk
Tuğla Kadar Boşluklu, Beton Kadar Soğuk

Neriman Polat’ın Şefkatsiz sergisi üzerine...

Bir de bunlar var

Nataliya Gonçarova ve Savaşın Mistik Suretleri
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali 20 Yaşında
Ayakkabı tokasından taşa takılan topuğa: Kulüp ve bir senaryonun engellenemez düşüşü

Pin It on Pinterest