Arkadaşımın desteğiyle özgüven kazanıp 10 yıl sonra yeniden araba kullanma girişiminde bulunduğumda, uzun zamandır köşesinde sessizce oturan babamın açüklama hezeyanlarının coşkuyla yeniden hortlayacağını beklemiyordum. Bir anda babamın karşısında 8 yaşında, 13 yaşında, 20 yaşındaki o kız çocuğuyum.
Babam açüklar. Devamlı. Bıkmadan. Her gün. Aynı ifadelerle. Bir aptala anlatıyormuş gibi. Ben de uslu kız çocuğu edasıyla dinlerim. Ama uslu bir şekilde dinlemek de çözmüyor işi. Çünkü söylediklerinin benim davranışlarımda, karşılığını görene kadar, yani ben onun sözünü yerine getirene kadar bıkmadan her gün söyler.
Farklı yollar denemedim değil. Yetişkin insanların konuştuğu gibi, normal bir ses tonuyla, neyi neden yaptığımı ya da neden yapmadığımı tek tek açıkladım mesela ona. Ama aramızdaki ilişkide bu yöntem ister istemez bir “savunmaya” dönüşüyor. Çünkü sürekli üst perdeden konuşan, her zaman haklı olan birinin karşısında söz söylerken savunmadan başka pozisyon bulunmaz.
Bir diğer seçenek kavga etmek. Bağırıp çağırmak, suçlamalarda bulunmak, “sen şöylesin”, “sen böylesin” demek, savunmadan çıkıp saldırıya geçmek, böylelikle onu bastırmaya, susturmaya çalışmak. Bu da, tüm evi “ergen asiliği ve saldırganlığıyla” huzursuzluğa sürükleyen, uyumsuz, suçlu ve yine tükenmişlik duygusu getiren ve derdime çare olmadığı, çözüm olmadığı defalarca ispatlanmış bir pozisyon.
Babam dışarıdan bakıldığında etliye sütlüye karışmayan, mülayim, çok da sert olmayan, yasaklar koymayan, tatlı bir adam. Oysa ben hayatımı her zaman haklı olan, herşeyin en doğrusunu, en iyisini bilen, hiç yanılmayan, özür dilemeyen, asla yanlış olmayan bir erkeğin kızı olarak geçirdim. Herşeyin en doğrusu, iyisi derken gerçekten HER ŞEYİ kastediyorum. Zeytinyağının en iyisi onun beğendiğidir. O bir tatlıyı çok sevdiyse, o tatlıyı sevmeyenler ağzının tadını bilmiyordur. O bir politikacıyı doğru kabul ettiyse o politikacı doğrudur, bunu kabul etmeyenler gerçeği görmüyordur. O hasta olduğunda bilmem ne iyi geliyordur, doktor bile anlamamıştır bunu! Ya da o aslında başka bir sebepten hasta olmuştur, buna yüzde yüz emindir. Kesinlikle. Yüzde 100. Asla. Babamın kullanmayı en sevdiği kelimeler. Sadece kendisiyle ilgili değil, benimle ve diğer herşeyle ilgili de o yüzde yüz emindir aklına ilk gelen fikirden. Mutsuzsam sebebini o bilir, benden daha iyi bilir. Hasta olmuşsam iyileşmem onun dediği şeyi yapmama bağlıdır. Şu şu adımları atmalıyımdır başarılı olmak için. Başarısızsam sebebi şudur. Bizim ona danışmadığımız her durum büyük aptallık ve onun aklına hakarettir!
Babam fiziksel şiddet uygulayan biri olmadı hiç. (Türkiye şartlarında burada şükrediyoruz galiba.) Ama onun şiddeti kelimelere, suskunluğuna, beden diline, hatta sessizken çıkardığı bir takım vücut seslerine sinmiştir. Böylece sessizce koltuğunda otururken bile aslında her yeri kaplar. Her yer onun enerjisiyle dolar. Örneğin birşeye sıkılmışsa, herkes sıkılmalıdır. Hissedersiniz, boğulur gibi olursunuz evin salonunda. Ya da ona bir şey dokunduysa, bir şeyden rahatsızsa bu sefer ev dikkatle takip etmeli, rahatsızlık sebebini keşfetmeli, bertaraf etmelidir. Alanı tüketir. Size alan kalmaz.
Bu duyguyu ve babamın bana, bize ne yapmış olduğunu ifade edebilmem 30 yılımı aldı. Sadece onunla ilişkim değil çünkü mesele. Kafamın içinde bir minyatür baba var artık. Hayatın her anında orada, aklımın bir köşesinde, devamlı beni yargılıyor, suçluyor, eksik ve yetersiz buluyor. Sonsuza dek beni eleştirmeyi görev edinmiş. Sonsuza dek.
İlk erkek modelinin böyle bir baba olması, erkekle kurulan ilişkiyi de etkiliyor elbette. Birşeyleri açüklar gibi yaptığını hissettiğiniz, en ufak iktidar arzusunu sezdiğiniz, “ben haklıyım” ısrarını gördüğünüz her erkekten kaçmayı deneyebilirsiniz. Ama değneğin boklu bir ucu daha var. Sonunda bir kız çocuğu olarak babanızı memnun etmek ve onun tarafından sevilmek için de kılı kırk yarmışsınızdır.
Bbamın her cümlesi, ne yapmam gerektiğine ya da neyi eksik, yanlış yaptığıma dair her söylevi nasıl döndü dolaştı, benim varlığımı kül eden ateş parçaları oldu? Nasıl bu derece etkili olabildi? Bunu düşünüyorum. Mesela babam konuştuğunda, başka kimsenin konuşması duyulmaz. Bağıra çağıra konuşur, konuşması herkesi bastırır, apartman bile duyar.Ya da masada yemeği çok hızlı yer, ortada paylaşılan yiyecekten yemek istiyorsanız, bir yarışa girersiniz. Bir çocuk veya genç olarak, her zaman, her yeri kaplayan biriyle yaşamak, varlığınızın çok ufak bir alana hapsolması, devamlı ezilmesi, kendini ortaya koyamaması ve bastırılması anlamına geliyor. Çünkü karşınızdaki kendinizi gösterdiğiniz her anı, varlığına ya da iktidarına tehdit gibi algıladığından bir kalıba sokar, iteler, isim takar, yargılar, küçümser, yanlış bulur. Söz taktikleri uzar gider.
Bir baba değil, zorba bir ağabeyle yaşadığımı hissettim hep. Bu beni çeşitli yollardan hassas yaptı. Eleştiriye tahammül edemez oldum dışarıda. En ufak bir eleştiri bana varlığımı yok sayan bir saldırı gibi geliyor hala. Babamla her tür aktivite anında bir iktidar savaşına döndüğünden, kendi yaptığım hiçbir aktivite ve hobiden de zevk alamadığımı farkettim. Çünkü içime yerleşmiş onun sesi, o yanımda olmasa bile konuşmaya devam ediyor.
Ve işte varlığımı minimuma indirerek, yaşantımı güvenli sularda sürdürürken kendimi yine o topun ağzında buldum. 10 yıl önce babamla deneyip bıraktığım araba kullanma meselesini yeniden gündemime aldım. Şimdi aktif olarak araba kullanıyorum. Ve yeniden babamın açüklamalarıyla başbaşayım. 32 yıl sonra hortlayıp geldi, yanıbaşımda oturuyor. Küçük bir kız çocuğunun ağlayışını ve aynı zamanda herşeyi kırıp parçalamak isteyen öfkesini duyuyorum içimde. Ama bu kez, bu duygulara sahip çıkıyorum. Bu bir başlangıç. Sana söz veriyorum kızım, bu daha yolun başlangıcı…
Görsel:Zhang Xioagang, Baba ve Kız, 2005.