Orhan Pamuk, sırf yurtdışında başarılı diye eleştirilmekten (hâlâ) şikayetçi: “Romanın başarısını kendisine karşı bir silah olarak kullanıyorlar.”

KÜLTÜR

Orhan Pamuk’u Bezdirmişsiniz

Orhan Pamuk, romanlarını yabancılar için yazdığı suçlamalarından aşırı derecede sıkılmış. Şurasına kadar gelmiş diyebiliriz.

 

“‘Romanlarınızı yazarken Türkiyeli okuyucuyu mu düşünüyorsunuz, yoksa yabancıları mı’ sorusu bana o kadar çok soruluyor ki”, diyor, o kadar çok kelimelerinin üzerine tek tek basarak.

 

“Uluslararası alanda ünlenmiş kitaplar neden bu kadar olumsuzca eleştiriliyor, insanlar neden bu kadar kuşkucu?” diye soruyor. 

 

Pamuk geçtiğimiz pazartesi, son üç yıldır aralıklarla ders verdiği Columbia Üniversitesi’ndeki bir buluşmada edebiyat eleştirmeni Adam Kirsch’in sorularını yanıtladı. Kendisi, Kirsch’in bu sene yayınlanan “The Global Novel: Writing for the World in The 21st Century” (Küresel Roman: 21. Yüzyılda Dünya İçin Yazmak) kitabında incelediği “küresel” yazarlardan biri; küreselleşme çağında, çağın getirdiği sorunlarla ilgilenen, okuyucuya küresel bir perspektif sunabilen yazarlar.  

 

Meğer bu küresel yazar sorunu Orhan Pamuk için ciddi bir sorunmuş. Yani Türkiye’de oldukça geniş bir siyasi yelpazede eleştirmen/yorumcu için yazarın “küreselliğinin” sıkıntı olduğunu biliyorduk, hakkında 2007’de basılmış Beşinci Kol başlıklı kitap bile var, ama kendisinin bu kadar dert ettiğini tahmin etmiyordum. Konuşma boyunca aynı serzenişi o kadar çok kere tekrar etti ki, bir noktada tüm dünyaya yaranıp kendi insanına yaranamamanın hüznüyle ilgili bir kitap yazacağına ikna oldum.

 

Kitapları onlarca dile çevrilen ve nihayetinde Nobel ödülü almış bir yazar olarak Orhan Pamuk dünya edebiyatı, küresellik, evrensellik konularıyla çok sık muhatap oluyor, hem de iki taraftan. Neredeyse on yıl önce, aynı kaygıları neredeyse aynı kelimelerle ifade ederken, sadece Türkiye’de değil Batı’da da sıkıştırılmaktan dem vurmuş (“Pamuk, ‘Hâlâ yalnızca Türkler için mi yazıyorsunuz?’ sorusunun arkasındaki şüpheci, hatta parmağını sallayarak uyaran bakışın arkasında da … içimizdeki milli kavgaya dışarıdan, pencereden kulak misafiri olma isteği [olduğunu söyledi.]”)

 

Pamuk’un Kirsch’e ilk söylediği şey, “normalde” küresel kelimesiyle ilişkilendirilmekten hiç hazzetmeyeceği oldu ve Kirsch’ten kitapta bu kavramı neden iyi bir şey olarak (hatta iyi bile değil, “not a bad thing” olarak) kurguladığını açıklamasını istedi (istediğini aldı diyemem).

 

Küresel bir yazar olmanın olumsuz imaları açık. Kirsch mesela “bir kitap sanki ne kadar çok okunuyorsa, o kadar yüzeyselce okunuyor” gibi bir algıdan (Migros çok satanlar rafıyla yaşadığınız özensiz ilişki), bir de bir kitabın uluslararası üne kavuşması için uymuş olması gereken kapitalist reklam ve dağıtım modellerinin bazılarında yol açtığı rahatsızlıktan söz etti.

 

Ama Pamuk’un derdi bunlarla değil, sırf tüm dünyada seviliyor diye ülkesinde komplo teorisi malzemesi olmakla. “Bir kitap dünyanın geri kalanı tarafından sahiplenildiği an şüphe duyulması gereken bir şey oluyor. Bir yanda başarılı olana duyulan kızgınlık var, bu normal. Ama neden başka dillere çevirilen yazarların orijinalliği, samimiyeti, derinliğiyle ilgili bu kadar anksiyete var?”

 

Yazara bu sorular en az otuz yıldır sorulduğu için cevaben birkaç teorisi var:

 

Bir kere, kitaplarının, bir ülkedeki belirli bir siyasi-kültürel ana denk gelip, tamamen rastlantısal şekilde bir damarı yakaladıklarından çok sattığını söyledi (yani yabancılar için yazıldıklarından ya da gizli güçler tarafından ittirildiklerinden değil). Farklı ülkelerde farklı kitaplarının başarılı olmuş olmasını buna kanıt olarak sundu. ABD’de en çok satan kitabı Kar, Çin’de Benim Adım Kırmızı, Türkiye’de Kırmızı Saçlı Kadın (sonuncusu sitemizde hadsizce eleştirilmişti).

 

“Kitabın içkin estetik niteliğini değerlendirdikten sonra bir de neden ünlendiğine bakmak lazım. Kar [2002’de] Türkiye’de yayınlandığında insanlar daha siyasal İslam travması yaşamıyordu. Ama ABD’de 11 Eylül sonrası yayınlandı, yani bu konulara yoğun bir ilginin olduğu bir dönem.”

 

İkinci ve asıl üzerinde durduğu teori, bu tepkilerin milliyetçi, kendi kültürünü hususiyetle otantik zanneden karakteri (Pamuk konuşmasında hiçbir zaman Türkiye demedi, genelleyerek konuştu).

 

Pamuk, romana karşı bu kıskanç milliyetçi tavrı, roman sanatıyla ulus devletin paralel yükselişiyle açıklıyor. Orta sınıf yükseldikçe insanlık ihtiyacı dışında objeler üretmeye ve bunları arzulamaya, şehir hayatı gelişmeye başlıyor; bunlar romanın malzemesi, ıncığı cıncığı. O millet sanıyor ki, diyor Pamuk, bu detayları başka kimse anlayamaz. Böylece bir romanın özgünlük kıstası yereldeki insanların birinci elden tecrübelerinin ne derece aktarıldığı oluyor. Eğer başkaları da anlıyor ve sevebiliyorsa bir şeyler eksik, bir şeyler yanlış. “’Yazar bize oryantalist fanteziler mi satıyor acaba’ diyorlar. Küresel roman bu kaygıları kaşıyor.”

 

Pamuk’a göre yerel detaylara, bunların ne derece samimi, özgün ve yerel olduğuna takmak aslında bastırılmış bir anlaşılma isteğinden kaynaklanıyor.

 

Kirsch burada Kar romanının sonunda Fazıl karakterinin söylediği bir şeyi hatırlattı: ‘Onlara (okuyuculara/yabancılara) söyle, bizi asla anlayamayacaklar.’ Bu restin geçerliliği yok mu?

 

Pamuk’a göre, bir kere eğer okur kitabın sonuna gelmişse, 400 küsur sayfa okuyacak kadar beğenmiş demektir (beğenme ve okumaya devam etme kavramış olmayı garanti ediyor mu sizce?). Fazıl karakteriyle kendisine o nahoş soruyu sorup suran gazeteciler aynı: “Fazıl aşırıcı bir nativist, aklı kendisiyle ve etrafındaki detaylarla meşgul. Ama aynı zamanda anlaşılmak istiyor, tıpkı Türk gazeteciler gibi. Bu, bir yabancı gelip bize baksın ve ne kadar ilginç detaylarınız, ne kadar değişik hayatınız var desin isteği. Eğer yerel bir şeyin küresel olarak anlaşılması sorunlu geliyorsa orada bir anlaşılma arzusu var.”

 

Pamuk, kitabı uluslararası düzeyde ünlenen bir yazarın siyaseten doğrucu cevabı “amacım bu değildi ama iyi oldu tabi” oluyor diyor, zira insanlar bütün odağın yerellik üzerinde olmasını istiyor. Peki bu sürekli tekrar eden sorunun cevaplanması gereken hiç mi yanı yok?

 

Var, şöyle: “Mesela,” dedi Pamuk, “ABD’de Thanksgiving (Şükran Günü) bayramı var, Türkiye’de de Kurban Bayramı. Ama bunu böyle yazarsam kimse anlamaz. Amerikalı yazarların ‘okurlar anlar mı’ diye bir derdi yok, bununla vakit harcamıyorlar; diğer herkesin bunları açması lazım. Ama bunu o kadar akıllıca, hesaplıca, kurnazlıkla yapmalısınız ki yerli okuyucu ‘yabancılar anlasın diye yapıyor’ demesin. Çünkü yazar sadece onlara konuşsun istiyorlar.”

 

Fakat açık ki Pamuk bu işi sandığı ya da umduğu kadar kurnazlıkla yapamıyor. Belki de eleştirmenler artık neyin peşine düşeceklerini ezberlediklerinden, bu konuda şansı yok: 2008’de yayınlanan bir Masumiyet Müzesi eleştirisi, “son dönemdeki diğer çalışmaları gibi, ‘içimizden biri’nin değil, Türkiye’de yaşayan bir yabancının yazmış olduğu izlenimi doğuruyordu bu kitap da… Orhan Pamuk, yurtdışında satış rekorları kıran ‘İstanbul’ kitabında iyice belirginleşen bu yaklaşımını sürdürmüştü. Türkiye’de yaşayanların alıştıkları, hatta farkında bile olmadıkları birçok şeyi, ilk kez görüyormuşçasına anlatıyordu.” diyor. 2012 yılında Oray Eğin, “Beyaz Kale”yle birlikte oryantalizm formülünü çözüp Batı’da kabul görmeye başlayınca Orhan Pamuk’un dili iyice dünya okuruna hitap etmeye başladı. … Pamuk’un romanları kolay çevrilsin, cümleler yabancı dillere kolay aktarılsın diye bir kaygıyla yazdığını (kendisi hiçbir zaman kabul etmese de) anlamak zaten mümkün” demiş. 2015’te Kafamda Bir Tuhaflık için eleştiri yine aynı: “Pamuk’un romanını öncelikle dış dünya için yazdığı anlaşılıyor. Öyle ki, yurtdışındaki okuruna açıkça sesleniyor. Bozanın nasıl yapıldığının tarifini bile veriyor.”

 

Ne yapsın adam, boza deyip geçsin mi? Ne diyorsunuz, sizce Orhan Pamuk siteminde haklı mı?

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YKazuo Ishiguro ile Röportaj: Kurgu Sanatı
Kazuo Ishiguro ile Röportaj: Kurgu Sanatı

Edebiyat nobelinin yeni sahibi Kazuo İshiguro ile hayat hikayesi, ilham kaynakları, çalışma rutini üzerine yapılmış en kapsamlı röportajlardan biri.

ENGLISH

YIn Turkey, female patients bear brunt of misdiagnoses
In Turkey, female patients bear brunt of misdiagnoses

The common request shared by every woman I spoke to for this article was that they would be properly listened to.

KÜLTÜR

YYanlış Teşhislerin Mağduru Hastalar – Peki Sorumlusu Kim?
Yanlış Teşhislerin Mağduru Hastalar – Peki Sorumlusu Kim?

"Adet sancısı normaldir, genç kızlarda olur öyle, evlenince geçer, psikolojik..." Türkiye'deki teşhis sorunu kadınların zamanına, parasına ve sağlığına mal oluyor.

Bir de bunlar var

Angela Davis İnsan ve Hayvanların Kurtuluşunu Birbirine Bağlıyor
Din ve Maneviyat Üzerine Düşünceler IV: Din Dışı Maneviyatın Alanı Ne Olabilir?
Farklı Kaydet, Casim

Pin It on Pinterest