Hamburg polisi, yaklaşık 1,5 yıldır G20 zirvesi için hazırlık yapıyor.

MEYDAN

G20 Protestoları: “Hamburg biziz, siz nesiniz!”

G20 protestolarının akıbeti aylardır Hamburglular, Almanyalılar ve hatta tüm Avrupalılar için tartışma konusu oldu. Hamburg polisi, yaklaşık 1,5 yıldır G20 zirvesi için hazırlık yapıyor. G20 zirvesine karşı şehrin muhalif gruplarının Nisan ayından beri büyük çaplı protestolar gerçekleştirmeye başlaması ve hatta ondan da önce, Mart ayında bir uyarı olarak iki polis arabasının yakılması eylemiyle birlikte, önce emniyet güçleri hem diğer şehirlerdeki polisin ve hatta ordunun yardımına ihtiyaç duyacağını, hem de şehir merkezine yakın hiçbir protesto gösterisine izin vermeyeceklerini açıkladı. Bunun ardından şehir yönetimi, böyle bir uygulamanın anayasaya uygun olmadığını ve kabul edilemeyeceğini söyleyerek itiraz etti. Eylem yapacak grupların bir kısmı ve emniyet güçleri, ortak bir toplantı alarak harita üzerinde bir güvenlik planı oluşturmaya çalıştı. Maalesef başarılı oldukları söylenemez zira G20 buluşmasının yapıldığı yer, liderlerin ve delegelerin kaldığı oteller ile şehrin solunun, kültür merkezlerinin ve işgal evlerinin yerleşik olduğu St. Pauli çevresindeki bölge birbirine çok yakın. Bu durum, yani zirvenin gerçekleştirileceği yerin seçimi başlı başına bir tartışma konusuna dönüştü. Nihayetinde cumartesi günü kitlesel bir protesto gösterisinin, zirve bölgesinin epey yakınından St. Pauli’ye kadar uzanan bir güzergahta gerçekleşeceği kesinleşmiş oldu. Ancak izinli ana gösteri dışındaki diğer gösterilerin durumu belirsizliğini korudu.

 

Sonrasında, Türkçe basına da yansıyan kamp krizi başladı. Zirve yaklaştıkça, hafta sonu boyunca on binlerce protestocunun şehre akın edeceği anlaşılmıştı. Protestocular parklarda kamp kurmak istedi ancak Alman yasasına göre bu durum suç teşkil ediyor. Yine yapılan pazarlık sonucu, kimi parklarda kamp kurulabilmesi için izin çıktı. Zirveden bir gün önceki perşembe ise polis, kampları yeniden yasakladı; kimi kamplara müdahale edildi. Bu müdahalelerin bir kısmının hiçbir uyarı yapılmaksızın gerçekleştirildiği söyleniyor. Perşembe günü aynı zamanda radikal anti-faşist grupların çağrısını yaptığı ve çatışmalı olacağı tahmin edilen “Welcome to Hell” (Cehenneme Hoşgeldiniz) eylemi vardı, ancak eylemin bir isyana evrileceği düşünülmemişti.

 

Perşembe akşamına gelindiğinde, neyin yasal ve izinli, neyinse yasadışı ve izinsiz olduğuna dair büyük bir belirsizlik hakimdi. Polis küçük gösterilere Almanya standartlarına göre sert bir biçimde müdahale etmeye, şehrin çeşitli yerlerinde vakit geçiren protestocular ise bu görüntüleri izlemeye başladı. İşte Hamburg isyanına giden yol bu oldu. O gece bindiğim otobüste, birkaç dakika önce bir metro istasyonunu tamamen harap etmiş bir grup protestocuyla yan yana geldim. Buraya bunun için gelmediklerini ancak eğer mecbur kalırlarsa her şeyi yapabileceklerini söylüyorlardı. Otobüsteki Hamburglular ne polisin, ne de isyancıların varlığından hoşnut olduklarını açıkça ifade etmeye ve homurdanmaya başladı. Bunun üzerine eylemciler bir anda haykırdı: “Hamburg biziz. Siz nesiniz?”

 

 

Bu noktada biraz şehrin politik atmosferini anlatmak istiyorum. Hamburg’un bir liman kenti olduğu ve nüfusun çoğunluğunu sol eğilimli işçi sınıfının oluşturduğu bu dönemde sıkça yazıldı. Kentin gerçekten güçlü bir sol tarihi, geleneği var. Bununla birlikte geçtiğimiz senelerde yaşanan soylulaştırma sonrası önce ekonomik çerçevesi, sonrasında politik eğilimi değişmiş bir şehir; ülkenin en sosyal demokrat kentlerinden biri olarak kabul ediliyor. Eskiden işçilerin yaşadığı mahalleler şimdi orta sınıfı ağırlarken, sol siyasetle son derece işçi dışlı olan örneğin punk sahnesi gibi kimi alt kültürler, yükselen emlak fiyatları ve yaşamın genel olarak pahalılaşması sonucu Berlin’e taşınmayı tercih etmiş. Şehrin merkezine epey yakın olan, seks işçilerinin çalışabileceği güvenli bir ortam sunan, hayli turistik ve bilhassa da futbol takımıyla meşhur St. Pauli semti ve çevresinde, her yıl 1 Mayıs’ta isyanlar gerçekleşiyor. Bununla birlikte, polisin çok varlık göstermediği, huzurlu bir kent.
Zirvenin Hamburg’da gerçekleştirileceğinin açıklanmasından itibaren, sağ görüşlü kişiler dahi bunun çok kötü bir karar olduğunu, şehirlerinin işgal edildiğini hissettiklerini ve özellikle de Erdoğan, Trump, Putin gibi liderleri şehirlerinde ağırlamak istemediklerini ifade ediyor, neden zirvenin şehir dışında gerçekleştirilmediğini soruyorlar. Öyle ki şehrin lokal meşrubat markası bile, Erdoğan, Trump ve Putin’le dalga geçen ilanlar hazırlayıp billboard’lara astı. Kentin büyük bir bölümü, hafta başından beri evlerine, dükkanlarına ve sokaklara pankartlar asarak tepki gösteriyor. “NOG20” pankartı asmayan dükkanlar ise ben bu satırları yazarken vitrin camlarını yenilemekle meşgul.

 

Fotoğraf: Haziran Düzkan

 

2 Temmuz 2017, Hamburg. JOHN MACDOUGALL/AFP/Getty Images)

 

Perşembe sabahı kente vardığımda, bir İstanbullu olarak beni bile terörize eden bir polis varlığıyla karşılaştım. Almanya’nın tüm kentlerinden, Bavyera bölgesinden ve hatta Avusturya’dan gelen polis araçları ufak banliyö mahalleleri de dahil tüm kente yayılmış, toplu taşıma sistemi neredeyse tamamen iptal edilmişti. Polis araçları o kadar yüksek sesle ve devamlı olarak siren çalıyordu ki sokakta yürürken konuşmak imkansızlaştı, onlarca helikopter gökyüzünü tarıyordu, polislerin çoğunun kenti bilmemesi sonucu gündelik yaşamda büyük bir kaos ortaya çıktı. Polis, parklarda eylemciler için bilgilendirme, sağlık ve gıda merkezleri kurulmasına izin verdi. Belediye gözaltına alınacak protestocular için bir bağımsız avukat hattı oluşturdu, hattın acil durum telefon numarası tüm eylemcilerin koluna yazıldı. Ülkenin her yerinden sağlıkçılar, tıp öğrencileri kente akın edip nöbet tutmaya başladılar. Kimi eylemciler protestolara cep telefonları, kimlikleri olmadan gidiyorlar ki isimleri kayıt altına alınmasın.

 

Kampların yasaklanmasının ardından öncelikle, şehrin (ve hatta tüm dünyanın) solcularının gururlu takımı St. Pauli, stadyumunu eylemcilerin kamp yapması için açacağını duyurdu. Ardından evler, bahçeler kampçılara açıldı. Birkaç kilise, bahçelerini kamp kurmak isteyenlere açtıklarını duyurdu. Bu kiliselerden birinin papazı, birçok medya organına gururla röportaj verdi: İyi bir uyku çeken eylemcilerin kolay kolay provoke olmayacağını söylemesi, tüm isyanın en sevilen şakalarından birine dönüştü.

 

Hamburglular Cuma sabahı uyandıklarında, iş yerlerinin tatil edildiğini, merkeze uzak, ufak mahallelerde bile isyan çıktığını ve dükkan camlarının kırıldığını gördü ve isyan videolarını izledi. Bu noktadan sonra konuştuğum yerli insanların bir kısmı, polis şiddetine karşı isyana katılma kararı aldıklarını söylerken, diğer kısmı ise isyancıların şiddeti nedeniyle protestolara katılmayacaklarını açıkladı. Cuma günü aynı zamanda, St. Pauli meydanında düzenlenen G20 karşıtı barışçıl ve izinli “Get Up, Stand Up” festivali başladı. Uluslararası Af Örgütü, Hamburg Pride gibi insan hakları örgütleri tarafından düzenlenen etkinlikte, çeşitli konuşmacılar, kentin yerel punk ve rap sanatçılarının yanısıra 25. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi de, Onur Yürüyüşü’ne yapılan saldırı sonrası durumu anlatmak için etkinliğe davet edilmişti.

 

Henüz daha etkinliğin ilk saatlerinde, sahnenin yanındaki caddede biraz slogan atan, biraz da bira içip dans eden bir grup insana, aralarında sadece üç kişinin maskeli olması sebebiyle (protestocuların maske takması kabul edilmiyor), yine önceden uyarılmaksızın müdahale edildi. Bu sırada polisin havaya ateş açtığı dedikodusu yayıldı. Etkinlik sona erdikten sonra St. Pauli meydanında ufak gösteriler oldu, eylemciler meydandaki karakolun önünü önce işgal etti, ancak sonrasında müdahale olmadan sakinleşildi ve polis geri çekildi. Bundan sonra birkaç saat eylemciler meydanda küçük bir parti düzenledi, karınlarını doyurdu, dinlendi. Bu sırada polis tacizinin hiç durmadığını, sürekli uyarıcı anonslar yapıldığını, sirenlerin susmadığını, partinin belli noktalara akmasının engellendiğini ve bu durumun Almanyalılar için hayli sinir bozucu olduğunu söylemeliyim. Bir süre sonra eylemciler polis barikatını aşmaya karar verdi ve isyan tekrar başladı.

 

Şehir hakkı sınır tanımaz. Fotoğraf: Haziran Düzkan

 

Cuma gecesi olanlar karşısında herkesin nutku tutuldu. Protestocular henüz sadece slogan atma ve dolanma aşamasındayken polis önce, barışçıl olsun olmasın, hiçbir gösteriye izin vermeyeceğini, sonrasında kalabalık grup olarak duran herkesi dağıtacağını açıkladı. Normalde sadece yasadışı bir şey yaparken kaydedebildikleri kişileri gözaltına aldığını söyleyen, bu konuda da nedendir bilinmez toplumun güvenini kazanan polis, bir anda eyleme katıldığını gördükleri herkesi gözaltına alacaklarını söyledi. Sonrasında polis gerçekten havaya ateş açtı ve eylemciler barikatları ve sivillere ait arabaları ateşe verdi. Bir polisin mermiyle vurulduğu, bir başkasının molotof kokteyli sebebiyle görme yetisini kaybettiği dedikodusu yayıldı (sonrasında emniyet bu haberleri defalarca yalanladı). Birkaç gazeteci sosyal medyada, polisin kendilerine silah çekerek “bundan sonra basın özgürlüğü yok” dediğini söyledi. Polis boş sokaklara bile TOMA suyu sıkarak girdi. Bu sırada şunu söylemeliyim ki, tüm bunlar olurken sokaktaki insanların sığınabileceği bir ev, bir dükkan, ya da onları evlerine götürecek bir toplu taşıma sistemi, taksiye ulaşabilecekleri açık bir yol yok. Aynı zamanda, bu güçte bir saldırıyla nasıl baş edebileceğini bilen bir eylem deneyimi ve dayanışma kültürü de çok az insanda var. O gece ortalıkta dolanırken, hala açık olan, eylemcilere bira satan ve su ikram eden bir bakkala girdim, biraz sohbet ettik: “Kızım senin burada ne işin var, niye Adalet Yürüyüşü’nde değilsin?” dedi bana.

 

İzinli ve kitlesel yürüyüşün yapılacağı günün sabahı, yakılmış yıkılmış, yazılmış çizilmiş, korkmuş ve öfkelenmiş bir Hamburg’a uyandık. Zirvesinin gerçekleştiği yere çok yakın bir bölgeden St. Pauli’ye kadar uzanan bir güzergahta, yaklaşık yüz bin kişinin yürüdüğü tahmin ediliyor. İki gündür terörize olmuş halk, her ne kadar yürüyüşün barışçıl ve “aile dostu” olacağını tahmin etse de, tedirgin bir şekilde katıldı; hatta katılımın beklenenden az olduğu dahi söylenebilir. Yine de, bir örgüte dahil olsun olmasın kentin büyük bir kısmı, kendi pankartları, dövizleri, sözleriyle oradaydı. Yürüyüşe giderken yolumu kaybettim ve dövizleriyle dolanan bir arkadaş grubundan yardım istedim. Onlara katılmamı söylediler ve beraber yola çıktık. İstanbullu olduğumu öğrenince bir tanesi “Ah” dedi, “Sen benim dövizimi seveceksin”. Türkçe şöyle yazmıştı: Geçen yaz ne yaptığını biliyorum. “Anladın mı?” diye göz kırptı.

 

Yürüyüş henüz toplanma aşamasındayken, polis araçlarla eylemcileri, özellikle de tüm isyan boyunca öne çıkan ve polisle arasının kötülüğü dillere destan olan Kara Blok’u taciz etmeye başladı. Protestocuların arasına girmeye çalışan iki polis arabası, büyük bir tepkiyle karşılaştı ve yolunu değiştirmek zorunda kaldı. Yürüyüşe katılan grupların iki ana eğilim içerisinde olduğunu söyleyebilirim. İklim değişikliğine dair daha ciddi önlemler alınmasını talep eden gruplar, yakın bir zamanda geçen evlilik eşitliği yasasını kutlayan, ancak Merkel’in konuya dair olumsuz tepkisini protesto eden ve anayasanın değiştirilerek eşitlik maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadelerinin eklenmesini talep eden gruplar, hedefine Merkel’den ziyade Putin, Erdoğan ve Trump’ı koyan örgütlenmeler, kadınların daha fazla sosyal imkana sahip olması için çağrı yapan feminist gruplar ve barış, dayanışma, kardeşlik ve aşk çağrısı yapan anti-kapitalist gruplar yürüyüş boyunca oldukça neşeli bir ruh hali içerisindeydi. Konfetiler saçıldı, dans edildi, anaakım basının “renkli görüntüler” diye tanımlayacağı performatif protestolar yapıldı.

 

Yürüyüşün ön saflarında yer alan anti-faşist örgütlenmeler, Kara Blok, Kızıl Blok, non-konformist feminist, queer ve mülteci örgütlenmeleri ve Kürt hareketi ise, eylemi başka bir tonda gerçekleştirdi. Halihazırda ayaklanmanın başlamasında da öncü olan bu gruplar, yürüyüş boyunca ciddi bir polis gözetimi altında tutuldu; hatta Kara Blok yürüyüşü kalabalık bir polis çemberi içerisinde tamamladı. Kara Blok, sadece polis tarafından değil, sol hareketin büyük bir bölümü tarafından da sürekli suçla ilişkilendirilen bir örgüt; hatta bir örgütten de öte, kendini anarşist olarak tanımlayan, Kara Blok’un eylem biçimini benimseyen ve siyah kapüşonlu giyen herkesin sahiplendiği bir kimlik. İsyan boyunca birden fazla duvarda eylemcilerin “Kara Blok, sizi burada istemiyoruz” yazılarına rastladım. Grubun sivillere ait araçlara ve dükkanlara zarar vermesi fazlasıyla eleştiriliyor, kimi solcular Kara Blok’un polise bela olmaya yönelik tavrını, başkalarını tehlikeye atan bir sorumsuzluk olarak görüyor. Konuştuğum bir Hamburglu kendisini hem polisin, hem de Kara Blok’un rehin aldığını hissettiğini söyledi. Fransa’dan protesto için gelen ve Kara Blok’la hareket eden bir eylemci, Kara Blok’ta olduğunu söyleyen kimi insanların “faşistten daha faşist” tavırlar içerisinde olduğunu düşündüğünü söyledi. Tüm bunlar, örgütün özellikle gençler tarafından son derece sahiplenildiği, örgütün kararlılığı ve cesaretinin tüm isyan için büyük bir esin kaynağı olduğu ve Kara Blok’a karşı çıkan yazılamaların onlarca katı Kara Blok sloganına rastlayabileceğiniz gerçeğini değiştirmiyor.

 

Kara Blok ve diğer anti-faşist gruplarla, onların radikal siyasetine katılmayan sol arasında başka bazı çatışmalar da var. Perşembe gününden sonra kurulan kampların kimilerinde anti-fa grupların Filistin bayrağının açıldığını, kimi sol kanattan insanların anti-semitizm suçlamalarıyla bu kamplara tepki gösterdiğini, hatta yer yer bastığını duydum. Bu noktada bu gruplar için Kürt hareketinin de önemli bir enternasyonalist anlam taşıdığını ve Rojava örneğinin ciddi bir ilham kaynağı olduğunu söylemeliyim. Öğrendiğim kadarıyla Berlin’de YPG ve PKK bayraklarının ve Öcalan resminin yürüyüşlerde taşınması yasak, Hamburg’da ise böyle bir durum söz konusu değil. Buna bağlı olarak, yürüyüşün en görünür bayrağının YPG bayrağı olduğunu, çoluk çocuk, punk rapper, sosyalist anarşist fark etmeksizin herkesin YPG bayraklarını gün boyu taşıdığını, yürüyüşten sonra St. Pauli çevresinde başka döner dükkanları olmak üzere pek çok dükkanın YPG bayrağı astığını gördüm. Yürüyüşe dair ilginç olabileceğini düşündüğüm bir detay da, Almanya Alevi örgütlenmelerinin kortejinin eylemdeki varlığını, “adalet” yazılı dövizler taşıyarak ve tişörtler giyerek tamamen Adalet Yürüyüşü şeklinde kurgulaması oldu.

 

Yürüyüş St. Pauli meydandan başlayarak sokakları da coşkulu bir biçimde turladı ve meydanda son buldu. Rojava’yla dayanışma için kurulan yemek standlarından karın doyuruldu, ana kürsüden konuşmalar yapıldı. Bir süre sonra gürültülü ordu uçaklarının, büyük uçakların sesini duyduk. Önce Trump, sonra Erdoğan ve Putin, gözlerimizin önünde şehri terk etti. Halayıyla, bandosuyla, rave’iyle bir parti başladı. Bundan sonra geçen birkaç saatin, benim pek de heyecan verici sayılmayacak ömrümde gördüğüm en güzel, en kolektif ve çok sesli kutlama olduğunu söyleyebilirim.

 

 

Getty Images

 

Bundan sonra pek çok kişi artık sükunetin geleceğini düşünüyordu ki bu iyimserliği nereden edindikleri benim için bir muamma. Eylemciler sokaklarda eğleniyor, özellikle de St. Pauli meydanında bira içiyordu, meydandaki “Get Up, Stand Up” da halen sürdüğü için bir festival havası vardı. Bir süre sonra polis, ortada hiçbir gerekçe olmaksızın eğlenceye müdahale edeceğini duyurdu. “Dahil olmak istemeyenler lütfen geri çekilsin” anonsları bardağı taşıran son damla oldu. Dahil olunmaması gereken şeyin ne olduğunun belirsizliği bir tarafa, fiziksel olarak da bir anda geri çekilmenin imkansızlaştığı koşullar vardı. Müdahale TOMA ile başladı, biber gazı ile devam etti, çevredeki sokaklara isyanın o güne kadarki en büyük barikatları kuruldu. İnternet üzerinden canlı yayın yapan gazeteciler, yayına devam edemeyeceklerini açıkladı. Polis bir kez daha havaya ateş açtı. İsyan gece boyunca sürdü.

 

Hamburg’u Pazar sabahı terk etmek zorunda kaldım ve bu yazıyı aynı gün yazıyorum. Bugün şehirdeki pek çok müze gitmek isteyenler için ücretsiz olacak, yapılan açıklamaya göre “teselli için”. Öte yandan müzelere ulaşımı sağlayacak bir toplu taşıma sistemi çalışmıyor. Şehrin hala kaos içinde olmasının sebebi isyanın devam edeceği beklentisi değil, şehrin durumunun, paramparça edilen metro ve otobüs duraklarının Hamburglulardan gizlenmeye çalışılması. Almanya Başkanı Frank-Walter Steinmeier bugün yaralılara geçmiş olsun dilemek ve polisi tebrik etmek için kente geliyor. Yine bu akşam İçişleri Bakanı televizyona çıkarak soruları cevaplayacak, pek çok kişi istifa etmesi gerektiğini ancak bunun muhtemelen gerçekleşmeyeceğini düşünüyor. Şimdiye kadar polisin aşırı müdahalesine yahut şehrin neden liderler ve onları korumak için gelen polis tarafından işgal edildiğine dair tek bir açıklama bile yapılmadı. Bilakis, çoğunluk polisin yetersiz müdahale ettiğini söylüyor. Bir polis devleti olmasına sadece bir adım kaldığı artık aşikar olan bu ülkede, solun belki bu isyandan dolayı gururlu ancak bir o kadar da yılgın hissettiği düşünülebilir. Emperyalizme ve tüm dünyada yükselen sağa karşı bu denli güçlü bir enternasyonalist eylemlilik, uzun zaman boyunca konuşulacaktır.Yıllardır bir dünya kenti, turizm merkezi, ekonomi zaferi olması için zorlanan, soylulaşan ve buna rağmen kendi değerlerini korumaya çalışan bir kent, kendi tarihinde ve muhtemelen son yıllarda Avrupa’da gerçekleşmiş olan en büyük isyanı gerçekleştirdi ve şimdi protestocuların da gitmesiyle tek başına, “müzelere ücretsiz girerek teselli bulun” gibi hakaretlere maruz kalıyor. Bunun sonucunun ne olacağını ise kimse kestiremiyor.

 

 

Ana Görsel: Getty Images

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ENGLISH

YEthos: Don’t ever call it fate
Ethos: Don’t ever call it fate

We have seen this film before, but it was never shot this well. 

KÜLTÜR

YBir Başkadır: Sakın kader deme
Bir Başkadır: Sakın kader deme

Biz bu filmi daha önce gördük, sadece bu kadar iyi çekilmemişti.

Bir de bunlar var

Sıradan Bir Kadınlık Hikâyesi: Kimlik
“GUYnecology”: Erkek üreme sağlığı neden önemli?
TKDF Başkanı Canan Güllü: “Salgın Döneminde Kadına Şiddet Yüzde 80 Arttı”

Pin It on Pinterest