Roman kızının medenileştirilmesini tematize eden iki roman.

KÜLTÜR

Halide Edib’in İlk Romanı: Çingene Kızı

Halide Edib ilk romanını 15 yaşında yazıyor. Ama Çingene Kızı adını taşıyan, 5 Ekim 1899 – 26 Temmuz 1900 tarihleri arasında 20 parça hâlinde Hanımlara Mahsus Gazete’de tefrika edilen bu roman maalesef tamamlanamıyor. Latin harflerine çevirilmiş bir versiyonu hâlâ elimizde bulunmayan romanın, yarım kalmışlığına rağmen Halide Edib’in erken dönem yazarlığına ve tarihsel bağlama dair söyledikleri ve ima ettikleri ise hâlâ önemli. Bu yazının romanın yayımlanması ve daha geniş bir şekilde tartışılması için bir vesile olmasını dileyelim.

 

Her ne kadar Çingene Kızı’na dair nadir atıflar, romanı daha çok Halide Edib’in acemilik dönemine kaydetse de, romancının acemiliğinin ötesinde de söylenebilecek bazı sözler var. Daha ilk romanında Halide Edib, kadınlar arası bir karşılaşma hikâyesi anlatmayı tercih ediyor. Üst sınıftan genç bir Osmanlı kadınının bir Roman kızıyla karşılaşmasının içerdiği imkân ve gerilimler, romanı, diğer metinler, yazarlar ve tarihsel bağlamla birlikte düşünmeye çağırıyor.

 

Yarım kalmış olması metni konumlandırmamızı zorlaştırsa da mevcut hâli de romanın gidişatına dair önemli içerimlere sahip. “Küçük Çingene,” “Rica,” “Muvaffakiyet,” “Rıfkı’nın Teklifi,” “Çingenenin Yeni Odası” bölümlerinden oluşan romanda zengin genç kadın Güzide, bir Roman çocuğunu dilenci annesinden satın alıp halası ve kuzeniyle birlikte yaşadığı köşke getirir. Roman kızının metindeki ilk görünüşü, yüzünün sonsuz değişkenlik kabiliyeti ve “ancak bir maymunda görülen çeviklik” ile nitelenir. Anlatıcının tabiriyle “küçük kirli yüzünü”, “pis esmer çehresini” [1] iyi bir oyuncu gibi hâlden hâle sokarak insanların acımasını ve şefkatini çağıran bu küçük kızı sarsan, oyununu kesintiye uğratan şey bir karşılaşmadır. Güzide’nin hiçbir oyuna gelmeyen “iri gözleri”, küçük kızı “olduğu yerde mıhlar.” İnsan tabiatının zayıf noktalarını “çingenevari” bir şekilde iyice bilen bu küçük kızın zihni sonsuz bir hile makinesi olarak işlerken, Güzide’nin her türlü mukavemeti kıran bakışıyla karşılaştığında âcizleşir. Güzelliğin ve çirkinliğin ötesinde bir cazibeyle donatılmış olan Güzide’nin gücü yalnızca bakışında saklı değildir: Güzide, küçük kızı annesinden satın alarak onun için tasarladığı medenileştirme projesini gerçekleştirmeye koyulur.

 

Roman bu başlangıcıyla akla Ahmet Mithat’ın 1886’da yayımlanan romanı Çingene’yi getiriyor [2]. Şems Hikmet adlı gencin, seçtiği bir Roman kızını medenileştirerek kendisine uygun bir eş yaratma sürecini anlatan bu roman hüsranla sona erer. Şems Hikmet’in Rakım adındaki eniştesi, Romanların özü gereği aşılanmaya, dönüştürülmeye, biçimlendirilmeye kapalı olduğunu, görünüşteki sonsuz uyum kabiliyetleriyle aslında kendilerini sakladıklarını iddia eder. İşin tuhafı, romanın kapanışında anlatıcı da perspektifini değiştirir ve Şems Hikmet’e değil Rakım’a hak vererek metni kapatır. Anlatıcıya göre belki yüz yıl sonra farkların silinip “insanlığın” temel değer olduğu bir toplumsal model gerçekleşirse Romanlar da ehlileşebilir. Ancak mevcut toplumsal koşulların anlatıcı tarafından da onaylanan gerçekliği içerisinde Romanlar insanlığın en alt katmanında konumlandırılır, Romanların asli “levs”i/kiri onları insanlığın sınırına yerleştirir.[3]

 

Şems Hikmet ise dindarlaştırma yoluyla Romanların medenileşebileceğine inanmaktadır. Onun için başka topluluklar dönüştürülebilir ve biçimlendirilebilir varlıklardır. Tarihin çizgisel akışı içerisinde, ileride olanlar, geride kalanları kendilerine çeker. Çevresindekiler “Çingeneleri Çingeneliğinden kurtarmak imkânsızdır” fikrindeyken Şems Hikmet, Roman kızı Ziba’yı ailesinden satın alarak projesinin nesnesi kılar. Yeşilçam filmlerinden ve popüler romanlardan aşina olduğumuz vahşi kadının ya da erkeğin eğitim yoluyla medenileştirilmesi süreci aşkla da iç içe geçerek ayrıntısıyla betimlenir. Hem bu süreçte hem de bu sürecin başarısı ihtimaline dair tartışmada vahşi olan, hayvanlar ve bitkiler âleminden örneklerle evcilleştirme ve aşılama benzeri mecazlarla tahayyül edilir. Vahşilikten medeniliğe geçiş, insan dışı varlıkların insana tabi kılınış pratikleri ile birlikte verilir. Bu modelde, terbiye de insanın yabani insana yaptığı bir nevi aşıdır [4]. Ahmet Mithat’ın metninin Romanlıkla ilgili tartışması, Romanlığı insan ve hayvanın arasında bir sınıra koyan, medenilikle vahşilik arasındaki geçiş kabiliyetlerini tartışmaya varan ve son tahlilde mevcut tarihsel koşullar içerisinde Romanların medenileşmesini imkânsız gören bir yaklaşıma sahiptir.

 

Halide Edib’in Çingene Kızı bir nevi Ahmet Mithat’ın Çingene’sinin yeniden yazımıdır. Çingene Kızı yarım kaldığı için metnin önerdiği konumlanışı tam anlamıyla tespit edebilmek zor. Halide Edib, romantik aşkla bezenmiş bir medenileştirme projesinin cinsiyet kodlarını değiştirmiş, genç bir kadını medenileştirici rolüne büründürmüştür. Her iki metinde de temel tartışma, Romanların tarihin ve medeniyetin “ilerleyişi”nin içinde olup olmadığına dairdir. Ahmet Mithat’ın romanında Romanlığa o günün tarihsel koşulları tarafından içerilemeyen, tabi kılınamayan bir özsellik atfedilmişken Halide Edib’in romanında Güzide, Romanlığı ve Roman kızını şimdinin tarihselliğine sokmaya çalışmakta, kuzeni Rıfkı ise Romanların kökenlerinin, milliyetlerinin belirsizliğini ve “Çingenelik mayası”nı örnek göstererek bu projeye inanmamaktadır. Güzide’nin halası ise ancak dindarlaştırma yoluyla medenileştirmeye inanır. Metin ilerledikçe bu farklı pozisyonlar küçük kızın eğitim ve uyum sürecine dair anlatıya eşlik eder. Anlatıcının aynı perspektifi benimsediği Güzide, küçük kızın milliyetini silmeden medenileştirmeyi uygun görmektedir. Terbiye süreci boyunca ortaya çıkan küçük kızın “kusur”ları Güzide tarafından kızın milliyetine değil yetişme koşullarına bağlanır. Tefrikanın tam da yarım kaldığı yerde hem küçük kızın, hem de Güzide’nin birbirine sevgisinin artışına şahit oluruz. Sanki medenileştirme hiyerarşisi korunmakla birlikte kadınlar arası bir yakınlık ilişkisi kuruluyor gibidir. Tabii metnin gidişatının nasıl olacağını tam anlamıyla bilmek mümkün değil. Acaba Güzide, Rıfkı ve halanın Romanlığa dair tasavvurları ne şekilde değişecek, küçük kızla girilen tecrübe ne türden yeni imkânlar ve gerilimler doğuracaktı? Metin tamamlanabilmiş olsaydı Halide Edib’in Ahmet Mithat’ı yeniden yazımının dinamikleri ve genç kadın yazarın dönemin edebi otoritesini ne şekilde benimseyip reddettiği çok daha iyi anlaşılabilirdi.

 

Peki bu iki yazarı Romanlık konusunda yazmaya iten koşullar nelerdir? Ne olmuştur da 1886 ve 1899’da bir Roman kızının medenileştirmesini tematize eden iki roman yazılmıştır? Bu durumun dünya edebiyatında Romanlığın popülerleşmesi gibi edebiyat içi nedenleri olsa da Faika Çelik’in doktora çalışmasının [5] gösterdiği gibi özellikle 1880’lerden sonra Osmanlı merkezi yönetiminin kolonyal ve oryantalist söyleme ve pratiklere başvurarak Romanları medenileştirme, yönetme ve denetleme girişimlerine hız vermiş olması etkilidir. Muallim Sadi Efendi’nin 1892’de yazdığı Romanlar hakkındaki layihanın söylemi ile Ahmet Mithat ve Halide Edib’in metinlerinin içerisinde sürdürülen tartışma birçok bakımdan akrabadır. Dolayısıyla Romanların tarihselliğin ne derece içerisinde olduğunu mesele edinen bu iki metnin politik ve edebi tutumlarını dönemin tarihselliği içerisinde düşünmek anlamlı olacaktır.

 

Faika Çelik’e göre geç dönem Osmanlı yönetimi Müslüman Romanları üç şekilde medenileştirmeye çalışmıştır: İnançlarını “doğru yola” yönelterek, hayat tarzlarını düzelterek ve hukuki statülerini geliştirerek. Bu dönemde Roman mahallelerine imamlar atanmış, yeni tarzda okullar yapılmıştır. (s. 398) Serez’de lise öğretmeni olan Muallim Sadi, Müslüman Romanların müphemiyet yaratan farklarını silerek onları ümmetin içine dahil etmeyi amaçlamaktadır. İslami açıdan eğitilirlerse onlar da kolaylıkla “bizim gibi” medeni olabilir. (s. 399) Romanlar halihazırda diğer ahalide hem merhamet, hem de iğrenme, sakınma hislerini doğurmaktadır. Sadi’nin söyleminde yalnızca Romanlara yönelik hisler değil, Romanların kökenleri de müphemiyetle kuşatılmıştır. Her ne kadar Romanlığı türdeş bir kategori olarak görmese de Sadi’nin suça bulaşmış Romanlar ve suçun nedenlerine dair analizleri de vardır raporda. Özellikle her iki metnin de konusu olan Roman kızlarına dikkat çeker. Roman kızları aldatıcılıkları, hilekârlıkları ve işveleriyle öne çıkarılır. Romanlar okuma yazma bilmemekle birlikte yeterince “din u devlet”, “İslamiyet” ve “insaniyet” telakkilerine de sahip değildir. (s. 407) Eğitim yoluyla bu topluluk medenileştirildiği takdirde hem dindarlaşacak, hem toplumdaki suç oranı azalacak, hem de Protestan misyonerlerinin devlet için zararlı muhtemel Hıristiyanlaştırma faaliyetleri karşısında önlem alınmış olacaktır.

 

Geç dönem Osmanlı yönetiminin Muallim Sadi örneğinde ortaya çıkan Roman temsili, Ahmet Mithat ve Halide Edib’in metinleriyle süreklilik içerisindedir. Metinlerde ortaya konan Romanlığın özü, dinle bağı, kadınlık algısı, suçla ilişkisi, medeniyete mesafesi gibi meseleler Osmanlı yönetiminin Romanlara atfettiği muğlaklıklardan ve niteliklerden beslenerek edebileştirilmiştir. Tarihin ve insanlığın dışına itilmiş Romanları belirli bir medenilik modeline indirgeyerek içerme çabasının barındırdığı çift yönlü dinamikler, merhamet ve çekinme, arzu ve iğrenme gerilimleri dönemin edebi metinlerini de kat etmektedir. Devletin Roman meselesini yönetme tarzı ile edebi metinlerin Romanların medenileştirilmesi izleğini işle(t)me tarzı birbirini keserek birbirine eklemlenmektedir.

 

Bu anlamda bitmemiş bir metin olan Çingene Kızı, bir yandan Ahmet Mithat’ın Çingene’sinin yeniden yazımı olarak diğer yandan dönemin politik ve kültürel bağlamının iz bıraktığı, paralelleştiği bir metin olarak dikkat çekiyor. Ancak yarım kaldığı için romanın anlatı otoritesinin ne yöne savrulacağı, nasıl toparlanacağı da belirsizliğini koruyor.
———————————————————————————-

1.Halide Edib Adıvar [Halide], “Çingene Kızı,” Hanımlara Mahsus Gazete, 231/29, 23 Eylül 1315 [5 Ekim 1899], 5.

2.Ahmet Mithat Efendi, “Çingene” [1886], Letaif-i Rivayat, Çağrı Yayınları, İstanbul.

3.Fatih Altuğ, “19. Yüzyıl Osmanlı Edebiyatında İmparatorluk, Medeniyet, Yerlilik, Yaban(cı)lık ve Din,” Tanzimat ve Edebiyat:Osmanlı İstanbulu’nda Modern Edebi Kültür, haz. Mehmet Fatih Uslu, Fatih Altuğ, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 104.

4. Altuğ, 106-7.

5. Faika Çelik, “Community in Motion: Gypsies in Ottoman State Policy, Public Morality and Sharia Court of Üsküdar, 1530s – 1580s.” danışmanı Üner Turgay, McGill University, 2013.

 

Ana görüntü, kaynak

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YHayriye Melek’in “Zeynep”i
Hayriye Melek’in “Zeynep”i

Hayriye Melek’in 1926'da yayımladığı romanı Zeynep Türkçe edebiyatın az bilinen, ilginç metinlerinden biridir.

KÜLTÜR

YHayriye Melek
Hayriye Melek

Çerkes edebiyatçı, kadın haraketinin liderlerinden Hayriye Melek: “Biz tutsağız, biz mağduruz, biz çaresiziz. Biz zulüm gördük ve görüyoruz; fakat aciz, korkak, riyakâr değiliz.”

SANAT

YZafer Hanım’ın Vatan Aşkı
Zafer Hanım’ın Vatan Aşkı

Bir kadın tarafından yazılmış ilk Türkçe roman olan Aşk-ı Vatan (1877), vatan hasretini kadınlar arası deneyim aktarımıyla işlerken, bir yandan çoğul vatanseverliklere de izin veriyor.

TARİH

YHayal ve Hakikat: Ahmet Mithat ve Bir 5Harfli
Hayal ve Hakikat: Ahmet Mithat ve Bir 5Harfli

Elli liralık banknotların arkasında yer alan bir imge olarak Fatma Aliye figürü zamanımızın (sözel) ekonomisinde tedavüle girmiş bulunmakta. Ancak Fatma Aliye’nin modern Osmanlı edebiyat alanına dahil oluşu çok daha meşakkatli.

Bir de bunlar var

Güzel Boyunlu Rahipler, Duvarların Arasında Dalıp Gitmeler
Gönülsüz Bir Komplo Teorisi: Yüksek Modada Niye Meme Yok?
Bajingo Monologları

Pin It on Pinterest