"Yani ne anlıyorsun mağaralara girip çıkmaktan, suyun soğuğun içinde?"

ECİNNİLİK

Röportaj: Suyun Kaybolduğu Yer Mağara

Fotoğrafta ip üstünde gördüğünüz kişinin adı Gamze Baydemir. İTÜ mağaracılık kulübünün üyelerinden, 20 yaşında. Gemi inşaat ve gemi makineleri mühendisliğinde okuyor.

 

Bu fotoğrafta yüzünde bir gülüş var Gamze’nin, ipin üstünde ne kadar rahat görünüyor değil mi? Onun o rahatlığının, yüzündeki gülüşün, fotoğrafın peşine düşerek ve sınırlı tecrübeme dayanarak bir “mağaracılığa giriş” yazısı yazmak istedim önce, sonra Gamze’nin tecrübesinin, anlatabileceklerinin çok daha ilginç olacağını fark ettim, böylelikle söyleşiyi yaptık. Hem bu yukarıdaki, hem de yazı içinde kullanılan diğer fotoğraflar, 5Harfliler yazarlarından Yaman Özakın‘a ait.

 

Türkiye mağaralar söz konusu olduğunda dünyanın en zengin, bereketli ülkelerinden biri. Bir avuç insan bu mağaraların keşfi, tespiti, ölçümü, korunması için  senelerdir çalışıyor. İşin zorluğu, mağaraların karanlık, soğuk yerler olmaları ve aslında koltuktan kalkıp bir mağaraya gitmek, saatler süren zahmetleri çekmek için ortada bir sebep olmadığından mağaracılıkla uğraşan insan sayısı hep az. Gamze bu insanlardan sadece biri. Bir okuyun anlattıklarını, belki sizin de ilginizi çeker, bu küçük camiaya katılmak için bir sebep görürsünüz siz de bu yazıda. Mağaralar karanlık, soğuk, zorlu görünse de dışarıdan, mağaracılık, ödülü büyük olan bir spor dalı. Bir düşünün!

 

 

Nerde çekildi bu fotoğraf, ne zaman?
Kastamonu’daki Dağlı mağarasının bir kolu olan Cık mağarasının girişindeki trolyen hattında çekildi bu. 27 Mart Pazartesi günü.

Trolyen hattı ne demek?
Mesela Cık’da olduğu gibi mağaranın ağzına ulaşabilmek için yapılan döşeme su yolundan geçebilir, bu istenmeyen bir durum, çünkü daha mağaranın ağzında ıslanmak istemez kimse. Hele ki mağaranın devamında su yoksa. Böyle bir mağarada döşeme yapılırsa, döşeme su yolundan geçeceği için, bir noktadan mağaranın ağzına yatay bir hat kuruluyor, gergin ve bir serbest ipten oluşuyor bu trolyen hattı. Kısmen kayarak ilerliyoruz.

 

Sen burada tam kayma anındasın o zaman, öyle mi?
Cumarlarla kendimi diğer tarafa doğru çekerken bir anı gösteriyor fotoğraf. Kaymak demeyelim de, ilerlerken yani.

Şimdi o zaman hemen iki teknik soru sormak zorundayım: Döşeme nedir, cumar nedir?
Mağarada ilerlememizi sağlayacak olan ip hattına döşeme diyoruz. Cumarlar da (jumarmış aslında onlar galiba ama biz cumar diyoruz) bir çıkış ekipmanı.

 

Sen çok mutlu görünüyorsun bu fotoğrafta.
:)

 

Fotoğrafının çekildiğinin farkında mısın o an?
Evet farkındayım. Fotoğrafı çeken, karşıda dar bir kaya arasına yatmış öyle çekiyordu. Ben de sebepsizce güldüm. Sonra “ay gülmeyeyim” dedim ama öyle çıkmış.

Peki arkandaki su?
O dereden akıp mağaranın içine giren ve sonra Dağlı mağarasından şelale olarak akan su. Debisi baya yüksekti ve yağmur yağdığı için rengi kahveye dönmüştü biraz. Su yukarıdan geliyor. İki metre yukarıdan kayaların arasından fışkırıyor.

 

Üstündekiler korudu mu seni ıslanmaktan?
Orada trolyeni geçerken su bize değmiyordu aslında, ama üstümüze giydiğimiz tulum bizi sudan korumuyor.

Mağarada ıslanılıyor genelde değil mi?
Mağaraya göre değişiyor, mesela bu mağarada hiç ıslanmadık çünkü içerisi susuzdu, sadece çok fazla çamur vardı, diğer fotoğraflarda da belli oluyor çamur.

 

Kurumuş çamur mu?
Yok, bildiğimiz, sıvı çamur. Nasıl anlatsam? Vıcık vıcık, ama düzgün basılacak yerler bulduğunda çizmeyi geçip ayağıma çamur gelmedi hiç mesela.

Dışardan mı taşınmış çamur acaba, içeride nasıl o kadar olacak, su da yoksa?
Çok güzel soru. Bir fikrim yok, yani mağarada çamurun nasıl oluştuğun dair. Ama tabi bölgenin killi toprak yapısından belki senelerce taşınmıştır suyla içeriye, sonra su çekilince sadece çamuru kalmıştır, ya da toprak mağaraya taşınmıştır önceden, sonrasında tavandan damlayan sular toprağı çamurlaştırmıştır.

 

 

Üstünüzde tulum ıslanmaktan korumuyorsa mutlaka üşümek de var mağaracılıkta?
Evet mağaralar genelde soğuk yerler ama hareket edince üşütmüyor. Beklemeye başladığımızda, bekleme süresi uzarsa üşüyoruz. Bazı mağaralar üstümüz ıslak değilken, beklerken de üşütüyor.

 

Rüzgârlar mı esiyor, kayaların soğuğu mu?
Kayaların soğuğu hep var zaten. Mağara ortamında ısı 10 derecenin üstüne çok çıkmıyor. Bazen ek olarak rüzgârlar da oluyor, mağaranın yapısına göre.

 

 

Bu Cık mağarası nasıldı o gün, biraz anlatsana mağaraya ilk girişini.

Dört kişi girdik mağaraya o gün ve girişimizden yarım saat kadar önce geceden beri yağan yağmur karla karışık yağmura çevirdi. Hava epey soğudu ve bir an önce mağaraya girelim istedik, çünkü mağara dışarıdan daha sıcak ve korunaklıydı. Mağaraya gidebilmek için, dereden geçiyoruz, ama derenin o berrak suyu yağmur yağdığı için bulanmıştı ve akış da şiddetlenmişti. Mağaranın ağzına geldik trolyeni geçtik, girdik ve bir sıcaklık yüzüme çarptı. Mağaranın içi sanki sıcak yatakmış gibi. Hatta mağaradan çıkanlar için üzülmüştüm, karlı soğuk havaya çıkacaklar diye. Mağaranın içinde minik yarasalar uyuyordu ve bizim geçtiğimiz yerlere çok yakınlardı. Yarasalar çok tatlı hayvanlar.

 

Bu senin kaçıncı mağara gezin?
Sayayım. Bazı mağaralara birden fazla gittim onları da sayayım mı?

Olur.
Saydım, 16 olmuş Cık mağarasıyla beraber.

Nasıl başladı bu iş Gamze, nerede gördün, nasıl fark ettin mağaracılık diye bir spor var, Türkiye mağaralarla dolu, bu işi çok iyi yapan insanlar var… diye?
Tesadüfen başladı aslında. Arkadaşımla okulda kulüp masalarını dolaşıyorduk. Ben dağcılık kulübündekilerle konuşmak istiyordum arkadaşım da “mağaracılık diye bir şey varmış oraya bakacağım” dedi. Sonra kulübün masasına geldik, arkadaşım konuşuyordu ben bekliyordum biraz uzakta. Adını sonradan öğrendiğim biri bana “sen de gelmek ister misin?” dedi. Ben “bilmiyorum, aslında bir fikrim yok” dedim. Sonra bana da anlattı ve “toplantıya gel istersen” dedi. Toplantıya gittik iki arkadaşımla beraber, sonradan ikisi de “yok ben gitmeyeceğim” dedi. Ama ben toplantıda gördüklerimi, duyduklarımı çok sevmiştim, öyle de başladı İTÜMAK macerası.

Nesi hitap etti sana acaba?  Onlar gidiyor sen kalıyorsun… Küçük Kara Balık gibi geliyorsun bana şu an. 
Toplantıdaki tavırları ve yaptıkları iş etkiledi sanırım beni. Küçük kara balık mı?

 

Evet, Samed Behrengi’nin kitabı var, adı bu.
Duymadım bulup okuyayım.

Pek çok balığa, küçük kara bir balığın hikâyesi anlatılıyor kitapta, hepsi dinleyip sonunda uyuyor, bir tanesi hariç!
Çok tatlı bir şey canlandı gözümde ?

 

Başka ne hitap etti acaba sana mağaracılıkta?
Toplantıdaki tavırları çok samimiydi kulüptekilerin,  yani kendi aralarında çok eğleniyorlardı toplantıyı yaparken bile. Yaptıkları iş ilginçti. Yün içlik giyiyorlardı mesela ve ben nefret ederim öyle içliklerden. Hatta genel olarak tüm içliklerden, ama şimdi seviyorum yünlerimi mesela.

 

 

Fakat yine de… İnsanlar eğlenceli olsa, toplantı güzel de geçse, koltuktan kalkıp mağaraya gitmek için bir sebep yok ki hayatta?
Evet. Aslında ilk mağara gezimden önce aklımda bir şey canlandıramıyordum. İlk gezimden sonra mağarayı çok sevmiştim. Değişik bir ortam mağara. Etrafınızda insanlar var, ama ben mesela kendimi yalnız ve mutlu hissediyorum mağaralarda. Bazen böyle komple kucaklamak istiyorum mağaraları, ama tabi kayalarla ne kadar az temas edersek o kadar iyi.

 

Neden?
Çünkü tonlarca kütlelik kayanın bir soğukluğu var ve bizim boyutumuz onun karşısında çok çok küçük kalıyor. Dokunduğumuz yerden ısıyı sömürmeye başlıyor kayaların soğukluğu, bu yüzden de sırtımızı dayamayız genelde kayalara.

 

Peki mağaraya gitmeden evvel hazırlık, düzenli spor, egzersiz yapıyor musun?
Mağaracılık kondisyon gerektiren bir spor. Çabuk yoruluyorsanız zorlar mağaralar, çünkü mağaranın içinde, yatay mağara bile olsa hagada hugada inilen yerler var, buralara hagadalı yerler diyoruz aslında.

 

Geri dönmek de yok! Ekipten biri yoruldum, ya da korkuyorum geri döneceğim derse?
Yok, hayır kulüp anlayışı olarak ekip ilerlerken bir kişi “ben yoruldum korktum, ilerlemek istemiyorum” dediği anda, tüm ekip geri döner kampa. 

 

Etrafındakiler ne diyor senin mağaracılık tutkunla ilgili?
Ananem :) “Yani ne anlıyorsun mağaralara girip çıkmaktan, suyun soğuğun içinde” diyorlar, “düşeceksiniz, başınıza bişey gelecek.” Bazen anneme diyorum, “işte 100 metre indik bilmem ne,” “ya orda düşseniz ne olacak, ip kopsa ne olacak…” diye sayıyor. Ama bu biraz güven sporu. insanın kendisine ve kullandığı ekipmana güveni olmalı. Yoksa zaten korku gelir, korku da panik getirir.


Yalnız annen haklı! Ne olacak düşseniz, ip kopsa? 
Önce şöyle diyeyim de korkutucu olmasın. Kullandığımız ekipmanlara bebek gibi bakıyoruz, zaten çok güçlü dayanıklı ürünler bunlar ve kullanım talimatlarına uyulduğunda, düzgün temizlendiğinde kullanım ömrünün sonuna kadar gidiyorlar. Kulüpte de tabi canımızı emanet ettiğimiz malzemelerimize çok dikkat ediyoruz.

 

 

Gittiğiniz yerlerde köylerde, kasabalarda sizi görenler ne diyor?
Teyzeler, amcalar “yavrum siz üşümüyor musunuz?” diyorlar, ben öyle denk geldim çoğunlukla. Ama bir de çok saçma bir anlayışa sahip olan insanlar var. Onlar mağaralarda define aradığımızı sanıyorlar. Gerçekten televizyonda da bu konu hakkında çok yanlış fikirler veren, mağaracılığı tanımadan tanıtmaya kalkan bazı insanlar var. O define bulabileceğini sanan insanlar, akıllarınca böyle çaktırmadan sorgu yapıyorlar mesela, “içerde ne varmış nereye kadar gittiniz?” gibi sorular.

 

Bir karşılık, kazanç olmadan mağaraya girmek çok saçma geliyordur. 
Yani şunu da açıklayayım yine de: Aslında onların define araması bilmem ne yapması gerçekten hiç önemsediğim bir şey değil, ama bu amaçla mağaralara girdiklerinde mağaraya hiç özen göstermiyorlar. Yani o binlerce yılda oluşmuş bir sistem ve sen haldır huldur girip ona zarar veremezsin, içindeki canlıları rahatsız edemezsin, o yarasaları uyandıramazsın mesela. Sinirlendim.

Yarasalardan başka ne canlılar var içeride? Hem onlar sizi görünce ne yapıyorlar, nasıl ilişki kuruyorsunuz yarasalarla, AYILAR VAR MI?
Yarasalardan başka, örümcekler, böcekler var kendi hallerinde takılıyorlar. Bazı mağaralarda değişik sinekler var. Solucan gibi bir canlı görmüştüm mesela ve derin bir mağaranın dibinde yaşayabiliyordu. Ayı görmedim ben hiç. Olan mağaralar var sanıyorum. Bazı kamp alanlarımızda da ayı tehlikesi var diye biliyorum ama bu da korkutucu birazcık. Yarasalar genelde uyuyorlar, onları gördüğümüzde daha sessiz oluyoruz ve ışıklarımızı onlara tutmuyoruz. Cık mağarasında ben bekliyordum ve bir alttaki inişin başından bir yarasa çıktı, uçtu, havada beni gördü, geri kaçtı mesela. Orda kendi kendime eğlendim biraz. Bazı mağaralarda da kirpi var, oklu kirpi. Oklarını görmüştüm.

Işık demişken… fotoğrafta kafandaki ışık karpit değil ve hatta artık karpit lambası hiç mi kullanılmıyor?
Evet karpit değil. Ledli ışıklı kasklardan. Karpit kullanılmıyor çünkü kullanımı zor ve sanıyorum biraz da tehlikeli, Ledli lambalardan kullanıyoruz

 

Herkes çok klostrofobik buluyor mağarayı. O hissin çabucak geçtiğini düşünüyorum ben, sen ne dersin?
Bazı mağaralar çok dar gerçekten. Hem dar, hem dar olan küçücük yerden su akıyor bazen. Dar alan korkusu ben de yok, ama bence klostrofobisi olan biri için çok korkunç, zaten fobisi olan insanları mağaraya götürmüyoruz. Sanırım insandan insana değişiyor, önceden öyle korkusu olmayıp mağarada dar yer görünce kötü hisseden olmuştu, sonra galeriye açılınca rahatlamıştı, ama bir daha da gelmedi gezilere. 

Böyle bir an var mı? Mağarada etrafına baktığında, birşey gördüğünde, bir durumun içindeyken “ben iyi ki mağaracılık yapıyorum” dediğin? 
Şu ana kadar en sevdiğim mağara Dağlı. Dağlı’da inerken etraftaki kayalar aşağıdaki göl, gölün sağındaki karanlık boşluk, bulunduğum yükseklik, bunlar iyi ki yapıyorum bu işi dedirtenler. Genel olarak bakarsam da yarasaları görünce çok mutlu oluyorum, bir de mağarada belden yukarıya çıkan su varsa. Su ilk başta bir bağırtıyor ama öyle rahatlatıcı ki yani o suyu başka bir yerde bulamam. O zamanlarda da iyi ki diyorum

Çok güzelmiş
Kocaman kayaları görünce de… Bu böyle gider, yarasalar ve su diyeyim ben kısaca.

Mağaracılık herşeyiyle güzel diyorsun galiba.
Evet, gerçekten çok güzel Bana çok şey kattı, katıyor. Yani hayatımda başka ne yaparsam yapayım bulamayacağım hisleri yaşatıyor.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YKarpuz Kabuğundan Taç
Karpuz Kabuğundan Taç

Maraton yüzen ilk kadın sporcu Canan Ateş, 1979'da katıldığı bir TRT programında yüzücülük kariyerini anlatıyor.

ECİNNİLİK

YAnnesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit
Annesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit

Annesi Amelya Hanım rolünde Adile Naşit kendi çocukluğuna bakıyor.

SANAT

YSöyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler
Söyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler

Sovyet Azerbaycanı'nın efsanevi ismi Şövket Elekberova'nın bu şarkısı neler anlatıyor?

ECİNNİLİK

YSanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates
Sanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates

Ne yapalım, nasıl yapalım da görünür hale getirelim ev işlerine gömdüğümüz zamanı? 

Bir de bunlar var

İnşaattan Gelen Güzellik Mucizesi: Kartonpiyer
Beş Faulle Oyun Dışı
Zora Partizanka!: Saraybosna’dan Bir Şafak Türküsü

Pin It on Pinterest