Rusça konuşulan topraklarda üretilen sanatın her çeşidinin bizde alıcısı çok: Edebiyat, müzik, sinema, bale. Bunlara kıyasla bazı öksüz dallar da var. Resim ve canlandırma gibi.
Rus sinemasının bizde gördüğü ilginin pek azı düştü çizgi filmlerin payına. Neden acaba? (*) Halbuki gösterme, resmetme, hatta hikâye anlatma becerisi bakımından Rus canlandırması, Rus sinemasının üstünde gelmiştir bana (**) Biraz da bu yüzden, sanatseverlerin ilgisinden bu kadar kolay kaçmasına şaşırmadan edemiyorum.
Şaşırmadan edemediğim bir başka şey de Rus canlandırmasında kadın sanatçıların ağırlığı (***) Françeska Yarbusova gibi ressamlar, Ludmila Petruşevskaya, Vera Tulyakova-Hikmet gibi senaristler, Klara Rumyanova gibi seslendirmeciler Sovyet zamanı imza attıkları harika işlerden dolayı kulağımda yer etmiş isimlerden bazıları.
Kadın canlandırmacıları son zamanlarda gitgide daha sık olmak üzere yönetmen koltuğunda da görmek mümkün. Meydana getirdikleri ise hayranlık uyandırıcı. Yelizaveta Skvortsova’nın çektiği Oyfn Veg Şteyt A Boym’dan şurada, Yulya Aronova’nın Marina Tsvetayeva’dan uyarladığı Annem ve Müzik’ten şurada, her ne kadar Sovyetlerin küçük isimleri açık açık yazmama âdeti nedeniyle o sırada dikkatimden kaçmış olsa da N(atalya) Dabija’nın Korney Çukovski’den uyarladığı Vanya ve Timsah’tan şurada ve son olarak büyük usta Aleksandr Petrov’un stüdyosundan kadın öğrenci kolektifinin çektiği Bir Kere Daha’dan şurada söz etmiştim.
Her iyi sanat eseri gibi insana biraz kendini değersiz hissettiren, yanlış işlere harcadığı zamanı sorgulatan, ama bunlardan daha önemlisi ilham veren, hepsi birbirinden muhteşem bu çalışmalara dört ekleme yapmak istiyorum bu yazıda. Sıralama yapım yılına göre:
İrina Kodyukova (d. 1954). Solovey (Bülbül, 2006, İngilizce alt yazılı)
İçinde muhteşem bir hayvancığın olmadığı tek bir Rus çizgi filmi yoktur herhalde. “Bülbül” de bunlardan biri. “Her masal bir mücevher” düşüncesiyle hazırlanmış Mücevher Dağı serisinden. Serinin her bölümü bir halk masalına ayrılmış. Kısa bir tanıtımın ardından asıl film başlıyor. Kodyukova’nın filmi bizdeki “Bülbülü altın kafese koymuşlar…” sözüyle akraba eski bir Tatar masalından uyarlanmış. Müziğe, mezarlık servilerine ve Rusların deyimiyle “ağlayan”, bizim deyimimizle “salkım” söğütlere dikkat.
Nina Bisyarina (d. 1981). Poyezdka k moryu (Denize yolculuk, 2008, neredeyse sözsüz)
Bisyarina, çalışmasını Rus tren yolculuklarına aşina olanların iyi bildiği ayrıntılarla süslemiş: demir yolu bardakları, “babuşkalar,” “kupe” komşuları, taşkınca gençler ve tren yolculuğunun vazgeçilmezi kızarmış tavuk yemeği. Muhtemelen otobiyografik ayrıntılar içeren, basit, Rusya’ya has bir yolculuk ve hayal gücü öyküsü.
Yekaterina Sokolova (d. 1968). Sizıy galuboçek (Boz güvercin ya da Cancağızım, 2010, neredeyse sözsüz)
Bu kez zaman ve mutluluk üzerine, bir ömrü kateden bir tren yolculuğu. Yaratıcılarının anne babalarına ithaf ettiği sözsüz bir yapıt. Filme adını veren şarkının kırık melodilerine, dönemleri işaretleyen küçük ayrıntılara ve hayvancıklara yine dikkat.
İrina Margolina (d. 1953). Çaykovski – Elegiya (Çaykovski – Bir Ağıt, 2011, Rusça)
Klasik müzik bestecilerine adanmış, Belarus yapımı “Eski Piyanonun Masalları” serisinden. Müzik müzik müzik. Ve fotoğrafik anılara eşlik eden mektup parçaları. Bir alt yazı paylaşabilmek çok iyi olurdu ama ne yazık ki yok. Yine de izleyici kendini müziğe ve imgelere rahatlıkla emanet edip bu muhteşem sentezin tadını çıkarabilir.
(*) Muhtemel sebeplerden biri bizde Rus egzotiğine olan ilginin genelde Batı kanalıyla doyurulması. Paris’te, Berlin’de bilinen İstanbul’da da bilinmiş, bilinmeyen bilinmemiş. Bağlantılı bir diğer neden dil engeli. Üç asırda tekrar eden göçmen kuşaklarına, bir döneme damgasını vurmuş kuvvetli siyasal-entelektüel ilgiye ve son yıllardaki yakın temasa rağmen Rusça Türkiye’de hala egzotik dil sınıfında. En azından kültür-sanat alanında. Karadeniz’in kuzeyinde de durum pek farklı değil anlaşılan. Bir ay önce Orhan Pamuk’un Tolstoy ödülü almak için Yasnaya Polyana’ya gittiğinde Ruslarla İngilizce anlaşması (ya da anlaşmak zorunda kalması) geliyor aklıma. Dünyayı batıdan doğuya kesen görünmez medeniyet enlemlerinin Türkiye ile Rusya’yı birbirine bağlamakta zorladığını kabul etmek gerek belki de.
(**) Ayna’nın izinden giden Masalların Masalı‘nı daha üstün saymak abartılı bir yorum olabilir. Yine de meraklısına iki filmi arka arkaya izlemeyi ve dimağda bıraktıkları tadı kıyaslamayı öneririm.
(***) Şaşırmama şaşıranlar çıkabilir ama Louis CK’in ırkçılık bağlamındaki şakasını cinsiyetçiliğe uyarlarsak, 80-90’lı yıllarda yetişmiş biri olarak elimden gelenin en iyisi bu.