Dobre Kote 74 gönüllüden oluşan Saraybosna merkezli bir kolektif. Terk edilmiş ve yıllar içinde kullanılamaz hale gelmiş kentsel alanları kullanılabilir ve işlevsel alanlara dönüştürürken bir yandan da Saraybosna halkının kentsel alan kavramına bakışını şekillendiriyorlar. Ele aldıkları kentsel alanları sil baştan hayal ediyor, tekrardan tasarlıyor ve böylece Yugoslavya dönemi ve ardından yaşanan 1992-1995 savaşı sonrasında evrilen bu kent ile kent insanı arasındaki organik bağı güçlendiriyorlar.
Dobre Kote ismi nerden geliyor derseniz; “iyi, güzel” anlamına gelen “dobra” ve “yer, mekân” anlamına gelen “kota” kelimelerinden oluşan “dobra kota” tamlamasının çoğulu, “Güzel Yerler.” Esprisi şuradan geliyor: Harabeye dönmüş metruk mekânlar için “içki içmek, uyuşturucu kullanmak ya da suç sayılan diğer eylemlerde bulunmak için güzel bir yer” manasında Saraybosna argosunda sıkça kullanılan bir ifade aslında dobra kota.
Saraybosna’lı bir aktivist ve sanatçı olan 21 yaşındaki Smirna Kulanović, Dobre Kote’nin proje ve etkinliklerinin arkasındaki isim. Kolektifin logosunun tasarımından tutun da Saraybosna’nın yeni yeni can bulan kentsel alanlarında sanat ve felsefe atölyeleri düzenlemeye kadar birçok görevi omuzluyor. Dobre Kote’nin hukuki beyni sayılabilecek olan Aldijana Okerić ise yorulmak bilmeyen Saraybosnalı diğer bir aktivist ve avukat. Bosna-Hersek’teki mevcut yasaların daha çevreci hale getirilmesi için büyük çaba gösteren Aldijana bir yandan da yaratıcı sanatlar alanında Smirna ile birlikte etkinlikler yürütüyor. Bu söyleşide Polonya’da düzenlenen ‘resim, çocuk ve eğitim’ konulu bir atölyeye katılmak üzere yola çıkacak olan Smirna ile Dobre Kote’nin projelerini, kentsel dönüşümde sanat ve çocukların rolü ile kenti iyileştiren projelerinde karşılaştıkları zorlukları konuştuk.
Kentsel dönüşüm projeleri yaratıyor ve uyguluyorsunuz. Dobre Kote’nin dahil olduğu ilk proje neydi?
İlk projemiz Grbavica semtinde bizim Kota 1 dediğimiz kapalı bir otoparkın üstündeki boş alanın dönüşümüydü. Tam bir yıl oldu o projeye başlayalı ve hala devam ediyor. Çocukken o boş alanda oynardık ve ta o zaman bile aynı haldeydi; savaşta harabeye dönmüş ve sonrasında terk edilmiş. Bu yüzden ilk olarak otoparkı çevreleyen apartmanların sakinlerinden 250 kişiyle anket yaptık ve onlara bu boş alanı nasıl görmek istediklerini hayal etmelerini ve hayallerindeki o mekânı bizim için yazmalarını istedik. Bu kişilerden %85’i bizden bu metruk alanı çocukların oynayabileceği bir parka dönüştürmemizi istedi. Yıllardır bu boş alanda biriken demir hurdalar ve metruk alanlarda bulabileceğiniz türden tehlikeli şeyler (şırıngalar, jiletler, kırık şişeler vs gibi şeyleri kast ediyor) arasında oynayan çocuklar ciddi şekilde yaralanıyorlardı çünkü.
Temizleyip yeniden tasarladığımız bu alanı geçen sene Eylül ayında açtık ve halka açık bir de sergi düzenledik orda. Şehirdeki fotoğrafçılardan bizleri ayıran ya da bir araya getiren ‘Saraybosna’nın Duvarları’nı ve o duvarlardaki sanat eserlerini fotoğraflamalarını istemiştik. İşin ilginç tarafı, şu anda şehrin sanat galerilerinde hakim olan elitist sanat anlayışından kurtulmak istediğimiz için sergiye gelen kişilere beğendikleri fotoğrafları evlerine götürebileceklerini söyledik ve fotoğraflar beş dakika içinde yok oldu. (Gülümsüyor) Daha sonra bu serginin devamı niteliğinde bir proje daha yaptık ve o fotoğrafların izini sürmeye çalıştık. Bazıları Sırbistan, bazıları ise Slovenya’da çıktı… Gerçekten çok güzel bir başlangıç oldu…
Dobre Kote’de sizden başka kimler var? İsteyen herkes katılabilir mi size? Takip edilmesi gereken üyelik kuralları var mı mesela?
Gönüllü olmak isteyenleri davet eden bir duyuru yayınladık ilk önce ve bu ilana daha çok lise ve üniversite öğrencileri geri dönüş yaptı çünkü duyuru İnternet üzerinden yapılmıştı. Şu anda ise lise birinci sınıf öğrencilerinden tutun da 45-50 yaşında mimarlara kadar uzanan geniş bir gönüllü yelpazemiz var. Birbirinden çok farklı alanlardan yardım ve destek alıyoruz ve tüm bu alanları yürüttüğümüz projelere dahil etmeye çalışıyoruz.
Dobre Kote’de hiçbir şekilde hiyerarşi yok o halde?
Hayır, yok. Benim için Dobre Kote’nin en önemli özelliği de bu. İsteyen herkesin kendi projelerini üretebilmeleri ya da ne istiyorlarsa onu yapabilmelerine olanak sağlama fikrini çok seviyorum. Ayda iki ya da üç kere bir araya geliyoruz. Bu toplantılarda yeni fikirleri olanlar fikirlerini paylaşıyor ve hepimiz yeni insanlarla tanışıyoruz. Dobre Kote sadece yaptığımız bir iş değil bizim için; burada birçok insan arkadaş oldu ve hatta aşık olanlar bile var… Bir aile gibi olduk diyebilirim. Bu arada ne kendimi ne de Aldijana’yı hiçbir şekilde diğer üyelerden üstün görmüyorum, göremem de. Buranın insanı, özellikle de gençler, okullarda sadece otoriteye itaat etmeyi öğreniyor ve bu yüzden asla kendi fikirlerini dile getirmiyorlar. Dobre Kote’ye katılanlar başlarda yeni bir fikir ortaya atmaktan çok korkuyorlar ve ben de sürekli olarak bu davranış kalıbını yok etmeye çalışıyorum.
İşlevsel kentsel alanlara dönüştürdüğünüz yerleri nasıl seçiyorsunuz peki?
Doğru yeri bulmak uzun zaman alıyor. Her şeyden önce hem görüntü hem de temizlik açısından berbat durumdaki yerleri arıyoruz; hani inasanın gidip takılmak istemeyeceği kadar kötü durumdaki yerleri. Sonrasında ise yakınlarında semt sakinlerinin vakit geçirdiği başka bir alan var mı yok mu diye bakıyoruz. Varsa şayet, semt sakinleri zaten orayı kullanabileceği için bulduğumuz yerden vazgeçiyoruz. Dönüştüreceğimiz alanın büyüklüğü ise hesaba kattığımız başka bir konu. Değerlendirmedeki en önemli unsur ise orada yaşayan insanların kendisi oluyor. Eğer semt sakinleri bulduğumuz alanın dönüşümüne yardımcı olmaya hevesli değilse ya da oranın tekrar tasarlanmasını istemiyorsa o zaman ordan vaz geçiyoruz.
Kota 2 olarak adlandırdığımız alan, dört tarafındaki apartmanların sakinleri tarafından ortaklaşa kullanılabilinen küçük bir bahçe ve bahsettiğim tüm bu kriterlere uygun olduğu için seçildi mesela. Savaştan sonraki 20 yıl boyunca terk edilmiş bir alan burası. Saraybosna’da savaşın en korkunç yılı olan 1993’te burada sebze meyve yetiştirebildikleri ortak kullanılan bir alan oluşturmuş komşular ve 4 yıl süren şehir kuşatması boyunca burada yetiştirdikleri sebzeleri yiyerek ve aynı bahçede açtıkları su kuyusundan su içerek hayatta kalmışlar. Savaş yıllarında yayınlanan bir dergide bu bahçenin iki fotoğrafını bulduk. Bu dergide ortaklaşa kullanılan bu tür bahçelerin nasıl yapabileceği ve savaşta nasıl hayatta kalınacağını anlatan talimatlar bile vardı. Hatta salyangozların nasıl yenebileceğini anlatan tarifler bile vardı! Çok delice bir şeydi! Savaşta insanların hayatlarını kurtaran bir şeyi tekrar hayata döndürdüğümüz için şimdi sanki bu proje daha bir anlamlı hale geldi bizim için. Savaş sona erdikten sonra, bu bahçeye çöp atmaya başlamışlar. Biriken çöpleri temizlememiz bir ayımızı aldı. Bilhassa savaşta hayatta kalmayı başarmış ve bu bahçenin bir zamanlar nasıl göründüğünü bilen apartman sakinleri buranın tekrardan ortak kullanılan bir bahçe olmasında hemfikirdi.
Projelerinizde sanat nasıl bir rol oynuyor? Canlandırıp kent hayatına geri dönüşümünü kazandırdığınız kentsel alanlarda sanat faaliyetleri ya da atölyeleri düzenliyor musunuz?
Tüm bu oluşumda sanat bir nevi uhu görevi görüyor çünkü sanat aracılığıyla gönüllüler sadece birlikte çalışıp birbirini tanımakla kalmıyor aynı zamanda her ne vakit bir sanat etkinliği yapsak çoğu mahalle sakini büyük bir hevesle bu etkinliklere katılıyordu. Çünkü hayatlarında ilk defa ressam ya da sanatçı olmadıkları halde bir sanat projesine katılmak için davet edilmişlerdi. İnsanların mümkün olabilecek her şekilde kendilerini ifade edebilecekleri bu tür alternatif atölyeleri düzenlemeye çalışıyorum. Çocuklarda en çok işe yarayan ise soyut sanat atölyeleri oldu şimdiye kadar. Yarattıkları şeylere hayran kaldım. Buradaki eğitim sistemi yüzünden insanlar sanatı elit bir şeymiş gibi yani para ya da yeteneğiniz yoksa yapamayacakları bir şeymiş gibi algılıyorlar. Ayrıca insanlar burada sanatı sadece gerçekçi sanat olarak algılıyorlar. Bu yüzden Dobre Kote’de insanları bir araya getirmek, onların birbirlerini tanımasını sağlamak ve de kendilerini ifade ederek özgürleştirmek için sanatı kullanıyoruz.
Projelerinizin büyük kısmında çocuklar var. Bunun sebebi nedir? Bir de çocuklar için kentsel alanların rolü nedir?
Dobre Kote olarak yola çıktığımızda çocukların yürüttüğümüz projelerin neresinde yer alacağını bile planlamamıştık ancak Kota 1 dediğimiz projedeki alanı zaten orda her gün oynayan çocuklar bir şekilde sahiplenmişti. Bu yüzden, o alan içinde çocuklarla aramızda bağ kurarak bizi birleştirecek türden çalışmalar yürüttük. Mesleğim gereği, eğitime karşı anarşist yaklaşımlar benimseyen, mesela çocukları küçük yaşta özgürleştiren ve onların kendilerini daha fazla ifade etmelerini sağlayan, çok sayıda proje yapıyorum. Onlarla çalışarak kentsel alanlarda çocukların önemini ve onlara olan ihtiyacı fark etmiş olduk. İnsanlar yaşlandıkça onların kentsel alana karşı olan davranışlarını değiştirmek gerçekten çok zor. Saraybosna’da kentsel alan konusunda farkındalığı artırmak ve bizim ne için çabaladığımız konusunda insanları daha çok bilgilendirmek için çocukları küçük yaşta eğitmeye ihtiyacımız var.
Semt sakinleriyle hiç zorluk ya da sorun yaşadığınız oldu mu? Mesela ‘’Burası benim sokağım. Siz kim oluyorsunuz da benim sokağımı değiştirmeye kalkıyorsunuz?’’ diyerek sizinle kavga eden oldu mu hiç?
Tabii ki, kaçınılmaz bir durum bu. Bir, iki kere gerçekten ama gerçekten çok zor durumlar yaşadık ama bunlardan da çok şey öğrendik. Ölüm tehditler bile aldık. Öyle anlarda gönüllülerden bazıları gerçekten çok korktu ve Dobre Kote’den ayrıldılar. Ne var ki, kentsel alanları ve bu alanlar ile semt sakinleri arasındaki ilişkileri canlandırarak o öfkeli ve korkmuş insanları değiştirmek bence en önemli şey. Çünkü sorunların çözülmesi ve barışçıl yollardan uzlaşma sağlanması Dobre Kote’deki en önemli şeylerden biri. Dobre Kote’nin temelinde zaten gerçekten korkmuş, öfkeli ya da benzer duyguları yaşayan insanları bütünleştirmek var, ki insanların böyle hissediyor olması bizimki bir toplumda gayet normal. Sadece Bosna bağlamında değil dünyanın diğer yerleri için de bu böyle aslında. Asıl mesele yeniden entegrasyonu sağlamak, ancak asıl marifet mahallelerden başlayarak küçük topluluklar içinde yeniden entegrasyonu sağlamakta.
Saraybosna’da yaşayan insanarın hayatlarına bakınca bilhassa da savaştan sonra, savaş öncesi döneme göre ‘sahiplik’ duygusu daha baskın insanlarda. Belki de savaşta hayatlarını, evlerini ve ailelerini kaybettikleri duygusunu o kadar şiddetli yaşadılar ki, savaştan sonra onları çevreleyen mekânlara eskiye göre daha da sahiplendiler. Bu fikre katılıyor musun?
Doğru bir tespit bu aslında. Buna etki eden çok sayıda faktör var. Her şeyin devlete ait olduğu Yugoslavya sosyalist rejiminin değişmesi bu faktörlerden biri mesela. Özellikle yaşlı kesim bu değişimle uzlaşmada büyük sorun yaşıyor. ‘Nasıl olur da kentsel alanlar birdenbire bize ait oluverir?’ diye düşünüyor bu insanlar çünkü bu kentsel alanların devlete ait olduğuna inanıyorlar hala ve bu yerlerde ne olup biteceğine devletin karar vereceğini düşünüyorlar. Bu insanlara bu değişimi anlatabilmek için çok zaman harcadık ve inanmaları için “Bu alan çevre sakinlerine aittir ve onların ortak kullanımı içindir.” ifadesinin yer aldığı kanun maddesini bizzat getirip onlara okuttuk. Örneğin, biraz önce bahsettiğim bahçe kentsel alan kapsamına girmiyor. Hukuk terimleri ile söylecek olursak, orası bir “ortak mülk.” Bu yüzden, bu mülkü çevreleyen binalarda yaşayan her bir semt sakinine ait olduğu anlamına geliyor. Aldijana bize bu konuda çok yardımcı oldu; ilgili bütün kanun maddelerini bulup çıkardı ve çevre sakinleri bunları görünce şoke oldular. Ayrıca, savaş yüzünden bazı insanlar gerçekten kendilerine ait alanları olsun istiyorlar ve korkuyorlar da. Sadece bir şeyleri yitirdikleri için şimdi bazı şeylere sahip olmak istemiyorlar; aynı zamanda diğer insanlardan korkuyorlar da; kendi komşularından korkuyorlar. Çünkü savaştan önce komşu olan insanlar savaş sırasında birbirlerini öldürmeye başlamışlardı ve bu yüzden şimdi bu dönüşüm projelerini yürütürken niyetimizin iyi olduğunu bazı insanlara anlatmak bizim için gerçekten çok zor.
Peki, yerel yönetim ya da kuruluşlardan resmî izinleri almak zor mu? Kendi tecrübelerimden biliyorum ki bazı resmî belgelerin tamamlanması ya da onaylanması Bosna-Hersek’te epey bir zaman alabiliyor. Bununla nasıl baş ediyorsunuz?
Şimdi şöyle, hayatım boyunca Saraybosna’da yaşadığım ve bırakın diğer evrakları bir pasaport bile almanın burda ne kadar zor olduğunu bilmeme rağmen hiçbir sorunla karşılaşmayacağımızı düşünme saflığında bulunduk yola çıktığımızda. Şimdi, burada bir kuruma başvurduğunuzda önce bir ay size cevap vermiyorlar; sonra siz sürekli onları aramaya başlıyorsunuz ve sonra tek kelimelik “hayır” cevabı yolluyorlar size ve başka hiçbir açıklama yapmıyorlar. Bunun üzerine biz de şehirdeki tüm medya kuruluşlarına gidip olup biteni açık açık anlattık. Hemen ardından yerel hükümetten yetkililer bizi aradılar ve “Tamam, bir toplantı yapalım. İstediğiniz izinleri verebiliriz size…” dediler ama belgelerin altına sürekli olarak kendi kurumlarının isimlerini koymak istediler – sanki kendileri bu projelerde yer almış gibi. (Kaşlarını çatıyor ve kızarıyor.) Ama Dobre Kote olarak kesinlikle kabul edemeyeceğimiz bir şey bu tabii ki.
Mesela, Parkuša Parkı’nda gerçekleştirdiğimiz takas pazarı için izin istediğimizde ‘Hayır’ dediler ve sebep olarak ise bize ‘çünkü parktaki çimler kentsel alan değildir’ dediler. ‘Parktaki çimler hiçbir manifesto için kullanılamaz ve sadece çimlerin etrafından dolanan asfalt ya da taş yolları kullanabilirsiniz’ dediler. Bu sorunu çeşitli yazılı ve görsel medya kanallarına bildirdik fakat kimse bizim haberimizi yapmak istemedi çünkü bizim haberimiz bir anlamda hükümet aleyhinde bir haberdi. O kadar sinirlendik ki sonunda istediklerimizi yapmanın başka bir yolunu bulmaya karar verdik. İşte o zaman Aldijana bir çözüm önerisinde bulundu: “Semt sakinlerine ait olan ortak mülkleri kullanmayı deneyelim o halde haydi!”
Bir keresinde ise bir binanın sakinleri için “yeşil çatı” projesi uygulayacaktık ve tüm apartman sakinlerinden bu proje için gerekli izni aldık. Mimar ve hortikültür mühendisleri ile atölyeler bile yaptık. Mekânın proje sonlandıktan sonra nasıl görüneceğini gösteren üç boyutlu çizimler yapıldı ve hatta projenin tüm finansmanını bile sağladık. Ama Saraybosna Şehir Planlama Müdürlüğü bizi durdurdu. “Çatıların görüntüsünü değiştiremezsiniz. Çatıların üstüne en ufak bir şey eklerseniz, ilgili kanunlarla cezalandırılırsınız” dediler bize. Bu projeye izin vermemelerinin tek nedeni ilgili kanunların hiçbirinde “yeşil çatı” gibi bir terimin yer almaması. Bu yüzden Aldijana bu konuda değişiklik yapabilmek için görüşmelere başlayacak; yani ilgili kanun maddelerine “yeşil çatı” kelimesinin eklenmesi için lobi yapacak. Böylece biz de Saraybosna’daki ilk yeşil çatı uygulamasını gerçekleştirebileceğiz.
Projelerinize nasıl maddi kaynak sağlıyorsunuz?
Denemediğimiz yol kalmadı aslında. İhtiyacımız olan malzemeleri satan yapı marketlerle işbirliği yaptık. Bize bağış yapabilecek büyük firmalar bunlar tabii. Bir keresinde hatta, dönüşümünü gerçekleştirdiğimiz alanlardan birinin ortasına kumbara bile koyduk; üzerine de “malzemeler için bağış yap” yazdık ve çevre komşular bize bu yolla para verdi. Bazı günler oldu, yoksul olduğunu ve sadece emekli maaşıyla geçindiği bildiğimiz teyzeler amcalar gelip bize 50-100 Mark* verip “Bol şanslar çocuklar. İyi şeyler yaptığınızı biliyoruz” dediler. (Gülümsüyor.) Mesela Kota 1 büyük ölçüde bu şekilde yani çevre sakinlerince finanse edildi. Kota 2 dediğimiz bahçe için ise İnsan Hakları Gençlik İnisiyatifi aracılığıyla temin ettik gereken parayı. Seneye projelerimize artık Indigo ya da Kickstarter gibi online kampanyalarla ödenek bulmayı planlıyoruz. Bu sayede Bosna-Hersek dışından da insanlar da bağışta bulunabilir. Bu önemli çünkü bu ülke insanı çok yoksul (omuzlarını düşürüyor.)
Projelerinizden biri olan ortak kullanıma açık bahçenin tarım amaçlı kullanılabileceğinden bahsettin mesela. Sence bu mekânsal dönüşüm süreci yerel ekonomiye nasıl faydalar sağlayacaktır?
İlk günden beri üzerinde durduğumuz asıl şey bu sürecin Saraybosna turizmine yapabileceği etki. En az beş ya da altı proje tamamladığımızda alternatif bir Saraybosna haritası ortaya çıkarmış olacağız. Bu alternatif Saraybosna turu şehrimizin turistlere sunabileceği resmi turlardan biri olabilir çünkü tüm Saraybosna turları son 20 yıldır hep aynı, hep savaş hakkında ve hep tarihi binalar vs. Şehrimizin görüntüsü değişiyor; bu yüzden insanlar savaşın izlerini eskiden gördükleri kadar görmüyorlar çünkü şu anda dönüşümünü gerçekleştirdiğimiz yerlerin hepsi savaşta harabeye dönmüş yerler. Ayrıca, Saraybosnalıların şehirde kendi yiyeceklerini üretebilmelerinin yollarını bulmaya çalışıyoruz. Sadece ortak kullanılan bahçeler ya da çatılarda değil, balkonlarda ve bina uzantılarında da mesela. Bu şekilde insanların hayatları daha sürdürülebilir hale gelebilecek.
Siz bir sivil toplum kuruluşu (STK) değilsiniz ama birlikte çalıştığınız ya da çalışmalarınıza ilham veren başka STK’lar var mı?
İşbirliği içinde olduğumuz iki inisiyatif var burada. Onlar da STK değiller. Bunlardan biri Kolektiv Kreaktiva. Sanatı sokakla buluşturmaya çalışıyor ve bizimkilere benzer projeler yapıyorlar. Onlarla her zaman işbirliği içindeyiz. Diğer inisiyatif ise binaların merdiven boşlukları gibi mekânlarda sergiler düzenleyen H:ART. Saraybosna’da Gradologia adında başka bir oluşum daha var. Çoğunlukla kentsel alan ve benzeri konularda yazan bir grup mimar ve sosyolog bunlar. Onlar işin analitik ve akademik boyutuyla haşır neşirken biz daha çok bizzat fiziksel mekânın kendisinde üretim yapıyoruz. Ayrıca, Belgrad merkezli Ministarstvo Prostora, yani Uzam Bakanlığı adında bir örgüt bize ilham kaynağı oluyor. İlginç bir isimleri var çünkü Uzam Bakanlığı diye bir şey yok aslında. Tüm Balkanlar’da kentsel alan fikrini ortaya ilk atan onlardı mesela. Sokak Galerisi adlı bir sergi yarattılar ve her cuma günü o sokakta yeni bir sergi düzenleniyor şimdi. Bu bana çok ilham verdi ve ben de Saraybosna için benzer bir şey yaratmak istedim.
Son olarak, başarılı bir kentsel alanın özellikleri nedir sence?
Her şeyden önce güvenlik. Çocuk yaşlı, kadın erkek herkes için güvenli bir yer olmalı. İkinci özelliği ise görsel olarak insanı çekmesi. İnsanlar bir mekânın görüntüsünü beğenirlerse eğer o yerde duracaklar ve orayı kullanmaya başlayacaklardır. Bu yüzden insanların fark etmeden yanından geçemeyeceği çekicilikte renkli ve güzel alanlar yaratmaya çalışıyoruz. Başarılı bir kentsel alanın üçüncü özelliği ise insanların orda çeşitli etkinlikler yapabiliyor olması. Ayrıca, mekândaki unsurların değiştirilebilir olması da önemli, yani, sonsuza dek o yerde duracak şekilde kurulmamaları gerek. Bu nedenle, daha sonradan değiştirilemeyecek hiçbir şey inşa etmeyi sevmiyoruz çünkü çevre sakinlerinin istedikleri takdirde kolaylıkla orda değişiklikler yapabiliyor olması önemli bence. İlerleyen dönemlerde sürdürülebilirliğin bir parçası olacaktır bu. Son olarak ise sürdürülebilirliği sayabilirim, evet. Eğer biz bir alanı dönüştürdükten sonra insanlar oraya sahip çıkamazlarsa veya oradaki etkinlikleri devam ettirmek için çok paraya ihtiyaç duyarlarsa işte o zaman o projemiz başarısız olmuş demektir.