H&M’in son reklamını gördünüz mü?
Reklamlarda tek tip bir kadınlık temsilinden kaçınma eğilimi ve bunun sebepleri başka bir yazıda tartışılabilir. Ben bu yazıda başka bir soruya odaklanmak istiyorum: Lezbiyenliğin ve lezbiyen arzunun cisimleştiği anların mekânı görsel ürünlerde neden sıklıkla yüzme havuzu oluyor?
H&M’in reklam filminde kadın cinsinin çeşitliliğine yapılan vurguya benzer şekilde Kenan Doğulu’nun Tencere Kapak klibi de “aşkın her hâli”ne vurgu yapıyor. Çeşit çeşit çiftin aşkını tutkulu bakışmalar, el ele tutuşmalar ve öpüşmeler yoluyla gördüğümüz klipte iki genç kadın ise bu arzuyu yansıtmak için yüzme havuzuna atlıyorlar!
2013 yapımı Breaking the Girls (Büyük Sır) filmi, Patricia Highsmith’in Strangers on a Train (Trendeki Yabancılar, 1950) kitabından ve Hitchcock’un aynı adla sinemaya uyarladığı filmden esinlenerek, tesadüfen tanışan ve çapraz bir cinayet planında yer alan iki yabancıyı anlatıyor. Orijinal eserde iki erkek arasında sezdirilen eşcinsel arzu, güncel filmde kadınlar arasında ve bu kez açık bir şekilde gösteriliyor. İki kadının ilk cinsel yakınlaşması birinin evinde başlıyor ve hızla yüzme havuzuna taşınıyor
Benzer şekilde cinayet/suç temalı Wild Things (Vahşi Şeyler, 1998) ve Sex, Lies, and Death (Seks, Yalanlar ve Ölüm, 2011) filmlerinde de lezbiyen arzuyu yüzme havuzunda izliyoruz.
İlişki rutinlerinden sıkılan heteroseksüel çiftlerin heyecan arayışları sonucu başka çiftlerle tanıştığı ve bir noktada kadınların mutlaka erkekleri dışlayarak yüzme havuzunda yakınlaştığı Swingers (2002) ve Zebra Lounge (2001) filmleri de çoğaltabileceğimiz örneklerden.
Yüzme havuzundaki lezbiyen arzu, bu örneklerde olduğu gibi genellikle bir erkeğin üçüncü kişi olarak sahneye dahliyle yaşanıyor. Erkek karakter, bazen kabul edilen ya da dışlanan üçüncü bir beden olarak havuzda, bazen kadınların haberi olmadan gizlice izleyen bir göz olarak, bazen de bu tehlikeli yakınlaşmaya suç üstü yapan iktidar figürü olarak sahnede yerini alıyor.
Almanya’da 1995 yılından beri devam eden Verbotene Liebe (Yasak Aşk) adlı pembe dizide buna bir değil, iki değil, tam üç kez tanık oluyoruz. İlk örnekte, dizinin adına yaraşır yasak aşkı havuzda yaşayan kadınlardan birinin erkek arkadaşı baskın yaparken ikinci sahnede birlikte yüzen iki kadın etraflarını saran erkekleri savuşturmak için öpüşüyor (bunun ne kadar gerçekçi bir yöntem olduğu tartışılır). Son örnekte ise bir fotoğraf çekiminde yanlışlıkla havuza düşüp eğlenen kadınları ve sonrasında birinin bu sahneyi daha farklı hayal edişini izliyoruz.
Türkiye’den bir örneğe bakarsak, İki Genç Kız (2005) filminde Behiye, Handan’ı boş bir yüzme havuzuna götürüyor:
Havuza atlamadan önce Handan, “ya yakalanırsak?” diye soruyor. Handan’ın kapalı bir mekâna izinsiz girmelerinden dolayı sorduğu bu soru, film boyunca sezdirilen dostluktan öte yakınlığa yapılacak olası bir suç üstünün tedirginliğini de veriyor izleyiciye. Türkiye’de kadınlar arasındaki arzunun yüzme havuzundaki temsili henüz birbirine su sıçratmaktan pek öteye geçemediği için, bu tür eylemleri gerçekleştirdikten sonra bekçi tarafından kovalanarak mekânı terk ediyorlar.
Lezbiyen arzunun yüzme havuzundaki temsili, “içeriden” örneklerde de karşımıza çıkıyor. L Word (2004-2009) dizisinde birden fazla havuz sahnesi var, bilen bilir. ;) Sarah Cefai, dizi üzerine yazdığı makalede yüzme havuzunu kolektif lezbiyen mekânlarından biri olarak tanımlıyor ve lezbiyen cinselliğini görünür kılmak için bir araç olarak kullanıldığını iddia ediyor. Bağımsız sinemacı Su Friedrich’in gördüğü rüyalardan parçalarla oluşturduğu kısa filmi Gently Down the Stream’de (1981) bir kadını kürek çekme egzersizi yaparken, bir başkasını ise havuzda yüzerken görüyoruz.
İmajlara binen yazılar, bu kadınları bizle beraber gören, onlarla ilgili düşüncelerini ve anılarını anlatan birkaç kadının dilinden çıkıyor gibi. Yönetmen, lezbiyen kimliği somut ve keskin hatlarla vermek yerine, su metaforuyla lezbiyenliğin ihtimaline alan açıyor, bu ihtimale dair tasarılar sunuyor. Yönetmenin otobiyografik eserlerini inceleyen Judith Mayne’in söylediği gibi “su, anıları ve ihtimalleri barındıran bir düşler mekânıdır.”
Ortak çalışan sanatçılar Cabello/Carceller’in boş havuzları fotoğrafladıkları seriyi yorumlayan Halberstam, boş yüzme havuzu imgesinin “ütopyanın boş sözlerini,” öznelerin hayalleri/arzuları ve gerçekler arasındaki uçurumu belgelediğini, hasret ve melankolinin bu havuzlardan dolup taştığını söyler. Yüzme havuzunu lezbiyen sosyalleşmesinin bir mekânı olarak sunan analiz, lezbiyenliğin sanat eserlerinde tek bedende temsil edilememesini göstermesinden dolayı önemli. Bu kimlik, arzu, ifade, ne dersek diyelim, birden fazla bedenin yakınlaşması ya da sözel ifadeler yardımıyla hayat buluyor.
İki ya da daha fazla bedenin arzularını tanıyarak, açık ederek ilişkiye geçebileceği alanlar ise çok sınırlı. Ev içinde bu karşılaşmanın ihtimali zaten çok az iken kamusal alanda karşılaşmaların yakınlaşmalara dönüşmesi neredeyse imkânsız oluyor. Bu yüzden eşcinsel arzunun temsili, en az iki bedenin ne tam mahrem/kapalı ne de tam açık/günyüzünde denebilecek mekânlarda; loş, muğlak, ışığı kıran, bedenleri (ve eylemlerini) bulanıklaştıran yerlerde yakınlaşmasıyla gerçekleşiyor. Halberstam’in kuir sosyalliğinin mekânı olarak gösterdiği gece kulüplerinin yanına yüzme havuzlarını da eklemek herhalde yanlış olmaz.
Yüksek bütçeli filmlerde, ticari ürünlerde, anaakım pornolarda ya da kuir sanatçıların işlerinde. Lezbiyenliği havuzda görme merakının nedenlerini bu yazıda az çok sorgulamaya çalıştım ama yorumlar elbette çoğaltılabilir. Birlikte düşünelim.