Halil İnalcık'ın ölümü, bir bilginin peşinde yıllarca koşmanın ne olduğunu hatırlatmalı bize.

KÜLTÜR

Halil İnalcık’ın Ardından: Bir Soru Peşinde Koşmak

Geçtiğimiz yıl üstünde çalıştığım bir yazının bitmesi aylar mertebesinde bir zaman aldı. Hikâyeyi nasıl işlemek gerektiği konusunda bir türlü karar veremiyor, yazıda olması gereken unsurların önceliklerini göremiyordum. Yazı yazmak biraz böyle bir iş. Yazmaya değecek bir konu bulmuş olmanın tek başına bir anlamı olmuyor. Yazı tüm hatlarıyla ortaya çıkana dek çatısı çatılmıyor. Yalnız bu örnekte somut bir engel de vardı önümde: Yazıda adı geçen birine ulaşmam şarttı ve o da herhangi biri değildi. Halil İnalcık’ı arayıp 1947’de Kayseri’ye yaptığı bir geziyi hatırlayıp, hatırlamadığını sormam, cevabı olumluysa başka türden ayrıntıları kurcalamam gerekiyordu. Bu sorular, ayrıntılar hep bir mumya ile ilgiliydi. Yaklaşık 900 yıllık olduğu tahmin edilen, Anadolu’nun ortasında, kimsenin umurunda olmayan bir mumya.

 

Dışarıdan bakınca ortada bir saçmalık var gibi görünüyor, bana bile. Hiç tanımadığınız birisi, birdenbire size telefon edip, “pardon yetmiş sene evvel Kayseri’de bir mumya görmüşsünüz siz, onu hatırlıyor musunuz? Bu arada sol eli var mıydı acaba, o ziyarette dikkatinizi çekti mi?” gibi sorular soracak.

 

Neden?

 

Hiçbir sebep yok!

 

Ama içeriden nasıl olduğunu anlatmaya çalışayım bir de. Sadece tarih değil, bilimin herhangi bir alanında çalışan bir insan için bir sorunun varlığı çok rahatsız edici bir şey. Akademinin içinde (ve dışındayken de) bazı insanlar o rahatsızlık duygusuyla haraket ediyorlar. O soru ortaya çıkmaya, zihinde belirmeyegörsün, sanki dünyanın en önemli meselesi oluyor. Cevaplanmazsa biraz hayat da sekteye uğrayacak gibi. İzlenilen yollar bazen sakil de olsa, o uğurda yıllar da harcansa bu tek tek soruların peşinden ayrı ayrı kulvarlarda çok sayıda insan koşuyor. Halil İnalcık bu uğurda en uzun süre, gayretle, himmetle koşmuş birisi. Dolayısıyla görüşmemiz en nihayetinde gerçekleştiğinde hiçbir şey sandığım, korktuğum gibi olmadı, çünkü ne kadar ansızın gelirse gelsin, heyecan verici bir soruyu kucaklamak için adeta hazır bekliyor gibiydi. O gün biz o görüşmede Danişmentilerden, Kayseri’deki türbelerden, tek bir mumyadan hevesle ve uzun uzun bahsettik.

 

Görüşmede edindiğim bazı bilgileri, mumyaya ilişkin derleyebildiğim ayrıntıları en nihayetinde yazabildim, hatta burada da yayınladık. Yine de kısaca bahsedeyim: Danişmentlilerin hükümdarlarından Melik Gazi’ye atfedilen ve tüm 20. yüzyıl boyunca başına gelmedik kalmayan bir mumyaydı bu. Hikâyede büyük saygıyla, biraz korkuyla yaklaşılan bir tarihi eserin, günlük hayatın gerekleri karşısında nasıl sıradanlaşabileceği anlatılıyordu. Bunu “insanların bir evliya, mumya, melik, gazi, ama sonuçta bir ceset ile kurdukları garip, tekinsiz, korku dolu ama bir o kadar cüretkâr ilişki” olarak tarif etmiştim. Mumya bir nedenden tutuşuyor, söndürülmeye çalışılırken harap oluyor, “bu böyle olmaz” denip toprağa gömülüyor, sonra vazgeçilip topraktan çıkarılıyor, hastalıklar şifa niyetine parça parça koparılıyordu. Bir ara da sol eli çalınmıştı. Bu çalınma meselesi İnalcık’ın 1947’deki ziyaretinden evvel olmuş gibi göründüğünden görüşmemizde “Peki sol eli var mıydı?” diye sorduğumda bana gülerek yanıt verdi: “Yok, o kadarını hatırlamıyorum artık” dedi.

 

Halil İnalcık’ın çalışmalarıyla hiç karşılaşmamış bir tarihçi herhalde yoktur Türkiye’de. Alanda çalışan herkes için tüm meslek hayatları boyunca var olmuş birinin, “artık yok olması” biraz sarsıcı oldu. Benim hafızamda o telefon görüşmesinde, Danişmentliler ilgili verdiği bilgilerle (yazıda kullanamadım) ve o “sol el”e ilişkin gülümsemesiyle de yer edecek İnalcık. Ama tabi onun ölümüyle hatırlamamız, konuşmamız gereken en öncelikli mesele akademin, araştırmanın, tek bir soru peşinde yıllarca koşmanın ne anlama geldiği olmalı belki de. Bunun bir anlamı elbette, hâlâ var ve bu işi içtenlikle, heyecanla yapan insanların seslerine ihtiyacımız var.

 

Ana görüntü Zeyrek’te çekilmiş, fotoğraf kendi sitesinde yer alıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YKarpuz Kabuğundan Taç
Karpuz Kabuğundan Taç

Maraton yüzen ilk kadın sporcu Canan Ateş, 1979'da katıldığı bir TRT programında yüzücülük kariyerini anlatıyor.

ECİNNİLİK

YAnnesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit
Annesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit

Annesi Amelya Hanım rolünde Adile Naşit kendi çocukluğuna bakıyor.

SANAT

YSöyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler
Söyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler

Sovyet Azerbaycanı'nın efsanevi ismi Şövket Elekberova'nın bu şarkısı neler anlatıyor?

ECİNNİLİK

YSanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates
Sanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates

Ne yapalım, nasıl yapalım da görünür hale getirelim ev işlerine gömdüğümüz zamanı? 

Bir de bunlar var

Herkes Keser Sevdiğini
Göçmen Olmanın Binbir Hali: Amina’nın Hikayesi
Çileklerin İçinden Canım

Pin It on Pinterest