Uyarı: Aşağıdaki yazı çocuklukta yaşanmış cinsel istismarla ilgilidir. Bu tür yazıları okurken daha önce yaşamış olduğunuz olayı/olayları zihninizde tekrar yaşayabilirsiniz, korku ve kaygılarınız yüzeye çıkabilir. Böyle durumlarda okumayı bırakmak, ihtiyaç duyduğunuzda, gücünüzü topladığınızda tekrar okumaya dönmek isteyebilirsiniz.
Saat 00:45 uyku tutmadı. Anlat! Anlat! Anlat! Nereden başlamalı? En başından mı? Yok en başından değil aile meclisinin toplandığı günden. Bundan dokuz ay önce…Meclis reisi küçük amcam. Sırrım onun evine düştüğünden beri dalga dalga yayılmış amcamın kardeşlerine, kardeşlerinin çocuklarına, çocuklarının eşlerine. Amcam dışında mecliste kardeşlerin hiçbiri yok. Sonradan kulağıma gelen kız kardeşlerin hiçbiri inanmıyor yaşadıklarıma, erkekler inanıyor. Reddetmek inanmaya en yakın olanın tavrı olurmuş.
Amcamın evindeyim kuzenler teker teker geliyor. Yıllardır görüşmemişiz. Hafta içi, gün ortası herkes işyerinden izin almış. Kimi şehir dışından geliyor. Gelenleri karşılıyorum. Neden ben karşılıyorum? Ben de misafirim. Ve gelenleri başsağlığı alırmış gibi karşılıyorum. Hatta bir ara sessizlik olduğunda “biri ölmüş sanki” deyip evdeki ağır havayı dağıtmaya çalışıyorum. Anında cevap geliyor “evet biri öldü”. Yemek yeniyor, çaylar içiliyor, sohbetler ediliyor, saatler geçiyor. Her şey konuşuluyor, bir tek bizi bir araya getiren olay konuşulmuyor. Akşam olunca “ben yavaş yavaş gideyim kızım merak eder” diyorum. Gitmek istemiyorum ama yıllardır hiçbir şey olmamış gibi süren yaşantımın birkaç saat daha böyle sürmesine tahammül edemiyorum. ”Yok gitme biz seni arabayla bırakırız, gecikmezsin”. İçimden “tamam gitmeyeyim de neden oturayım, onu söyleyin.” diye geçiriyorum. Duramıyorum balkona çıkıyorum. Duramıyorum, bakın ilan ettim bir şeyler yapsanıza. Sanıyordum ki ben sırrımı ilan ettiğimde herkes beni kucaklayacak herkes bana kol kanat gerecek ve onu cezalandıracaklar.
Olmadı. Zaten herkesin beni kucaklaması gibi bir durum olsaydı bunu açıklamak için kırk yaşına kadar beklemezdim. Balkona çıkıyorum en büyük kuzen geliyor arkamdan. İşte diyorum sonunda konuşabileceğim. Konuşacağım ama nasıl? Ağlamalı mıyım güçlü mü durmalıyım? Ağlamak istiyorum ama dağılacağım ve bir daha toparlayamayacağım diye korkuyorum. Sonunda lafı getiriyorum, “tatillerde gittiğimiz köyde siz tavuk kovalarken o bana tecavüz ediyordu”. Sonrasını hatırlamıyorum.
Çocukluğumun yutulan anıları gibi o mecliste de çok an yutuldu. Koşarak tuvalete gidiyorum, yalnız kalmak istiyorum. Artık yalnız olmadığımı bilmenin rahatlığıyla tuvaletin kapısını kilitliyorum. Ağlıyorum. Böğüre böğüre ağlıyorum. Olanları anlattığım amcamın aynı evde iki gün önce böğüre böğüre ağlaması gibi. ”izin ver gelelim, aç kapıyı yanında olalım”… Açmıyorum ama kapının önünde olduklarını bilmenin güveniyle “ben otuz iki yıldır yalnızım iki dakika daha yalnız kalsam bir şey olmaz!”, ağlıyorum ağlıyorum… Tek söylediğim –bağırarak- “O ölmesin! O ölmesin!”. Çünkü o ölürse hesabım yarım kalacak, yıllardır taşıdığım suçluluk bende kalacak. O ölmesin, suçu sahibine vermek istiyorum. Sakinleşince salona geçiyorum. Artık her şeyi biliyorlar. Sanki sırrımı amcam onlara anlattığı zaman değil de şimdi öğrendiler. Konuşuyorum sürekli . Konuşuyorum, onları incitmekten –ya da kendimi incitmekten- korkarak. Yaşadıklarımı bazen bir sosyolog, psikolog gibi, bazen çok yakından tanıdığım birinin başına gelmiş gibi anlatıyorum. Hiçbir cümlemde benim yaşadığım bir olaymış gibi hissetmemeye çalışıyorum. Hissetsem meclisin orta yerinde çırılçıplak kalacağım. Sekiz yaşındayım sırtüstü yatmış bacaklarımı ayırmışım ve üzerimde otuz yaşında bir adam bana tecavüz ediyor. Ama aynı zamanda, bu bir tecavüz gibi görünmüyor.
***
Bu yazı dizisiyle ilgili yazara ulaşmak isterseniz dilarasert40@gmail.com adresine yazabilirsiniz.
Görsel:Eine kleine Nachtmusik, Dorothea Canning.