Yaşar Kemal 30, Sait Faik 47 yaşındayken, röportajlar yapan Kemal, Faik’e Mark Twain Cemiyeti’ne fahri üye seçilmesini sormak istiyor. Sait Faik’i bulmak için İstiklal Caddesi’nde bir ileri bir geri yürüyor, orada bulamayınca Kadıköy sahile gidiyor, orada da bulamayınca Burgaz adaya gidiyor, sonra şehre geri geliyor ve ilk baktığı kaldırımda buluyor arkadaşını. Sonrası, Sait Faik ölmeden tam bir sene önce gerçekleşmiş aşağıdaki röportaj.
Sait Faikle Görüşme
Akşamüstleri Tünelden Taksime doğru sol kaldırımdan yürürseniz, gözünüze dalgın, siyah gözlüklü, yüzü kederli, ama müthiş kederli -yüzündeki keder besbellidir, elle tutulacak gibi, yüzde donup kalmıştır-, pantolonu ütüsüz, ağarmış saçları kabarmış bir adam çarpar. Bu adamın, bu Beyoğlu kalabalığı içinde bir hali vardır ki (daha doğrusu her hali) size bu koskocaman şehirde yalnız, yapayalnız olduğunu söyler. Bu neden böyledir? Orasını kimse de bilmez… Bazı adam vardır, insan yüzünde sırf hınç, kin okur. Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık… Bu adamın üstünden başından da yalnızlık akar. Bir de bu adama, Kadıköy iskelesinin kanepelerinden birine oturmuş, heybeli köylüleri, çıplak ayaklı serseri çocukları, hanımefendileri seyrederken rastlarsınız.
Bu adam hikayeci Sait Faiktir.
Bir gün, aklımda kaldığına göre bir pırıl pırıl, cam gibi parlayan sonbahar sabahıydı, ona Kadıköy iskelesinin kanepelerinde rastladım.
“Ne var ne yok Sait?” dedim. “Hikaye yazıyor musun?”
“Yok,” dedi, “yaşıyorum.”
Hüzünlü, ılık, insan sevgisi dolu hikayelerini Sait yazmaz, yaşar. Sait bir dertli, kötülüklerden, aşağılıklardan, dünyadaki cümle bayağılıklardan, kirden iğrenen bir ademoğludur. O daima iyiliği söylemiştir.
Dünyaca ün almış Mark Twain derneğinin fahri üyeliğini aldığını duyunca, bu iş için Sait’in ne diyeceğini öğrenmek için aradım. O gün öğleden sonra İstiklal Caddesindeki kaldırımdan gittim geldim. Sonra Kadıköy iskelesine uğradım, orada da yoktu. Sait anacığı ile birlikte Burgaz adasında oturur, bindim vapura ikinci gün oraya gittim. Anası Saitin aynı gün İstanbula indiğini söyledi. İstanbulda, tarif ettiğim kaldırımda ona rastladım. Gene dalgın, sinirliydi. Yüzünden düşen bin parça olur derler ya, öyleydi.
“Bu iş için ne dersin?” diyecektim, korktum.
“Merhaba,” dedim.
“Merhaba, eyvallah,” dedi.
“Ne var, ne yok?” dedim.
“İyilik,” dedi.
“Mark Twain…” dedim.
“Aldırma,” dedi.
“Bak,” dedim. “Sait biliyorsun ki ben röportaj yaparım.”
“Sonra?” dedi.
“Söyle,” dedim.
Sait beni kırmadı. Teşekkür ederim.
Ben sual sormadan o başladı:
“Bana, Mark Twain Cemiyeti fahri üyeliği verildi, dünya edebiyatına ettiğim hizmetten ötürü. Birçokları gibi ben de şaşırdım. Dünya edebiyatına hizmet filan etmediğimi söylemeye ne hacet. Bu, üyelik verilebilmesi için uydurulmuş nazik bir sebeptir sanırım.”
Ben aldım, dedim ki:
“Senden önce, bu cemiyetin ilk üyesi Atatürkmüş…”
“Biliyorum. Beni sevindiren de işte bu. Atatürkten sonra, benim üye olmam, benim için ne büyük bir şereftir. Bir milletin yetiştirdiği en büyük çocuğu ile, o milletin kendi halinde bir küçük hikayecisinin Amerikada bir cemiyette buluşmaları küçük hikayeci için ne bulunmaz şerefli bir fırsattır. Demokrasi de zaten böyle olur. Eğer bu üyelikten memnunsam, bu yüzdendir.”
“Politika…” dedim.
Sözümü ağzımda kodu:
“Karışmam.”
“Peki, seni bu cemiyete ne sebepten, hangi eserin için üye seçtiler?”
“En büyük devlet adamlarının, başkanların ve başbakanların fahri veya asli üye oldukları bir cemiyete beni de seçmenin adlı nedir diye düşündüm, şunu buldum: Demek ki şimdiden sonra dünya çapında bir hikayeciyi anmak için kurulmuş bir cemiyete dünyanın dört bucağından kendi halinde hikayeciler de seçilecek.
Türk hikayecilerini temsil ettiğim anlamına alınmasın sakın. Her hikaye yazan ve yayan Türk hikayecisi kendi şahsında bir dilin hikayeciliğini yaptığına göre, şahsıma Mark Twain Cemiyetinin gösterdiği ilgi ve sevgi daha çok Türk hikayeciliğine gibi geliyor bana. Ben de bu ilgi ve sevgiyi tüm hikayeci arkadaşlarımla paylaşırım. Kabul ederlerse.
Kendini bütün dünyaya tanıtmış, sevdirmiş, bir halk çocuğu olan hikayeci Mark Twaini ananların içine Türk dilinin bir hikaye yazarını almayı düşünenlere de teşekkür ederim.”
“Mark Twain için ne dersin?”
“Sen de amma sual sorarsın ha. Ne derim! Mark Twain de alay edermiş, güldürürmüş, kepaze edermiş cemiyetteki sahte vakarları, petrol krallarını, pamuk prenslerini, demir beylerini, çelik efendilerini sağlığında. Ölümünden sonra da bir Türk hikayeci ile şakalaşmasın mı? Eyvallah Mark Twain!”
Sonra güldü Sait:
“Daha soracağın?” dedi.
“Eyvallah,” dedim.
Ayrıldık. O, bir sinemanın önünde kaldı.
17.5.1953
Kaynak: Yaşar Kemal: Röportaj Yazarlığında 60 Yıl. Yapı Kredi Yayınları.