25 Şubat 1936’da “Akşamcı” imzasıyla Akşam gazetesinde yayınlanmış aşağıdaki köşe yazısı.
1930’lu yılların başından itibaren devrik başkentin gelecekte ne olacağına, nasıl gelişmesi gerektiğine dair birtakım tartışmalar oluyor. Şehrin hudutları nereye kadar gitmeli, inşaatlar yasaklanmalı mı? Bir yandan da İstanbul’u mimarların mı, inşaat kalfalarının mı çirkinleştirdiği sorgulanıyor (çünkü herkes şehrin çirkinleştiğinde hemfikir gibi). Mimarlar kalfaları cahillikle, kalfalar da mimarları beceriksizlikle suçlarken, aşağıdaki yazı tartışmaya başka bir açıdan yaklaşmaya çalışmış.
Yazım yanlışları metnin aslında olduğu gibidir. Bu arada Akşamcı imzasının Vâlâ Nurettin’e ait olduğunu da belirteyim.
Çirkinleşen İstanbul
İstanbulun gittikçe çirkinleşmekte olduğunu hepimiz muhtelif vesilelerle acı acı görüyoruz. Bu çirkinliği en ziyade yeni binalarda göze çarpan garip mimari üslubu yapıyor. Maamafih, insaflı olmak için, kabahati yalnız beton armeye ve modern adı verilen garibelere bulmamak lazımdır. İstanbul çoktan beri ve muhakkak ki, yarım hatta bir asırdan beri çirkinleşmek yolunu tutmuştur.
Bir aralık “Art nouveau” modası çıkmıştı. Boğaziçinde bile bu modaya göre yapılmış koca yalılar görmüştük. Bunlar da o zamanın “modern” binaları idiler. Bu büyük binalar bir tarafa bırakılsa da mahalle aralarında alelade yapılan evlere bakılsa en göze çarpan vasıf uslupta fenalık değil uslupsuzluk idi. Evler rasgele yapılıyordu. Bunları yapanlar mimar değil zevksiz, kaba ve cahil kalfalardı. İstanbulda ortadan kalkan şey mimari mefhumu idi. Onun için, kabahati yalnız bugüne bulmıyarak İstanbulun güzelliğine karşı devam edem suikastın iyice eski bir tarihi bulunduğunu itiraf etmek lazımdır.
Bu inhitat yalnız İstanbula has bir felaket değildir. Bütün memleketin üzerinden, Osmanlı imparatorluğunun son devresinde, büyük bir gerileme ve çirkinleşme dalgası geçmiş ve bu dalga ecdadımızın güzelliğe aşık ruhlarını derin bir işkence içinde bırakmıştır.
Demek oluyor ki kabahat şu veya bu ev sahibinin, şu veya bu fenalık mimarın değil, zevkımizde husule gelmiş bir aşağılamanın neticesidir. Buna karşı son zamanlarda bir aksülamel vuku buluyor. İstanbul çirkinleşiyor feryadı bir aksülameli bize ifade eder. Yalnız bu şikayetlerin bir kaç kişiye inhisar etmiyerek umumileşmesi ve milli bir mimari güzelliği mefhumuna doğru sürünmesi arzu olunuyor. Geçenlerde ince zevkli ve sağlam kültür sahibi bir ecnebi ile konuşurken: Sizin mimariniz elinizin altında duruyor, demişti. Eski İstanbul yadigarlarına, Boğaziçinin bazı yalılarına bakınız. Siz modern mimari prensiplerine çoktan erişmiştiniz. Bunu modern teknik icaplarile teliften başka yapacak bir şeyiniz yoktur.
Filhakika, bazı kitaplarda ve gravürlerde eski İstanbula aid resimleri görünce verdikleri bedii hatıra karşısında insan tatlı bir hayrete düşüyor. Bunu yaratan bir millet tekrar o kibar zevki elde edemez mi acep?
Akşamcı
İnsan merak etmeden duramıyor değil mi? Biz şimdilerde “zevkimizdeki husule gelmiş bir aşağılamanın” en dibindeyiz. Nasıl oldu da buralara savrulduk, Akşamcı Bey neler derdi?
(Yazının görüntüsü Istanbul City of Intersection isimli yayının kapağında yer alıyordu. LSE Cities, Urban Age Newspaper, 2009)