Yılın Filmleri:
– MAD MAX FURY ROAD – Söylenecek çok şey var, bir kısmını şurada yazmıştım. Hala ara ara “olsa da izlesek” hissi geliyor, size de oluyor mu?
– PHOENIX – Toplama kampından sağ kurtulan Berlin’li bir kadın kendisini ihbar ettiğinden şüphelendiği kocasını bulmak için şehre geri döner. “Kocam beni Nazilere satmış olabilir” ihanette son nokta olsa da Phoenix’e asla bir kovboy/intikam filmi demiyorum, kuralları öyle basit değil. Filmin inandırıcı olmadığına dair eleştiriler varmış, şaşırdım. Alman yönetmen Christian Petzold’un bu olağanüstü filmi, ihanetle ilgili izlediğim en gerçek, en “inandırıcı” yapımlardan biriydi. İnsanın gözü önünde duranı inkar edebilme kapasitesi, utanç, yüzleşme, yüzleşememe, kopma, kopamama… Sesini (kendini) kaybetmek nedir, o ses bir daha nasıl gelir ya da hiç gelir mi? Hele öyle bir son sahnesi var ki bu filmin, Nina Hoss “aşktan bahsederken kısık sesinle konuş” dedikçe ben koltuğumda bozlak okudum. Ah ah ah.
– AMY – Şurada yazdıydım.
– MY GOLDEN DAYS – Hafife alma / aşk vurur insana / bu kadar kolay sanma / mon delikanlı. Yönetmen Arnaud Desplechin da Yıldız Tilbe gibi aşkı ve pişmanlığı önemsiyor. Aşkı ciddiye alanların bile o kadar ciddiye almadığı lise sonu/üniversite başı bir gençlik aşkını hem de. Yönetmenin deyimiyle kadrajı ele geçiren, “güzel de denebilir, aksi de, önemli olan bu değil” yüzüyle Lou Roy-Lecollinet, mahallede arkasından konuşulan kız ve öyle olmaktan çok memnun Esther rolünde ışıldıyor.
– CAROL – Filmi özetlerken “bir Saul Leiter fotoğrafı gibi süzülen Carol” diyerek başlamıştım. Görüntü yönetmeni Ed Lachman’ın dediğine göre Saul Leiter filmin sinematografisi için en büyük ilhamlardan biriymiş hakikaten. Diğer ilham veren fotoğrafçılar arasında Ruth Orkin ve Vivian Maier’i de sayıyor. Pink Flamingos gibi kasten zevksizlikte tarihe geçmiş bir filmin yönetmeni olan John Waters, Carol’ı yılın en iyi filmlerinden biri olarak sayarken şöyle diyor: “belki de artık sınırları ihlal etmenin tek yolu şok edici derecede zevkli olmaktır”. Carol tabiri caizse kaymak gibi gerçekten.
Aslan ve fare, aşıklar Cate Blanchett & Rooney Mara
Mansiyonlar:
– Miguel Gomes imzalı Arabian Nights’ın ikinci bölümü The Desolate One’daki mahkeme sahnesi ve unutmanın sembolü, süs köpeği Dixie
– Chantel Akerman’ın intiharından önceki son filmi No Home Movie. Bu filmi anlamak için izledikten sonra uzun süre aklımda parçaları birleştirmem gerekti ve bunu söylerken biraz içim buruluyor ama galiba Akerman’ın intiharı son eksik parçaydı. Filmin önemli bir kısmı Akerman’ın annesiyle olan sevgi dolu konuşmalarından ve skype görüşmelerinden oluşuyordu. Yaşlı, hasta, tatlı annesi. Auschwitz’den sağ kurtulup Belçikalı “olan” Polonya Yahudisi annesi. Filmin tamamlanmasından kısa süre sonra ölen annesi. Bir sahne aklımdan çıkmıyor: kadıncağız salonunda uzanmış, uykuya düştü düşecek ama Chantal ve kızkardeşi bir türlü uyutmuyorlar annelerini sordukları sorularla, sırf uyumasın diye. Sanki uyursa bir daha uyanamayacakmış ve onları terk edecekmiş gibi. Diyaloglar ve evden sessiz kareler arasına sıkıştırılmış sallantılı, çorak dağ taş görüntüleri ise İsrail’denmiş meğer. Filmin ismine de dikkatinizi çekerim, filmin amatör “ev filmi” olmamasından mı bahsediyor yoksa “ev”siz olmaktan mı?
– Marlon Brando’nun kendi ses kayıtlarından oluşan belgeseli “Listen To Me Marlon”, sırf içindeki şu sözden ötürü: “Yıllarca psikanalize çuval çuval para harcadım. Öğrendiğim şu: insan kendi kendinin analisti olmalı”. Film ismini de Brando’nun kayıtlarından birine şöyle başlamasından alıyor: “Beni dinle Marlon. Sesimin tınısına kulak ver ve bana güven.”
Dönüp dolaştık yine insanın kendi sesine geldik, iyi mi. Biraz şenlenelim. Yılın GİF’i!
Bu manyak gifin ne olduğunu sizin için araştırdım. Şuradanmış:
(Eminim kafanızdaki tüm sorular şimdi aydınlandı. guruguruguru!)
Ama yılın yuğtub videosu ödülü bir başkasına. Aşağıdaki video, Mevlanarama yazımın altına tel_ehli adlı okurdan sağolsun bir yorum olarak geldi ve o günden beri aklımdan çıkmadı:
Bu… nasıl bir şey?
Yılın şarkısı ve klibi:
Rihanna kendisinden çalınanı geri istiyor, “kaltak adam”dan. O arada kaltak adamın işbirlikçisi, sömürünün iştirakçisi kadını ayağından sallandırmaktan da imtina etmiyor ama. Irkçılık ve sınıfsal çatışmaların hiç ama hiç uğramadığı laylaylom feminizmlere ufak bir nanik bence. Merhaba kesişimsellik.
Son olarak yılın gizemi, daha doğrusu yılın tumblr sayfası. Bu SAÇMA SAPAN sayfayı paylaşırken canım annemin daha dün 5Harfliler için söylediği “vizyonumun genişlemesine çok önemli katkılarınız oluyor” ve birkaç ay önce çok kibarca da olsa paylaşmadan edemediği “bazen keşke biraz daha az cinsellik içeren yazı yayınlasanız diye düşünüyorum” yorumu ard arda kulaklarımda çınlıyor. Annecim özür dilerim… Bu tumblr sayfasının fikri epey basit: şık topuklu ayakkabılar içerisinde çeşitli pipi fotoğrafları. Penis demistifikasyonu ve normalleşmesinin önemine çeşitli fırsatlarda değiniyoruz, bunu belki o kategoride sayabiliriz. Fakat bilakis büyülü bir sayfa bu aslında, acayip bir bilmece. Amacı ne? Yoksa Çarli’nin çikolata fabrikasında dediği gibi “şekerin bir amacı olmasına gerek yok, o yüzden şeker” mi? Veya mizah tezattan gelir diye hani, acaba öyle bir şey mi, o fiyonklar içinde… 2016 yılına işte bu sorularla giriyoruz.
Sizin 2015 favorileriniz neler?