Çok sayıda Yeşilçam yapımında tüm hor görmelere, tehditlere, müdahalelere rağmen oyunlarına devam etme kararlılığındaki çocuklar nereye gittiler?

KÜLTÜR

Yeşilçam Sokağı’nda Top Koşturan Çocuklar

Metin Oktay’ın başrolünde oynadığı Taçsız Kral isimli bir film var. 1965’te Atıf Yılmaz tarafından yönetilmiş. Yeşilçam’ın taraftarı sinemaya çekmek için göze aldığı bir risk, cesur bir girişim bu. Oktay’ın oyunculuk açığını kapatmak için kadro Ayten Gökçer, Ajda Pekkan ve Gönül Yazar ile desteklenmiş, Erol Taş ile de iş neredeyse garantiye alınmak istenmiş sanki.

 

İşin doğrusu, Yeşilçam yapımlarının en, en kötülerinden biri de değil bu. Çocukluğundan başlayarak, Oktay’ın futbol kariyeri anlatılıyor filmde. Fakat en ilginç yanı hikâyedeki kadınlar bence. Ne zaman hayatına girseler Oktay’ın kariyeri tepetaklak oluyor, aradan çekildiklerinde herşey “normal”e dönüyor. Bu kadınlardan biri tarafından “Ya ben, ya Galatarasay” diye seçime zorladığında hiç düşünmeden yapıştırıyor cevabı Oktay: “Galatarasay! O daha vefalı.” Bir futbolcunun kadınlarla imtihanını seyrediyoruz aslında. Bu meseleyi başka bir yazının konusu diye sakladığımı itiraf edeyim, ama biz yine de bu filmi, futbolu kendisine konu edinen Yeşilçam yapımlarının zirvesine yerleştirelim şimdilik ve futbollu diğer filmlere de bakalım.

 

Yeşilçam için yeşil sahalarda çok malzeme var. Bazen hikâyeye hiçbir katkı sağlamadığı halde Beşiktaş takımını tam kadro görebiliyoruz mesela filmlerde. 1960 yapımı Kırık Kalpler’de olduğu gibi. Hayali futbolcuların kariyerleri de bolca işlenen temalardan. 1974 yapımı Uyanık Kardeşler’de Kadir İnanır, gol krallığına kadar ulaşacak futbol kariyerini babası Hulusi Kentmen’den saklamak zorunda, çünkü babası onun mühendislik okuduğunu zannediyor. Kapıcı dairesinden yükselen bir futbolcunun hüsranla biten hikâyesinin anlatıldığı 1985 yapımı Ya Ya Ya Şa Şa ise başka bir örnek. Başrolde İlyas Salman var. Babasını oynayan Münir Özkul’unsa kariyerindeki en sevimsiz rolü, herhalde bu filmdedir. Elinde sopa oğlunu dövmek üzere sürekli sahalara dalan bir baba Özkul. İnsanın daha seyrederken unutmak istediği bir karakter.

 

Bunların yanında futbolun kıyıdan, köşeden bulaştığı çok sayıda yapım da var. Hayatı boyunca her işte kaybettiğinden, daha başlar başlamaz ayağı kırıldığı için biten futbolculuğuna da işaretle ofsayt lakabı takılmış bir Osman var mesela. Sadri Alışık’ın yarattığı bu karakter “Bu da mı gol değil?” repliği ile bilinir. Mavi Boncuk filminin karakterleri kaçırdıkları Emel Sayın yıkanabilsin diye küvet almak istediklerinde stadyum önünde karaborsacılık yaparlar. Ellerinde harita define peşinde koşan Salak Milyoner filminin kahramanları kazdıkları tünelin sonunda stadyumun ortasına çıkıverir. Tam da Kayserispor-Fenerbahçe maçı oynanırken. Toptan Fenerbahçeli Hababam Sınıfı’nın iki şeyden çok çektiğini de sanırım hepimiz biliyoruz: Mahmut Hoca ve Trabzonspor. Kemal Sunal’ın içinde futbollu bir dizi filmi de var. İnek Şaban, Gol Kralı, Garip

 

Bütün bunların yanına bu yazının esas konusu olan minik, hepimizin aşina olduğu bir temayı koymak istiyorum şimdi: Yeşilçam Sokaği’nda top koşturan çocuklar. Çok sayıda filmde tüm hor görmelere, tehditlere, müdahalelere rağmen oyunlarına devam etme kararlılığındaki çocuklar bunlar. Nitekim bu yazıda “zirve” diye tanımladığım Taçsız Kral filmi de bir çocuğun ailesine direnişiyle açılır. Oktay’ın babası oğlunun top sevdasından hiç memnun değildir ve bıçağı kaptığı gibi topunu, Oktay’ın gözü önünde keser. Aralarında geçen konuşma tam olarak şu:

 

Baba: Al bakalım (topu kesti de). Bindir söylüyorum topla oynamak günahtır. Günah nedir bilir misiniz? Bir daha görürsem yapacağımı biliyorum ben. (Oktay’ın yanına gelen annesine dönerek) Al kucağına al. Sıkılmasan aferin diyeceksin. Tövbe yarabbi. Tövbeler olsun.

 

Anne: Yapma oğlum. Laf anla biraz. Fakiriz biz. Oyunla geçirecek vaktimiz yok. Baban sabahın altısından geceyarısına kadar fabrikada ömür çürütüyor. Bir gündüz uykusuna hasret. Bir erkeğimiz de sensin. Okuyup kazanacaksın oğlum. Başka çaremiz yok.

 

Metin: Var anne, göreceksiniz!

 

Kararını çoktan vermiş Metin Oktay ağlayarak yatağına yüzükoyun kapanır sonraki sahnede ve şöyle der: Oynayacağım işte. Ben top oynayacağım.

 

Çocuk Metin Oktay’ın kesilen topa bakışı.

 

Peki nedir ailelerin bu hoşgörüsüzlüğünün sebepleri? Bir kaç cevabı var bunun. Ama en önemlisi topun oynandığı yerle ilgili galiba. Filmlerde çocuklar kesinlikle konaklar etrafında görünmez, köylerde oldukları da söylenemez. Şehirlerin kenar, köşe mahallelerinde, gecekondular arasındadırlar en çok ve Metin Oktay’ın annesinin dediği gibi buralarda, kimsenin “oyunla geçirecek vakti yok”tur. Geçim sıkıntısı büyük, top peşinde koşmak ziyanlıktır. Üstelik pabuçlar da parçalanır. Top için okuldan kaçılır, oysa bu mahallelerin çocuklarından okuyup, iş güç sahibi olmaları beklenir. Fakat bir çocuk top peşine de düşmeyegörsün. Filmlerde, o köşede, bu sokakta, yukarıdaki arsada, kapı önünde hep top oynar çocuklar. Başlarındaki dert de anne, babadan ibaret değil ki!

 

Bol bol, cam kırma sahnesi görürüz filmlerde. Kırılmış camdan dışarıya uğrayan komşu teyzelerin hışmı hiçbir şeye benzemez. Hem camı çerçeveyi indirin, hem topu isteyin, kâfirler, hadi gözüm görmesin sizi! diye delirir Mürüvvet Sim’in oynadığı bir karakter. Topun camı kırmış olması değil de, geri alınması çocuklar için büyük bir mesele olduğundan cam altlarında yalvarırken görürüz onları. Metin Oktay’ın babasının yaptığı gibi bulunabilecek en büyük bıçakla çoktan kesilmemişse toplar geri alınır.

 

Screen Shot 2015-08-18 at 10.12.15 PM

“Mahalleye Gelen Gelin” filiminde Mürüvvet Sim çocukları haşlarken.

 

Mahalleye Gelen Gelin 1961- Cam Altında Top Bekleyenler

Cam altında yalvaran çocuklar. Fatma Girik geri verecek ama toplarını.

 

Topları da lastikten, en ucuzundan, ikide bir patlar. Yenisini alacak para da olmayınca tamir edilmeleri lazım gelir topların. Bu tamir işini de filmin ana karakeri üstlenir ve böylelikle filmde bu çocukların varlığı işlevsel hale gelir: Ana karakterin iyi kalpliliğine vurgu yapmak. Sadri Alışık işte bu iyi kalpli, gönül insanıdır. 1967 yapımı Akşamcı filminde, tamirci dükkânına telaşla dalan çocuklarla, Alışık arasında kıyasıya bir pazarlık yapılır. Nikâhına yetişmek üzere dükkânından çıkan Alışık’ı çocuklar durdurur. Mahallenin futbol takımının müşkülü büyüktür o an, topları patlamıştır:

 

-Osman Abi, şunu yapıştırıversene Osman Abi.
-Yav şimdi olmaz ki. Yarın gel, hem de akşamüstü.
-Olur mu be abicim. Maçımız yarım kaldı. Hem de tam penaltı atacaktık.
-Ben de penaltı atmaya gidiyorum. Bekliyorlar işte orada.
-Etme be abicim sonra sahadan kaçtığımızı sanacaklar.
-E beni de öyle sanacaklar. Hükmen ve kanunen mağlup olursa sizin takım kurtarır mı beni yani?
-Eğer galip gelirsek senin ve yengemizin şerefine üç defa sağol sağol sağol diye bağıracağız. Hadi be abicim, ne olur be.

 

Aksamci

Osman Abi’ye yalvarma sahnesi.

 

Filmlerde çocukların ana karakterleri tanıtmak görevleri de var. Esas adam, mahalleden geçerken şöyle bir dokunur topa mesela. Çocuklar coşar, tezahürat yapar, çünkü zaten çok sevdikleri birisidir bu. Tanımadıkları biri topa girdiğinde tepeleri atar ve seslenirler: Versene topumuzu be!

 

kadirinanirtop

“Doktor” filminde topa giren Kadir İnanır.

 

tarikakantop

“Sevgili Dayım” filminde sahaya dalan Tarık Akan.

 

Mahalle denen coğrafi sınırları muğlak, ama günlük hayatının unsurlarıyla belirlenen kültürel çevrede çocuklar arkaplandadır, mahallenin dokusunda mutlak yer sahibidirler filmlerde. Adres sorana, kaybolana yol gösterir, itilmesi lazım gelen arabaları iterler. Camlar kırıldığında bazen neşe, bazen korkuyla kaçışırlar. Oynadıkları sahaların tozu toprağına karışır, leş gibi, yorgun, mutlu, eve dönerler.
Tesisleri olmadığı gibi altyapıları da yetersizdir. Yine de ayakkabısızlığa, topsuzluğa, sahasızlığa her zaman bir çare bulunur. Topun olmadığı yerde teneke kutular işe yarar. Ayakkabısı olmayan üç kat çorap giyip oyuna katılır. Kaleler hep iki taş marifetiyledir. Topu olmayan yan mahalle çocuklarının tam maçın ortasında gelip top çalması da başka bir dert. Bunlardan, topu kapıp kaçanını da görürüz, hızlı davranamadığından üzerine çullanılanını da. Kavgalar büyüdüğünde olayın içine aileler girer. Aileden kasıt da çoğunlukla kadınlar aslında. Hiç sevmedikler futbol denen bu bela yüzünden, annelerin başları bir de komşularla derde girer. Zaten terli terli oynayıp hasta olacaklardır çocuklar, zaten de okuldan kaçıp duruyorlardır, bir de üstüne kavga.

 

Hep erkekler oynamıyor sokaktafutbol -Garip filminden bir sahne

Hep oğlanlar mı oynasındı? Bu da Garip filminin kahramanı, Kemal Sunal’ın manevi kızı.

 

Sorunların en büyüğü ise topun nerede koşturulacağıdır. 1960’larda hızla dönüşen kentlerde oyun alanları yok olmaya başlar. Orhan Kemal’in Devlet Kuşu romanından uyarlanan 1961 yapımı Avare Mustafa filminde bu mesele çarpıcı şekilde işlenir. Mahallenin top sahasına birileri girip ölçüm yapmaya başlar bir gün. Mahallenin gözüpeklerden mürekkep takımı Küçük Karakartallar bu işe çok bozulur. Kendilerini kovalayan, “yakalarsam bacaklarınızı kırarım, teker teker gebertirim” diye tehditler savuran arazi sahibine karşı tam bir direniş örgütü gibi karşı dururlar. İstedikleri de aslında hiç değilse inşaat başlayana dek arazide top oynamaktır. Ona bile izin yoktur. Takımlarının adının büyük harflerle yazılı olduğu duvarın üzerine çıkıp kalıbı yerinde, yaşı geçkin bu adamla, “balina, balina” diye alay ederler. Karşılıklı taşlar atılır, anlaşmazlık sürer gider. Ta ki temellerin üstünde apartman yükselene dek.

 

Screen Shot 2015-08-06 at 9.49.22 AM

 

Screen Shot 2015-08-06 at 9.51.37 AM

 

Aynı film 1980’de Devlet Kuşu adıyla yeniden çekildiğinde bütün bu tartışma yeniden yaşanır, bir kaç farkla: Duvardaki Karakartallar yazısı GS olmuştur ve aradan geçen yirmi senede İstanbul’da da boş arazi sayısı hızla azalmıştır. Neyin, neye dönüştüğü hiç belli olmayan kentsel dönüşümün sokaktan sadece futbolu değil, çocukları ve oyunları da sildiği zamanlardır bunlar.

 

Devte Kuşu filiminde hak arayanlar

“Devlet Kuşu”ndaki direnişçiler.

 

Filmlerde anne, babalardan en çok duyduğumuz laflarsa şunlar:

 

Topa mopa niyetliysen kırarım bacaklarını.

Ben saçımı süpürge edeyim sen maça git.

Bak çok fena yaparım, otur oturduğun yerde.

 

Bu hoşgörüsüzlük sürekli tekrarlanan bir tema halinde işlenir durur Yeşilçam’da. Futbol bir zaman kaybı, boş hayallerin ikametgâhı, aylaklığın ispatıdır. Benzerleri arasından sivrilen, başarıya ulaşanlarsa aynı aileler tarafından sevgiyle kucaklanır, hatta büyük payı da aile alır. Ya Ya Ya Şa Şa Şa filminde Münir Özkul, sahalardan döve döve sürüklediği oğlu için büyük transfer parası önerildiğinde onun iyi bir oyuncu olacağını hep bilen, bunu hep söyleyen baba haline gelir.

 

Aslında bu filmlerde genel olarak çocukluğun eksiklik, olmamışlıkla tanımlanmasına da şahit oluruz. Sadece az yaşadıkları için saygıyı haketmez çocuklar, alenen tahkir edilirler. Çocukluk ve futbol tahammül edilemez bir birleşimdir. Fikirlerini söylediklerinde “sana soran oldu mu?” denmesine ailenin hep beraber neşe içinde gülmesine şahit oluruz filmlerde bol bol. Çocuk gülmez, başını eğer, yerine oturur. Tam da ondan beklendiği gibi.

 

Mahalleye Gelen Gelin filminden bir sahne

“Mahalleye Gelen Gelin” filminden bir sahne. Arkadaki tren de yok artık.

 

Peki bütün bunlar bize ne anlatır? Türk futbolunun tesis, altyapı yokluğundan ilerleyemediğine dair yaygın bir kanaat vardı bir zamanlar. Bu tartışmayı bir yana koyarak, sokakta oynanan futbolun değil hafife alınması, tüm unsurlarıyla tümden yok edilmeye (adeta) çalışılmasının da yeterince ileriye gidememiş olmaya katkısı yok mudur hiç? Yeşilçam aracılığıyla tesis edilmesi lazımgelen şeyin başka bir şeyler olduğunu görmüyor muyuz? Hevesi olana cesaret vermek, kararlı olana arka çıkmak, dirayet gösterene destek vermek hasletlerinden mi yoksunuz toptan? Ama belki de artık sokaktan yetişen futbolcular için sorun daha büyük. Neredeler, hangi koşullarda oyunuyorlar, kaldı mı bu çocuklar? AVM kapılarında mı bulacağız onları, halı saha kenarında başkalarını mı seyrediyorlar? Ya da teknoloji bu işe en köklü çözümü buldu belki, hepsi bilgisayar ekranına bakıyorlar sadece? Varsa sokaklarda hala, bu yazıyı okuyan da top hediye etsin çocuklara. Top mühim.

 

Kırılmak üzere olan bir cam -Devlet Kuşu filminden

Gitti gene bir cam (“Devlet Kuşu” filminden)

 

Yazı, Socrates dergisinin Ekim 2015 sayısında yayınlandı. Tanıl Bora’ya desteği için teşekkür ederim.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YKarpuz Kabuğundan Taç
Karpuz Kabuğundan Taç

Maraton yüzen ilk kadın sporcu Canan Ateş, 1979'da katıldığı bir TRT programında yüzücülük kariyerini anlatıyor.

ECİNNİLİK

YAnnesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit
Annesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit

Annesi Amelya Hanım rolünde Adile Naşit kendi çocukluğuna bakıyor.

SANAT

YSöyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler
Söyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler

Sovyet Azerbaycanı'nın efsanevi ismi Şövket Elekberova'nın bu şarkısı neler anlatıyor?

ECİNNİLİK

YSanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates
Sanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates

Ne yapalım, nasıl yapalım da görünür hale getirelim ev işlerine gömdüğümüz zamanı? 

Bir de bunlar var

“İsveçli Baba”
Hastalık Metaforları Üzerine: Pandemi ve HIV Epidemisi
Nedir Bu Lezbiyenleri Havuzda Görme Merakı?

Pin It on Pinterest