Sefile, Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Nesl-i Ahir. Romanların yanısıra onlarca hikaye, ciltler dolusu anı, deneme… Türkçe edebiyatın en bilinen-bilinmeyen yazarlarından Halit Ziya’yı Zeynep Uysal’la konuştuk.
Zeynep Uysal Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğretim üyesi. Metruk Ev, Halit Ziya Romanında Modern Osmanlı Bireyi isimli kitabı geçtiğimiz yıl İletişim yayınları tarafından basıldı. Röportajımızın da çerçevesini oluşturan bu kitap Halit Ziya edebiyatıyla ilgili bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışmalardan biri. Ama daha önemlisi Halit Ziya’ya dair yeni bir okuma ve yorum önerisi. (Kitapçınızdan ısrarla isteyiniz!) İki bölüm halinde yayınlayacağımız röportajın bu ilk kısmında Halit Ziya edebiyatına karakterleri aracılığıyla, daha çok da Bihter ve Ahmet Cemil’i odağa alarak yaklaşmaya çalışıyoruz.
Halit Ziya’yla ilgili konuşulabilecek çok şey var ama Halit Ziya’nın ne kadar okunduğu, bilindiği de bir sorun olduğu için Bihter’le başlamak istiyorum. Bugün Türkiye’de Halit Ziya’nın -en azından isminin- herkes tarafından bilinmesi son Aşk-ı Memnu dizisi sayesinde oldu diyebiliriz herhalde. Bihter karakterine olan ilgi de malum. Dizi bir yana, Bihter karakteri Halit Ziya edebiyatını konuşmaya başlamak için de anahtar bir karakter. Arzulayan ve arzularının peşinde giderek adım adım kendi felaketini hazırlayan bir karakter olarak Bihter Halit Ziya romanının neresine denk düşüyor?
Bir kere arzulayan birey olma hali Bihter’e mahsus bir şey değil. Halit Ziya’nın neredeyse bütün karakterleri şiddetli arzu, onun deyişiyle “şedit arzu”yla maluldür. Hem kadınlar hem de erkekler. Bu arzu Bihter’teki gibi cinsel bir arzu olabileceği gibi başka bir şeye duyulan arzu da olabilir. Mai ve Siyah’ta Ahmet Cemil şair olmayı arzular mesela, belirli bir şiiri yazmayı arzular. Nemide’de Nemide, Ferdi ve Şürekası’nda Hacer, Bihter gibi önce nesneleri sonra aşık oldukları adamı arzularlar. Kırık Hayatlar’da Ömer Behiç’in her bir nesnesi tek tek arzulanarak seçilmiş burjuva evinin hayaline, mutlu aile arzusu ve yanı sıra şedid cinsel arzu eşlik eder… Dolayısıyla Halit Ziya romanında esas mesele arzu etmektir. Ve bunun tekrar eden bir motif, bir izlek olduğunu da görürüz. Bütün karakterlerini ortaklaştıran şeydir bir bakıma. Benim aslında ileri sürdüğüm, bunun Halit Ziya romanında modern bireylik halinin bir temel göstereni olarak kurgulandığı.
Genellikle üçlü aşk hikayeleri kuruyor Halit Ziya. Ya iki kadın bir erkek ya da iki erkek bir kadından oluşan aşklar. Ve arzu bu aşk ilişkileri içerisinde ortaya çıkıyor ama aslında kimin arzusunun ne olduğu biraz karışık. Halit Ziya’daki arzuyu anlamak için Girard’ın dolayımlanan arzu kavramı son derece işlevsel.. Karakterlerin çoğunlukla birbirlerinin arzusunu dolayımlayarak, bir anlamda birbirlerinin arzusunu temellük ederek yaşadıklarını görüyoruz. Ve ikinci önemli nokta da faillik, yani arzuyu hayata geçirmek. Mesela Bihter, kendi arzularının peşinden sürüklenen bir karakter gibi görülebilir. En azından algılanışının böyle olduğunu veya filme, diziye çekilirken bu şekilde yorumlandığını görüyoruz. Oysa Halit Ziya’nın karakterleri için, Bihter dahil, arzuların peşinden tam olarak bir sürüklenme hali söz konusu değil. Evet, karşı konulamaz bir arzu var. Ama karakterlerinin hepsi eylemlerinin faili olarak karşımıza çıkıyorlar. Yani istemeye istemeye, farkında olmayarak yapmıyorlar herhangi bir şeyi. Sadece başlarına gelen bir şey değil bu. Her bir karakter gerçekten isteyerek, bilerek, bir tercih kullanarak yapıyor eylemlerini. Halit Ziya’yı hem kendinden önceki romandan, Tanzimat romanı geleneğinden ayıran hem de sonraki edebiyatı büyük oranda etkileyen de kurguladığı bu karakterler ve böylece ortaya koyduğu yazarlık tavrı aslında.
Arzudan sonra gelen felaketi sormak istiyorum. Mesela Bihter’in intiharını “ahlaki normların dışına çıkan kadın karakterin roman sonunda cezalandırılması” şeklinde yorumlayanlar var.
Hayır, ben öyle okumuyorum. Daha henüz yolun çok başındayken Hikaye diye bir kitap yazıyor Halit Ziya. Aslında, gerçekçi romanı tartıştığı bir metin bu. Madam Bovary çok sevdiği bir roman. Ve Madam Bovary üzerine yazarken diyor ki derdimiz “namuslu bir kadının nasıl fuhşa sürüklendiğini anlamak”. Yani tamam, okur olarak bir ahlaki yargıda bulunuyor belki ama sonuçta derdinin, Flaubert’in derdinin de, realist romanın derdinin de insanı anlamak ve anlamlandırmak olduğunu söylüyor. Tabi böyle olunca metinde yazarın kendisinin ahlaki yargılarının aradan çekildiğini görüyoruz. Gerek Madam Bovary’de gerek Aşk-ı Memnu’da anlatıcı karakterini yargılamaz. Biz karakterin kendi ağzından bir takım çatışmalar, çelişkiler, hesaplaşmalar, iç hesaplaşmalar okuruz ama asla dışarıdan böyle bir yargılamaya gidilmez. Yani onu namussuzlukla, ahlaksızlıkla suçlayan birileri yoktur; en fazla diğer karakterlerin ima yollu sözleri vardır. Bu da yine Halit Ziya romanlarını kendinden öncekilerden ayıran bir özellik. Önceki romanlarda gördüğümüz gibi bir kutsal üzerinden yaklaşmak veya bir ahlak anlayışı üzerinden karakterlerini yargılamak bu romanlarda karşımıza çıkan bir şey değil. Bir kere tamamen seküler bir çizgide ilerliyor romanlar. Elbette bu çizgiye eşlik eden bir toplumsal sözleşme var. Cezalandırma olmayışı meselesini de bu toplumsal sözleşmeyle birlikte düşünmek gerek. Yaptığı kötü eylemlerin cezasını çeken veya kaderin, ilahi adaletin cezalandırdığı roman kişileri yerine sürekli çatışma halinde olduğu bir toplumsal sözleşmenin dayattığı düzene yenik düşen modern bireyler söz konusu.
Kitabınızda bu toplumsal sözleşme ve kötü öznelik halini bir arada tartışıyorsunuz. Bunları biraz açar mısınız?
Halit Ziya romanında sınırları keskin olmamakla beraber, çizilen, alttan alta hep hissettiğimiz bir toplumsal sözleşme var. Bu din dışı, seküler olarak şekillenmiş bir toplumsal sözleşme. Ve bu toplumsal sözleşmenin dayattığı bir takım normlar, kodlar elbette var. Karakterler bunların baskısını elbette hissediyorlar. Ama ona rağmen arzuluyorlar. Ona rağmen kendi arzularının peşinden gitmeyi seçiyorlar. Buna, yani toplumsal sözleşmeyi ihlal ederek arzularını devam ettirmelerine bir tür kötü öznelik diyebiliriz. Kötü öznelik Althusser’den hareketle Nancy Armstrong’un edebiyat üzerinden düşünerek biçimlendirdiği bir kavram.. Buradaki kötülük, kötülük değil tabii, sadece öznelik deneyiminin toplumsal sözleşmeyle uyumsuzluğu. 19. yüzyılda olumlu anlamda bireylikten anlanan nedir? Tamam arzu etsin insanlar, arzularının peşinden gidip kendilerini gerçekleştirsinler ama eninde sonunda toplumsal normlara da uysunlar. Oysa kötü özneler bunu yapmıyorlar. Yani o uyumu sağlayamıyorlar. Sonuna dek kendi bireysel arzularını ön planda tutmaya devam ediyorlar. Bütün mesele de buradan çıkıyor. Bu bir nevi birey olma sancısı. Karşımıza çıkan şey karakterlerin devamlı bocalaması, kendileriyle ve etrafla hesaplaşması, vicdanlarıyla boğuşmaları ama bir yandan da gerçekten yapmak istedikleri şeyi bırakmamaları hali…
19. yüzyıl romanını yapan şey de bu galiba.
Aynen öyle. Halit Ziya tam bunu yapıyor işte. Dolayısıyla Bihter başka türlü bir sona gidebilir miydi? Bihter’in 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda başka seçenekleri var mıydı? Başka türlüsü gerçekçi olur muydu? Sonuna kadar romanda anlatıcının tarafsız durabildiğini ve Bihter’i yargılamadığını görüyoruz. Sadece son bölümde artık Bihter kendi kendisini yargılar. Orada ufak tefek sızıntılar vardır. “O kadın” tabirini kullanır mesela anlatıcı. Ama buna rağmen ben Bihter’in sonunun bir cezalandırma olmadığını düşünüyorum. Çünkü intiharı seçen de Bihter’dir. Düşünür, taşınır. Hesap eder. Öyle yapsam ne olur, böyle yapsam ne olur. Bütün bunları düşünür, düşünür. Ve sonunda başka bir seçeneği olmadığına karar verir. Ama çok daha önemli bir şey yapar. İntiharının neticelerini düşünür. İntihar ederse birilerini cezalandıracaktır. Cezalandıracaklarının başında annesi gelir. Behlül gelir. Nihal gelir. Bunların hepsini cezalandırmak ister. Dolayısıyla bu intihar son derece bilinçli seçilmiş bir yoldur. Ve sonucu da Bihter’i değil geride kalanları felakete sürükleyecektir. Firdevs Hanım felç olur. Adnan Bey ve Nihal sonsuza kadar yalnız, metruk ve birbirlerine muhtaç kalırlar. Behlül sokaklara kaçar. Bilmeyiz bile onun nerede olduğunu. Bihter için biten, diğerleri için yeni başlayan bir felaketle kapanır yani roman.
Kitabınızda Halit Ziya’nın aslında ilk romanından son romanına kadar bir tek hikaye üzerinde çalışıyor olduğunu, her romanda bu hikayeyi yetkinleştiriyor olduğunu söylüyorsunuz. Bu hikaye çerçevesinde Halit Ziya her romanında hikayenin içindeki karakterleri de olgunlaştırıyor. Bihter bir zirve noktası bu karakterler arasında. Diğer karakterlerde ne görüyoruz?
“Beşer hayatı” kavramını kullanır Halit Ziya. En başından beri anlatmaya çalıştığı budur. Hem Hikaye’de hem aslında romanlarında, özellikle Mai ve Siyah’ta çok sık kullanır bu lafı. Hatta Mai ve Siyah’ta Ahmet Cemil bir şiir yazmaktadır. O şiirin konusu da beşer hayatı, beşerin, insanın hayatıdır. Aslında bir hayat tasavvurudur bu. Arzu eden ve umutla hayata başlayan bir kişi, bir birey vardır. O umutlarının, arzularının peşinden gider. Ama hayat onun karşısına mutlaka çok büyük zorluklar, kederler çıkarır. Ve o iniş çıkışların sonunda karanlık bir şekilde kapanan bir hayat tasavvurudur bu. Halit Ziya hiçbir zaman bize mutlu sonlar anlatmıyor. Hayatta başarılı olmuş, arzularını sonuna kadar gerçekleştirip hayatını mutlu bir şekilde sürdürmüş karakterler hiçbir zaman birincil karakterler olmuyor. Böyle karakterler yok mu? Var. Ama ikincil, üçüncül karakter olarak uzaktan görürüz onları. Halit Ziya bizi hep diğerine, diğer hayat tasavvuruna doğru çeker. Kadınlar için de erkekler için de böyledir bu. Ama tabii kadınların ve erkeklerin arzu etme ve fail olma biçimleri arasında bazı farklar da var. Kadınlara baktığımızda, evet Bihter bütün diğer Halit Ziya kadınlarının zirvesi. Bihter gerçek bir kötü özne. Kötü özneyi burada yine olumsuz anlamda kullanmıyorum tabii. Yani kötü karakter (villain) değil Bihter; kötü özneliği tamamen o özneliğini gerçekten sonuna kadar yaşamaya çalışan bir karakter olmasından; seçim yapan, eylemlerinin faili olan bir karakter olmasından kaynaklanıyor. Ve bu anlamda evet, kadın karakterlerin en olgunlaşmış hali Bihter.
Onun dışında nasıl kadın karakterler görüyoruz? Ben kitapta diğer kadınlara melek/çocuk kadınlar dedim. Bu kadınlar da arzu ediyorlar ama onların büyüme, olgunlaşma şansları olmuyor. Ve yine arzuları hep dolayımlanan arzular. Başkalarının arzusunu hep bir yerde ödünç alıyorlar. Yani Nemide’de böyle, Ferdi ve Şürekası’nın kadın karakteri Hacer’de böyle, Bir Ölünün Defteri’nde az çok böyle yürüyor. Aşk-ı Memnu’da Nihal melek/çocuk karakterlerin bir anlamda olgunlaşmış hali. Peki neden melek çocuk karakterler? Çünkü arzu ettikleri şey onlara sunuluyor. Arzu ettikleri şeyin peşinden gitmiyorlar. Mesela Nemide ve Hacer karakterlerinde biz ne görüyoruz? İkisi de bir adama aşık oluyorlar. Ve aşık oldukları adam zengin babaları tarafından onlara sunuluyor. Ama hayat tabi böyle işlemediği için sonunda o adamı kaybediyorlar. Evet, arzu ettikleri insan ya da şeyler, nesneler önlerine geliyor ancak eninde sonunda o arzuların sekteye uğradığını, tamamen gerçekleştirelemeyeceğini anladıklarında her iki karakterin de ölümü seçtiğini ve yine ölümleriyle etraflarındaki kişileri bir nevi cezalandırdıklarını görüyoruz. Bu tavrın en etkili örneği ise Ferdi ve Şürekası’ndaki Hacer karakteri. Çünkü kendini, odasını ve nihayet yaşadıkları evi yakar Hacer. Son derece gotik bir sonla bitirir her şeyi. Geride bıraktığı erkek karakter delirir, babası her şeyini kaybeder. Bir felaketle kapanır roman.
Erkek karakterler? Halit Ziya’nın erkek ve kadın karakterleri kurgulayışı arasında farklar var mı?
Demin söylediğim gibi bazı farklar var. Örneğin bu melek/çocuk kadınlar pek de hayatın içinde değiller. Birey olma, büyüme imkanları daha baştan ellerinden alınmış. Tabii Bihter böyle değil. Bihter’i ve Mai ve Siyah’ın Ahmet Cemil’ini, bir de Kırık Hayatlar’ın Ömer Behiç’ini hep bir arada düşünüyorum ben. Ömer Behiç erkek karakter olmasına rağmen adeta Bihter’den çıkmış gibi. Aslında Halit Ziya’nın erkek karakterlerinin en olgunlaşmış örnekleri, Ahmet Cemil ve Ömer Behiç. Ama bir yandan Bihter’le çok ciddi ortaklıklar var aralarında. Arzu ediş biçimleri birbirine benziyor. Hep kaçınılmaz bir arzu, hep mutlaka peşinden gidilen, şedit bir arzu.
Arzulanan şey değişiyor galiba?
Şimdi Mai ve Siyah’ta arzunun birkaç yüzünü görüyoruz. Bu roman pek çok araştırmanın söylediği gibi aynı zamanda bir künstlerroman, bir sanatçı romanıdır. Ve başarılı olmayı, iyi bir şair olmayı arzulayan bir karakteri, Ahmet Cemil’i anlatır. Ama Ahmet Cemil’in arzusu sadece şair olmak değildir. Bir süre sonra gazete sahibi olmak, matbaa sahibi olmak, şair olarak şöhret bulmak, zengin olmak ve aslında sınıf atlamak ister. Arzunun dolayımlandığından bahsetmiştim, Orhan Koçak’ın Mai ve Siyah üzerine makalesi çok ayrıntılı olarak bunu inceler aslında. Ahmet Cemil yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin arzularını veyahut da onun yaşam biçimini özlemektedir. Devamlı ona bakar, o hem rakibidir, hem en yakın arkadaşıdır, ama bir süre sonra giderek düşmana da dönüşmeye başlar. Çünkü elde edemediği her şey onda vardır. O şöhrete sahiptir, şair olmuştur, üstelik de parası vardır, Avrupa’ya gidiyordur. Oysa Ahmet Cemil bunların hepsini kaybeder. Fakat Ahmet Cemil’de başka bir şey görüyoruz. Dedim ya beşer hayatını anlatır Halit Ziya romanı. Bu beşer hayatı metaforunun romanlaşmış halidir aslında Mai ve Siyah. Romanda Ahmet Cemil’in yazmak istediği şiir de, Mai ve Siyah şiiri diyelim buna, aslında budur. Mutsuz biten beşer hayatı tasavvurunu hem şiiriyle hem yaşamıyla gerçekleştirir Ahmet Cemil. Dolayısıyla Halit Ziya’nın bütün romanı adeta Mai ve Siyah’ta, Ahmet Cemil’in hikayesinde ve şiirinde minyatürize edilmiş gibidir.
Ahmet Cemil’in felaketini hazırlayan şey nedir peki?
Yine kendisi. Romanda Ahmet Cemil şiirini yazar ve tamamlar. Bugün birçok araştırmacının söylediğinin aksine Ahmet Cemil başarısız filan da olmaz şiirde. Şiirini okur, herkes çok beğenir ama Ahmet Cemil kendisini beğenenleri görmeyi değil, kendisini eleştiren tek bir kişiyi görmeyi tercih eder. Yine de sadece bu değildir Ahmet Cemil’in felaketini hazırlayan şey. İkinci arzusu Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşiyle evlenmektir. Ama bu duygularını hiçbir zaman ortaya koymaz. Romanın sonuna geldiğimize Ahmet Cemil bir aydınlanmayla Lamia’yı sevdiğini anladığında iş işten geçmiştir. Lamia başkasıyla evlenmeye karar vermiştir. Ama şunu görürüz. Aşkla eseri birleştirir zihninde, hatta onlara ikiz kardeşler der. Birisini kaybettiğinde diğerini de kaybetmeyi kendisi seçer ve eserini yakar. Bir anlamda yazdığı eseri hayatı geçirmiş olur böylece. Mai ve Siyah aslında hayatın romanı taklit ettiği, hayatın kurmacayı taklit ettiği bir eser olarak okunabilir. Ahmet Cemil yazdığı şiirin aksine mutlu bir sonla bitirseydi kendi hikayesini, tahayyül ettiği beşer hayatını yaşayamamış olacaktı. Tabi Mai ve Siyah romanı romantik değil tamamen gerçekçi bir romandır. Karakterin kendisi romantiktir. Karakterin romantik bakışı anlatılır. Anlatıcı Ahmet Cemil’i odaklayarak, onun gözünden anlatır. Onun romantik bakışından verir olup bitenleri. Romanın kendisi tam da bu yüzden son derece gerçekçidir.
Bizim okur olarak Ahmet Cemil’in felaketini adım adım takip edebilmemiz de bu sayede oluyor galiba. Ahmet Cemil’in gördüğüyle gerçek dünya arasındaki boşluğu fark ediyoruz roman boyunca.
Evet. Biz Ahmet Cemil’in iç dünyasına gireriz ve onun gördüğü dünyayı görürüz. O zaman şunu fark ederiz: Ahmet Cemil’in gördüğüyle dışarıda olan arasında bir çatışma var. Fakat tabii buna rağmen Ahmet Cemil de aslında hayatında birçok şeyi yapmak için faillik üstlenir, kararlarını verir, seçimlerini yapar. Yine pek çok yorumcunun öne sürdüğünün aksine hiçbir zaman kaçan, uzaklaşan bir karakter değildir. Evet, hayalperest tarafları vardır ama hayalci bir şekilde yaklaşmaz olaylara. Ahmet Cemil’in dili, söylemi son derece romantik olmakla beraber hayat içindeki duruşunun çok da gerçekçi olduğunu görürüz. Örneğin çalışması ve para kazanması gerektiğinde bunun için gerekeni yapar. O yüzden ben yer yer Faustyen bir karakter olarak da okuyorum Ahmet Cemil’i. Faust gibi hem zengin olmak, hem dünyanın bilgisine sahip olmak, hem de sonuna kadar duygulanabilmek ister. Arzularını gerçekleştirmek için sonuna kadar gider. Her şeyi göze alır. Bütün varlığını kaybetmeyi göze alır. Nitekim kaybeder de. Çok ağır bir bedel öder. En sonunda gitmeyi, uzaklaşmayı kendisi seçer. Bu seçimin romantik bir karar olduğunu söylemek elbette mümkün. Ama dediğim gibi o tahayyül ettiği beşer hayatını gerçekleştirmek için her şeyi yapar Ahmet Cemil. Arzularını geride bırakıp terketmek o hayat tasavvuruna en uygun olanıdır. Hayatının bundan sonraki safhasına ise başka bir arzuyu tahayyül etmekle başlar. Bu kez çölde kuracağı yeni hayatı, yalnız ve umutsuz Cemil’in kederli hayatını bütün ayrıntılarıyla tasavvur ederek arzulayacaktır.