Sınıf çok kalabalık değil. Finaller başladı diye öğrencilerin çoğu gelmemiş. Cam kenarındaki saksılar aralarından geçip sınıfa atlayan kediye aldırışsız, üç dört öğrenci masalara dağılmış, çizip çizip siliyorlar. Ben de artık ara versem diyorum, mürekkeplemeye geçmeden önceki her aşama sıkıcı geliyor. Yandan Galip Hoca’yı gözlüyorum. Hem ne zaman istersen olur demişti.
Masasında oturuyor, sigarasını içmiş, muzunu da yemiş. Sadece çay var masada, bir de Uykusuz’a hazırlamakta olduğu yeni işi. Başlayalım mı hocam, diyorum. Önce neye olduğunu hatırlayamıyor, ama sonra tabii tabii, gel Zeynep diyor. Karşısındaki tabureye yerleşiyorum. Niye röportaj istediğimi bir kere daha anlattırdıktan sonra sorularımı bekliyor. Aslında ilk defa söylemeyecek az sonra söyleyeceklerini. Bunlar sınıfta, ders çıkışı, muhabbet arasında ara ara mevzu olan şeyler. Derli toplu tekrar duymak istiyorum galiba.
Çizgi romanın durumu Türkiye’de kötü diyor. Daha doğrusu çok parlak değil. İlerleme yok, adam yetişmiyor. Karikatür var da çizgi romancı yok. Galip Hoca’ya göre iki sebebi var bunun. Birincisi, insanlar ilgi göstermiyor artık. Bugün çizgi roman antika eşya gibi, diyor, bir avuç meraklısı var özellikle araştırıp bulan. Çoğunluk ilgilenmiyor. İkinci sebebi, diye ekliyor, dergilerde vakit ayırmıyorlar artık adam yetiştirmeye.
Ama eskiden böyle değildi, diyorum. Benim babamın döneminde, diye cevap veriyor, 50’li 60’lı yıllarda insanlar hep şair olmak istermiş. Bir dönem de, 70’lerde 80’lerde, herkes çizgi romancı veya karikatürist olmak istiyordu. Sonra herkes DJ olmak istedi. Kuşak kuşak değişiyor bu modalar. Şimdi internetin yaygınlaşmasıyla çizgi romana ilgi iyice dağıldı, dergi tirajları düştü diyor.
Yani biraz da internetin sebep olduğunu düşünüyor bu duruma. Şöyle açıklıyor: Geçmişte televizyon yoktu, bilgisayar yoktu, internet yoktu, insanların eğlencesi mizah dergileriydi. Bizim Gırgır beş yüz binlerde satıyordu. Bugün çıkan tüm mizah dergilerinin tirajını toplasan yüz bin etmez diyor Galip Hoca. 1975-76’dan 1989-90’a kadarki dönem Türkiye’de mizah dergilerinin altın çağıydı.
Bunları dinlerken düşünüyorum da, gerçekten, kendi annemle babamdan bile ne kadar çok duymuşumdur. Onların neslinin ilk gençliği hep çizgi romanla geçmiş. Galip Tekin, Gırgır, Oğuz Aral isimleri hemen hatıralar uyandırıyor babamda. Konu açıldığında o kuşaklardan insanların çizgi romanla ilgili konuşacak bir sürü şeyi oluyor. Çizgi roman o kadar popülerken nasıl şimdi böyle adı sanı duyulmaz oldu hiç anlamıyorum.
Televizyonun bunda rol oynadığını düşünüyor Galip Hoca. Sonra internetin yaygınlaşmasıyla (muhtemelen akıllı telefonların da payı var), sayfalar süren ve karmaşık kurguları olan çizgi romanların yerini tek karelik, iki karelik, basit ve ilk bakışta anlaşılıp tüketilebilecek karikatürlerin aldığını söylüyor. Galip Hoca’nın karikatürü küçümsemediğini çok iyi biliyorum. Ama hızlı üretilen, hızlı tüketilen, sosyal medyada anında paylaşılıp dağıtılan ve sonra unutulan bir şeye dönüşmesi çok kötü. Bir çeşit çereze dönüştü sanki.
Sohbetimiz boyunca, Türkiye başka ülkelerle sıkça kıyaslanıyor. Biz neden geri kaldık klişelerini tekrarlamak değil amaç. Bir ülkeyi, ‘ileri’ görülen başka ülkelerin sahip olup da kendisinde kusurlu bulunan şeyler üzerinden tarif etmenin çok sorunlu bir yaklaşım olduğu ortada. Ama biz her şeyimizle bambaşkayız da dememek lazım, mukayese, resmi daha geniş bir yerden görmek için iyi bir yol.
Amerika ve Fransa, çizgi romancılığın başlı başına bir endüstriye dönüştüğü ülkeler, diyor Galip Hoca. Oralarda, çizgi roman kitaplarını bırak, yan ürünleri satılıyor yoğun bir şekilde. Posterler, figürler, maketler… Amerikan sinemasını besleyen önemli bir kaynağın çizgi roman olduğunu hatırlatıyor. Fransa’daki fuarlardan bahsediyor. Döner satar gibi çizgi roman satıyorlar sokak üstünde, diyor. Düşünüyorum. Orada internetin çizgi romanı kurutan değil besleyen bir kaynağa dönüşmesi bu ekonomik zeminden kaynaklı olmalı.
Türkiye içinse durum o kadar umutsuz görünüyor ki, sohbet bile tıkanıyor sanki. Peki yeni çizgi romancılara ne önerirsiniz? diyorum. Bir şey öneremiyorum, diye cevaplıyor. Yeni insanlar yetişse bile istihdam edecek yer yok, çizgi roman dergisi yok. Suratlar asılıyor. O kadar mı kötü hocam, diyorum. Galip Hoca da çizdiği bu karamsar tablodan rahatsız olmuş gibi, bir müddet beklesinler bakalım, diyor, belki bir şeyler olur, ortalık bir hareketlenir. Çizmeyi bırakmasınlar, benim en büyük önerim bu. Kendi kendilerine bile olsa çizsinler.
Sonra öğüt vererek ekliyor. Elinizin altında internet var, iletişim imkânları var, değerlendirsenize diyor. Sınıfta dağılmış hâlde çizip çizip silen öğrencilerine, yanda bilgisayarda oturan asistanı Alper’e, sonra bana bakıyor, biz de Galip Hoca’ya. Çizgi romancılar bir araya gelin, bir underground dergi çıkarın mesela[1]. İngiltere’de bir ara en çok satan dergi bir underground dergiydi. Belki de çıkış yolu siz olursunuz. Başta biraz cebinizden harcarsınız, sonra belki biri uyanıp satmaya başlar. Gırgır yarım sayfa ilave olarak başladı Günaydın gazetesinde.
Yakın zamanlarda yeni çıkacak diye duyduğum dergileri de soruyorum. Umut kesilmez, diyor. Söylenti olarak bir hareket var. Suat Gönülay, sonra Metin Üstündağ bir şeyler yapacak diyorlar. Hem bir de ilk defa bireysel dergi çıkarıyorlar bugünlerde Türkiye’de. Kutluk Han Türk Mucizesi diye bir dergi yaptı. Sonra Umut Sarıkaya Naber’i çıkardı, çok beğenildi. Tirajı da çok iyi, bence çok güzel bir dergi olmuş. Türkiye’de ilk defa insanlar tek başlarına mizah dergileri yapıyorlar, bir akım bu şimdi.
Türkiye’deki durumun asıl sebebini nerede gördüğünü anlatıyor: Burada, tek başına başarılı bir çizgi roman dergisi hiç olmadı. Çizgi romanlar oldu, ama hep mizah dergileri içinde. Çizgi roman dediğin epeyce uzun, çok sayıda karakterleri olan, karmaşık bir hikâyesi olan bir şeydir, sinema izler gibi olursun okuduğun zaman. Bizde çoğu zaman illa da komik, mizaha bağımlı kısa şeyler olarak kaldı. Öncelikle gazetelerde bantlar halinde, sonra ayrı olarak mizah dergilerinde piyasaya çıktı, ama tek başına bir mecra bulamadı.
Benim albümler mesela, diyor üç ciltlik Tuhaf Öyküler’i kast ederek, iyi satsa da satışları bir insanı geçindirecek kadar değil. Yine Fransa’yı örnek gösteriyor. Oralarda olanak çok. Bir çizgi roman bir sürü farklı dile çevriliyor. Telif hakları da orda çok kuvvetli. Bir kare bile alıp yayınlasan ağır cezası var telif ödemezsen. Türkiye’de ise tuhaf bir şey var, buna hiç dikkat edilmiyor. Cumhuriyet mesela solcu olmasına rağmen çok az telif ödedi yıllarca. Cumhuriyet’te yazıyorsun, daha ne istiyorsun denirdi.
Tabii bizde bir sorun da şu: Çizer çok da yazar yok. Sinemada da aynı mesela, iyi senarist yok. İyi bir yazarla iyi bir çizeri bir araya getirmek de çok önemli ve çok zor bir iş. Çizim için de çok şey bilmek gerekiyor. Tek figürü şahane çizmekle olmuyor; çizgi romanda iyi bir çizerin sinematografi bilmesi lazım, kareleme bilmesi lazım… Bunun için de sıkı bir eğitim gerekli. O da beş yıl falan alır en az. Eskiden dergiler insan yetiştirirdi, ben Gırgır’da öyle yetiştim.
Teşekkür ediyorum Galip Hoca’ya. Rica ederim diyor, kafana takılan bir şey olursa istediğin zaman gel gene konuşuruz.
Sonra bir daha konuşma fırsatımız olmadı, benden dolayı. Ama kafama takılan şeyler elbette ki var. Galip Hoca bir nevi Gırgır geleneğini devam ettirerek insan yetiştirmek için çok çaba harcıyor ve yıllardır dersler veriyor, üstelik kapısı bu alanda bir şeyler yapmayı gerçekten isteyen herkese açık. Ben birkaç yıldır devam eden öğrencilerinden sadece biriyim. Benzer meseleleri soranlara daha önce de benzer cevaplar verdiğini duymuştum hocanın. Kısacası bu ülkede kitaplar hâlinde çizgi roman yapmak isteyen birisi için durum gerçekten biraz kasvetli. Yapılamaz değil ama geçimini bundan sağlamak neredeyse imkânsız. Mezuniyet ve geçim kaygısına düştüğünde insan çizgi romanı ek bir iş olarak görmekten daha fazlasına kolay cesaret edemiyor.
Amerika ve özellikle Fransa’yla çok fazla karşılaştırma yaptık konuşmamız içinde. İnternetten takip ettiğim yabancı sanatçıların içinde bulundukları üretim ortamına da bizzat şahit oluyorum, aradaki fark gerçekten keskin. Bu farkın toplumsal ya da kültürel sebeplerini irdeleyebilecek konumda değilim. Yalnız dikkat çeken bir şey var ki, Türkiye’deki mizah dergilerinde sıklıkla karşılaştığımız cinsiyetçi dil, tavır da bu dergilerin okunurluğunu düşüren etmenlerden biri olsa gerek.
Çizgi romancılık ülkemizde maalesef erkek egemen bir alan, hem sanatçı sayısındaki oranlama açısından, hem içerik açısından. Kadın yazar, çizer sayısının artışı açıkça kadını hedef alan, aşağılayıcı çalışmaların kabul edilebilirliğini azaltmış olabilir belki. Hızlı tüketim ve çizgiye ayrılan alanın daralması, mizahı incelikli çizgiden ziyade söz üzerinden yürütmeye yöneltiyor sanatçıyı. Dergilerde küfürlü dil aracılığıyla mizah yapmaya çalışmak belki de bu yüzden bu kadar yaygın. Ancak küfrün de bir cinsel/cinsiyetçi şiddet türü olduğunu unutmamak gerek.
Kadınlar eliyle ve/veya kadınlara yönelik çizgi roman üretiminin çok yaygın olması bu cinsiyetçiliğin çizgi roman sektörünün güçlü olduğu ülkelerde daha az göze çarpmasını sağlıyor olabilir. Muhtemelen Türkiye’de çizgi roman üretiminin zayıflamasının başka birçok toplumsal ve kültürel sebebi de var. Ama bunların ötesinde, ekonomik altyapının bir sanat alanının yönünü, varlığını nasıl bu kadar etkileyebildiğini gördükçe şaşırıyorum.
Toplumsal ve kültürel faktörlerle gelişen ekonomik altyapı görece sürekliliği olan ve değişmesi zor bir şey. Ancak aktörlerin hareketlerini düzenleyen hukuksal çerçeve nispeten daha esnek. Mesela telif hakları konusunda sanatçıların itirazlarından dolayı daha önce kongreden iki defa geri dönmüş bir değişiklik önerisi ABD’de bu yaz yine gündemdeydi; hem de öyle bir öneri ki Amerikan vatandaşı olmasanız bile çizdiğiniz her şey size ait olmaktan çıkarılıp faydalanmak isteyeceklerin kâr amaçlı kullanımına sunulabilir[2]. Küçük serbest sanatçıların müthiş aleyhine, büyük İnternet şirketlerinin lehine olacak bir tasarıydı, akıbeti bu sefer ne oldu bir türlü öğrenemedim.
Hukuk, toplumsal tarafların karşılıklı müzakereleri neticesinde şekillenen ve ‘tarafsız’, ‘nötr’ olmaktan uzak bir çerçevedir. Bizde telif haklarının zayıf olması da buradaki toplumsal şartları yansıtan bir durum. Telif hakları kavramının kendisi ise liberal ekonomik teorinin insan eserlerini mülkiyet çerçevesinde görmesi sonucu ortaya çıkmış bir şey, böylece eser üreten kişi eserinden dolayı cezalandırılabilir oluyor. Bütün bu görünüşte alakasız şeylerin benim çizgi romancılık hayallerimi ne kadar etkilediğini fark ettikten sonra (bir de sadece çizgi roman yaparak geçimimi sağlayamayacağımı gördüğüm için) ben de sonunda kapitalizmden önce ne vardı acaba diye merak edip minyatür resimli kitaplarda sanat hamiliği sistemi konusunda sanat tarihinde yüksek lisans yapmaya başladım!
Aslında bu yazı bitti sayılır, ama önceki iki yazımla bağlantısını kurmak için bir not düşmek istiyorum bu noktaya. Önceki iki yazım (bu ve bu) sanat üretimi ve internet arasındaki ilişkiyi irdeliyordu. İkisinde de internetin yaygınlaşmasının sanatçı açısından olumsuz sayılabilecek sonuçları olsa da genel anlamda işlerini büyük oranda kolaylaştıran ve yeni imkânlar sağlayan bir alan olduğunu ileri sürmüştüm. Galip Hoca internetin Türkiye’de çizgi romanı zayıflattığını düşünüyor. Ama bir de, bu olanaklardan faydalansanıza, dedi sohbetin sonlarında.
15 Ağustos 2015’te, Kanada’da yaşayan çizgi romancı Shilin Huang, canlı çizim saatinde kendisine sorulan bir soruya cevap olarak, Ben on beş yıl önce bu işe başladığımda internette böyle bir çizer-okuyucu ortamı yoktu, takip ettiğim sanatçılar da ulaşılabilir değildi, genelde kendim tahmin ediyordum neyi nasıl yaptıklarını, demişti[3]. On beş yıl çok uzun bir süre sayılmaz, bizim yoğun bir çizgi roman geçmişimiz de var. Bakarsınız canlanır burada da yeniden. Galip Hoca’nın dediği gibi, umut kesilmez.
—
[1] Yani fanzin. Yayınevlerinden, hatta bazen matbaadan bağımsız, dergi ekibinin kendi başına çıkardığı küçük bütçeli, birçok defa ücretsiz, yayın süresi düzensiz dergiler. Ana akım yayınlara karşı ABD ve İngiltere’de 1960’larda ortaya çıkan underground çizgi roman hareketine atıfta bulunuyor Galip Hoca.
[2] Özet bilgi için şuraya bakılabilir.
[3] Video kaydı buradan izlenebilir.