Mosa Nkoko’nun aşağıdaki yazısı Rumeysa Ceylan tarafından çevirilmiştir.
Burada oturmuş, bu konuya nasıl başlamam gerektiğini düşünüyorum çünkü söyleyecek çok şeyim var. Öncelikle, hepinize merhaba! Adım Mosa ve siyahi bir Afrikalıyım; zaten biliyordunuz değil mi? Bu çağda hâlâ siyahi insanların diğer ırkların göz dikmelerine maruz kalmalarına inanamıyorum. Bakın, size ırkçılık kartını oynayacak değilim, hayır! O taraklarda bezim yok. Son yazılarımda yurtdışındaki kişisel deneyimlerimden bahsetmiştim ama bu sefer Türkiye’deki tüm siyahların adına yazıyorum. Afro-Amerikan ya da Afrikalı olmanız farketmiyor, siyahi olduğunuz sürece muhtemelen bu anlatacaklarım sizin de günlük hayatınızın hikayesi ve burada anlatılanlar sadece öne çıkanlardan bazıları.
Şimdiye kadar ırkım üzerine pek düşünmemiştim, ta ki Türkiye’ye gelene kadar. Demek istediğim, siyahi olduğumu biliyorum ancak bu benim için hiç bir mesele olmamıştı. Pek çok insan bana Türkiye’de siyahi olmanın nasıl bir deneyim olduğunu sordu ve genelde onlara, “bana bu soruyu 2 sene önce sorsan kabus olduğunu ve düşmanıma dilemeyeceğimi söylerdim” diye cevap verirdim. Size Türklerin ırkçı olduğunu söylerdim ancak bu tam olarak doğru değil. Bana göre “ırkçı” kelimesi çok güçlü bir kelime, özellikle Türk halkı hakkında konuşurken aslında bu kelimeyi alın ve çöpe atın; hatta yapabiliyorsanız yakın. Şöyle diyelim: Türklerin bazılarının ırksal önyargıları var, bazıları ise fazla meraklı; bu onların doğasında var. Kendilerine yabancı bir şey gördüklerinde ona bakmak, dokunmak, onu hissetmek istiyorlar. Türkler sadece siyahi insanlara değil, onlara yabancı görünen herkese gözlerini dikiyor; ancak konu bize gelince sanıyorum ki derecesi biraz daha değişiyor.
Türkiye’de siyahsanız kesinlikle size aval aval bakılacaktır. Bazı bakışlar beğeni ya da meraktan ötürü ancak diğerleri yargılayıcı olacaktır. Daha önce de belirttiğim gibi, neredeyse 2 senedir buradayım ama hâlâ insanların bize egzotik meyvelermişiz gibi gözlerini diktiğini gördüğümde üzülüyorum. Bu durum kendimizden şüphe etmemize sebep oluyor çünkü bazı bakışlar görüntümüzde yanlış bir şey varmış etkisi yaratıyor. Diğer herkes gibi, insanın kendisine yabancı bir şey gördüğünde gözlerini dikmesini anlayabiliyorum ama bakılan bir insansa, bunu karşınızdakini rahatsız ya da daha az insanmış gibi hissettirerek yapamazsınız, hayır! Bu çok kaba. İnsanların bize baktığı, bizi parmaklarıyla işaret ettiği, bize gülümsediği ve hatta bazen bize güldüğü çok durumla karşılaştık. Bunlar beni ne kadar rahatsız etse de artık anlıyorum ki bunları kabalıktan ya da bizi gücendirmek istediklerinden yapmıyorlar, kendiliğinden böyle gelişiyor. Bu yazıyı Türkiye’de okuyan bazı siyahların “Bırak bunları! Bize gerçeği anlat!” dediğinden eminim ve anlatacağım da, ama burada insanların daha büyük resmi görmelerini istiyorum. Hepimiz kendi çevremizin ürünleri değil miyiz? Hepimiz kendi geçmiş deneyimlerimiz, kültürlerimiz, normlar ve değerlerimizden ötürü bazı şekillerde hareket etmiyor muyuz? Onların davranışlarını aklamıyorum, davranışları kabul edilemez. Ama onları yargılayamazsınız çünkü siyahlar buralarda çok nadir görülüyor. Ancak son yıllarda Türkiye’nin çekim gücünün artmasından dolayı siyah öğrenciler ve diğer siyahi göçmenlerin gelmesiyle sayıları çoğaldı.
Türk insanını büyüleyen bir unsur da saçlarımız. Bazılarımız durumdan hoşnut, bazıları nefret ediyor. Ben şahsen “iznim olmadan saçıma dokunma” takımındanım. Benim ırkımdan ya da başka ırktan olsan da fark etmez, iznim olmadan saçıma dokunamazsın. Bilmiyorduysan da şimdi öğrendin. Genellikle şöyle olur: sokakta yürürken ya da otobüste giderken bir yabancı size yaklaşır ve saçınıza dokunur, sonrasında da “Bu saçı nasıl yıkıyorsun?” gibi sorular gelir. Şimdi orada dur! Öncelikle, saçımızı merak etmeni anlayabilirim ama nasıl yıkadığımızı sormak… Sen saçını nasıl yıkıyorsun? Hiç bizim sana senin saçını nasıl yıkadığını sorduğumuzu duydun mu? Eh n’apalım! Demek sağduyu o kadar sağ değil. Geçenlerde olan bir olaydan bahsetmek istiyorum, yakın arkadaşım otobüste giderken Türk bir hanım yakın arkadaşımın saçlarına dokunmuş, sonra da çantasından dezenfektanını çıkarıp ellerini temizlemiş. Arkadaşım bu olayın onu incittiğini ancak ne yapacağını bilemediği için sadece görmezden geldiğini söyledi. Ona o gün aynı otobüste olmadığımız için çok şanslı olduğunu söylüyorum çünkü ben muhtemelen aptalca bir hareketle, hiçbir işe yaramayacak ve hatta daha çok soruna yol açacak bir olay çıkarırdım. Her şeyden önce, onun saçına dokunmanı senden kim istedi? Kimse! Ve hemen arkadaşımın önünde elini temizlemiş, burada kadın ne ima etmeye çalıştı? Sadece tesadüf müydü? Bu çok saygısızca ve aşağılayıcı bir hareket. Bazı Türkler saçımızı gerçekten beğeniyor ve bize iltifat ediyor. Ya ne olacaktı! Saçımızla sihir yapıyoruz. Örebilirsin, kıvırabilirsin, düzleştirebilirsin, postiş takabilirsin veya Afro şeklinde uzatırsın. Her haliyle güzel!! Bazı Türkler bize karşı gerçekten içten, sevecen ve arkadaş canlısı; kendinizi bir ünlü gibi bile hissedebilirsiniz. Ama sadece Türkler değil, diğer siyah olmayanlar da aynı şekilde kıvırcık saçımıza bu tepkileri verebiliyor. Onlar da saçımızı ne sıklıkla yıkadığımızı soruyorlar ve bu konuda çok net olacağım:
Sevgili Siyah Olmayanlar,
Siyahların saçı genel olarak diğer saç türlerine göre daha kuru bir yapıya sahiptir. Nemi tutmadığı için sizin kadar sık yıkamamız gerekmez. Eğer saçımızı sizin yıkadığınız kadar sık yıkasaydık, saçımızın besinini azaltmış olurduk ve bu kırılmalarına sebep olurdu. Bu yüzden çoğumuz saçımızı haftada bir ya da iki kez yıkıyoruz. Bu kişiye bağlı olarak değişen bir tercihtir ve kokmayacağından emin olabilirsiniz.
Saygılar.
Eğer Türkiye’de bir siyahsanız (diğer ülkelerde de olduğu gibi) “aptalca sorularla” karşılaşacaksınız; cevaplamaya hazır olun. Sordukları soruların saçmalığının farkında olduklarını sanmıyorum ama bazen o kadar sinir bozucu oluyor ki kendi kendime acaba akılları yerinde mi diye düşünmeden edemiyorum. Buraya ilk geldiğimde, kıyafetlerimi boşaltıyordum ve oda arkadaşlarım bana kıyafetlerimi “Afrika”dan mı yoksa başka bir ülkeden mi aldığımı sordu çünkü “Afrika”da hiç kıyafet olmadığını düşünüyorlardı. Onlara kıyafetlerimi kendi ülkemde aldığımı söylediğimde yüzlerindeki ifade daha çok “sana inanmıyoruz” der gibiydi, benden şüphe ettiklerini görebiliyordum. Her gün şöyle soruların bombardımanına uğruyoruz: “Hiç aslan öldürdünüz mü,” “futbol oynuyor musunuz,” “Afrika’da yiyecek var mı,” “çatal-bıçak var mı,” “ebeveynleriniz çiftçi mi” (kötü bir meslek olduğundan değil ama ebeveynlerimizin doktor ya da mühendis olup olmadığı neden sorulmuyor?). Liste böyle devam ediyor.
Eskiden bu saçma soruları duyduğumda sinirlenirdim ancak şimdi düşünüyorum da, bu soruları bize sormalarının asıl sebebi yabancı medyada yer alan basmakalıp siyahi karakterler. Bunlar genelde medya sektöründe çalışan, Afrika’ya bir kez bile gitmemiş cahil aptalların işi. Ya da sırf bazı şeyler kendisine alışılmadık göründüğü için olayları bağlamından çıkaran veya abartan başka bir aptalın.
Sorular anlaşılır gibi değilse de, insanlara hep bunları kendi ülkelerini tanıtmak için bir fırsat olarak görmelerini ya da tamamen görmezden gelmelerini tavsiye ediyorum. Artık kendimizi Türk toplumunun bir parçası olarak sayıyoruz, onları seviyoruz ve onlar da bizi, sevmeseler şu an burada olmazdık, değil mi? Hiçbir millet mükemmel değil ve belli bir insan grubundan bahsederken genellemeler yapmayı sevmiyorum. İnsanlar çeşit çeşit arka planlardan geliyor ve birbirlerinden tamamen farklılar. Yine de bizden önce burada yaşamış insanlar ufukta ne olduğu hakkında bizi uyarmış olsalardı beklenmeyenlere karşı kendimizi hazırlayabilirdik diye düşünüyorum.
Yazı, Mosa Nkoko’nun blogundan alınmıştır.