Kadınların bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik (BTMM) alanlarında temsil oranının ne kadar düşük olduğu son yıllarda sürekli tartışılıyor. (2013’teki bir rapora göre Amerika’da BTMM alanlarında çalışanların sadece %26’sı kadın.) Belki daha az göz önünde olan ama kadınların hayatını önemli bir şekilde etkileyen bir istatistik ise yeni bir ilaç piyasaya sürülmeden önce yapılan klinik çalışmalarda kadınların neredeyse hiç temsil edilmemesi.
ABD bu konudaki verilerin görece daha kolay bulunabilmesi ve ilaç sektörünü domine etmesi nedeniyle güzel bir örnek. 1990’larda National Institutes of Health (Ulusal Sağlık Enstitüsü) klinik çalışmalarda kadınların da temsil edilmesi gerektiğine karar verdi ve Senato da bunu destekledi. Bunun üzerine Kadın Sağlığı Araştırması (Women’s Health Study) adı altında aspirin ve E vitamininin kalp ve damar hastalıklarına etkileri üzerine sadece kadınlardan oluşan bir çalışma yapıldı. Bu çalışma günaşırı aspirin alımının 65 yaş altı kadınlarda felç riskini azaltırken kalp krizi ya da kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölüm riski üzerinde bir etkisinin olmadığını gösterdi. Bu bulgular daha önce erkeklerle yapılan çalışmaların tam aksiydi. Devlet politikalarına ve bazı ilaçların etkilerinin cinsiyetler arası farklı olduğunu gösteren çalışmalara rağmen 1990’lardan beri çok da bir şey değişmediği ortada. Bir örnek vermek gerekirse; kalp hastalıklarının kadın ve erkekler arasında birincil ölüm nedeni olmasına rağmen ilaç testlerinde kadınların temsil oranı %20’nin altında.
Kadınların ilaç testlerinde kullanılmamasının en büyük nedeni, aylık hormonal değişimlerinin çalışmaları uzatması ve pahalılaştırması. Kolaya kaçıp orantısız bir şekilde erkek denek kullanabilir ve ‘bilimsel’ olarak bu çalışmanın sonuçlarını (ilaç dozlarını ayarlamak gibi) kadınlara uygulayabilirsiniz. Halbuki bunun tehlikelerini görmemek imkânsız: ABD’de 1997-2001 arasında piyasadan çekilen 10 ilaçtan 8’inin kadınlar üzerindeki yan etkileri erkeklere göre daha fazlaydı. Ayrıca, bazı kalp hastalıkları belirtilerinin kadınlar ve erkeklerde farklılık gösterdiği –deneyden çok deneyime bağlı olarak- bilindiği halde doktorlar tarafından bu farklılıklar göze alınmayıp kadınların sağlığı tehlikeye atılabiliyor. Erkek ve kadınların ağrı kesicilere karşı tepkileri de farklı: Kadınlar ağrı kesici olarak daha az morfine ihtiyaç duydukları halde morfinden çıkma süreleri daha kısa. Bunlar yine sadece deneyimle öğreniliyor. Hiçbir ilacın kullanma kılavuzunda kadınlar ve erkekler için farklı dozda kullanılması gerektiği yazmıyor.
Sorun aslında daha önce başlıyor görünüşe göre: Hayvanlarla yapılan çalışmalarda bile erkek denek kullanımı dişilerden çok daha fazla: 2009’da yapılan 2000 deneyde, her 1 dişi hayvan için alana göre 4 ilâ 5.5 erkek hayvan kullanılmış. Kadınların anksiyete, depresyon gibi sorunları yaşama oranı erkeklerden iki-üç kat fazla olmasına rağmen bu konulardaki deneylerde kullanılan dişi fare oranı %42. Nedenler yine aynı: Dişi denekler daha pahalı ve yorucu.
Tartışmaya değer bir başka dışlanmış grup da hamile kadınlar. Hamile kadınların da hasta oldukları genel bir bilgi olduğu halde, hangi ilacı hangi dozajda kullanabileceklerine dair pek bir araştırma yok.
Kısacası, sevgili XX kromozomlular, eğer bir yeriniz ağrıdığında reçete Y derken vücudunuz X tane Ibuprofen diyorsa sorun sizde değil, ilaç şirketlerinde, onlara bütçe sağlayan organizasyonlarda ve bazı bilim insanlarında.