Bazı yolculuklar daha önce görmediğiniz yerlerde sıra dışı insanlarla tanışma fırsatı sağlar. Hildegard Wegner’in eserleri ile Kapadokya’da yaşayan son derece özgün bir ailenin taş evinde tanıştım. İçinde, ressam olan kızının yaptığı resimler, boyamalar, oyunlar, her şeye dair kitaplar, rengârenk koltuklar ve sedirler olan taş evin odasında, hayatımda daha önce hiç görmediğim sıra dışı kukla bebekleri gördüm.
Her birinin yüzü farklı bir duyguyu yansıtan ve ayrıntılarla dolu bebeklerdi bunlar. Torunun anlattığına göre bebek yapmaya 14 yaşlarında başlamış ve bebeklerin üzerinde bulunan her bir detay kendisinin eseri. Ne yazık ki geçen sene ölen bu büyüleyici sanatçıyı, daha yakından tanımak ve tanıtmak istedim.
Hildegard, Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaletindeki şehirlerden biri olan Winsen (Luhe)’de doğmuş. Çocukluğunun güvenli ve korunaklı dünyası 2. Dünya Savaşı ile aniden tepe taklak olmuş ve ailesinden ayrılmak zorunda kalmış. Kız kardeşi ile savaşın teröründen kaçabilmek için savaş sona erene dek defalarca şehir değiştirmişler. Erkek kardeşi savaşta şehit olmuş ve ailesinin yaşadığı yer de yerle bir edilmiş. 1951’de Ruslar tarafından esir alınıp, serbest bırakılan Georg Wegner ile evlenmiş fakat eşi çok ağır hastalanmış. Tüm bu hastalık ve savaşın acı kayıplarına daha fazla dayanamayan Hildegard da hastalanarak bir akıl hastanesine yatmış. Hastanede izole bir tedavi sürecinden geçirilmiş ve günlerce yalnız kaldığı hastane odasında bilinçsizce yattığı zor zamanları olmuş. Hayatının ilerleyen zamanlarında çocuklarını büyütürken kukla yapmaya devam etmiş.
Yaptığı figürler, sevimli olmaktan çok uzak ama hepsinin çarpıcı bir ifadesi var. Çocukları büyüdükçe kukla bebekler de değişmeye başlamış, daha uzun, hareket etmeyen kuklalar tasarlamaya başlamış. Asıl mesleği olan fotoğrafçılık eğitimini 1968’de tamamladıktan sonra Hannover’da bir fotoğraf stüdyosu açmış. Elbette kukla yapmaktan hiç vazgeçmemiş, fotoğraf ile kuklalarını birleştirerek harika sanat eserleri ortaya çıkarmış. Kuklaların yüzünde, yalnızlığı, insan karakterinin kusurlarını ve belki daha birçok duyguyu bir arada görebiliyor insan.
Nedense anne ile çocukların beraber olduğu kukla fotoğrafları beni daha çok etkiledi. Bu da ülkemizi ziyaretlerinde esinlendiğini düşündüğüm bir kompozisyon. Bir Anadolu kadını ve annelerini bırakmak istemeyen çocuklar:
Savaş yıllarını yaşamış, acı ve yalnızlığı derinden hissetmiş bir insanın duyarlılığı var eserlerinde. Adeta her bir kuklanın bir geçmişi, bir kişiliği var. İçinde bulundukları ruh hali yüzlerinden ve bedenlerinden okunabiliyor.
Hildegard’ın 100’den fazla kuklası bulunmakta. Ayrıca otomatik olarak hareket edebilen ve neredeyse insan boyutlarında olan 9 farklı kuklası daha var.
Otomatik kuklalardan biri olan ve davul sesleri eşliğinde Salambo dansı yapan Kakadu
Bir de çocuklar için yaptığı bebekler var. 45 cm boyunda tamamen doğal malzemelerden yapılmış, gövdeleri pirinç ve yünle dolu bebekler bunlar.
Bebekler, belki çocuklar için yapıldığından belki de zaten sadece çocuk olduklarından mutlu görünüyorlar.
Kuklaların başları, elleri ve bazen de ayakları ıhlamur ağacından oyularak yapılmış, geri kalanı ise kumaş. Eserlerinin parmaklarına kendi imzası niteliğinde minik, değerli bir taş koyarmış.
Bir sahne kurgulayarak, fotoğrafta yaşattığı eserleri birçok ödül almış ve kuklaların bir kısmı zaman zaman Almanya’daki galerilerde sergileniyormuş.
Sanatçının eserlerini web-sitesinden inceleyebilirsiniz.
http://www.hildegard-wegner.de