‘Kent heykeli’ denildiğinde belki de birçoğumuzun aklına şehir merkezlerinde görüp anı fotoğrafı çektirdiğimiz ve görece manevi anlam ifade eden katı kütleler gelir.
Janet Echelman, bilinen ‘kent heykeli’ algısını, rüzgârı, ışığı ve suyu kullanarak yarattığı, hafif ve çarpıcı eserleri ile değiştirmeyi başaran bir sanatçı. 1966 doğumlu Amerikalı heykeltıraş, herhangi bir mimarlık, mühendislik ya da sanat eğitimi almadan, hatta başvurduğu 7 farklı sanat okulundan da geri çevrildikten sonra, yaklaşık 10 yılını kendi kendine resimler yaparak geçirir. Nihayet, ABD’nin en önemli burs programlarından biri olan Fullbright programına kabul edilir ve resimlerini sergileme sözü verdiği Hindistan’a doğru yola çıkar. Bir gemiye yüklediği resimleri, sergi tarihinde Mahabalipuram’a (Hindistan’da küçük bir balıkçı kasabası) ulaşamayınca elinde sergileyecek bir şey olmadığından, kısa sürede hazırlayabileceği farklı bir eser yaratma telaşına düşer. Her gün etrafında gezindiği ve defalarca gördüğü balık ağlarını bu kez farklı bir gözle inceler ve balıkçılar ile birlikte hazırladığı ilk heykeli ‘Geniş Kalçalar’ ortaya çıkar. Sanatçı, aşağı doğru genişleyen ve rüzgârın etkisiyle hacme kavuşan bu hafif yapıyı bir otoportre olarak tanımlıyor.
Havada uçuşan, rüzgârın her hareketiyle farklı bir desen oluşturan bu eseri karşısında kendisi de etkilenen sanatçı, balık ağlarından esinlenerek farklı ülkelerin geleneksel el işlerini araştırmaya ve zanaatkârlar ile ortak çalışmalar yapmaya başlar. Bir sonraki durağı olan Litvanya’da çalıştığı dantel ustaları sayesinde, asıl hedefinin, farklı kültürlerde eski bir gelenek olan dantelleri, sadece insanları etkilemekle kalmayan, içlerinde kaybolacakları, büyülenecekleri sanat eserlerine dönüştürmek olduğunu fark eder. Böylece daha büyük heykeller tasarlayabilmek için Hindistan’a geri döner ve balıkçılarla birlikte devasa bir balık ağı hazırlar. Eseri kısa bir süreliğine Madrid’de sergilenir ve hikâye başlar.
Binlerce insanın gördüğü bu heykel sonrasında, bir şehir plancısının da katkısı ile çok daha büyük ve kalıcı kent heykelleri yapmak üzere çalışmalara başlar. Eserlerin kalıcı olabilmesi için; güneş ışığı, hava kirliliği, rüzgâr gibi dış etkenlere dayanıklı ama esnek ve hafif bir malzeme, havada asılı durabilmesi için ise daha sağlam bir taşıyıcı sistem arayışına girer. İşte mühendislik ve sanatı birleştiren, ışık ve rüzgârın hareketleri ile insanları büyüleyen, kentin bir parçası olabilen olağanüstü kent heykellerinden örnekler:
Janet’in bu çalışmaları yalnızca kent meydanlarında geçici ya da kalıcı yapısal heykelleri içermiyor elbette. Kamusal binaların ya da bir dans şovunun da parçası olan eserleri var:
Dantel ya da balık ağı gibi günlük hayatımıza ait malzemelerin, hayal gücü sayesinde inanılmaz heykellere dönüşmesi beni çok etkiledi. Kentlerin orta yerinde duran bu ağların, değişen rüzgârın ve ışığın etkisiyle farklı katmanlar yaratması, adeta yaşayan, kırılgan bir organizma gibi kentin üzerini örtmesi, bu hafif hacimlerin kamusal alanda oluşturduğu büyük etki oldukça büyüleyici değil mi?
Eserlerin yapımı, kullanılan malzemeler ile ilgili video içeriklerinin de bulunduğu görselleri sanatçının websitesinden inceleyebilirsiniz.