Belki duymuşsunuzdur, kürtaj yasağına karşı 1971’de Fransa’da yayımlanan ‘343 Kaltağın Manifestosu’ Türkiye’de yeniden basılıyor. Tek farkla bu sefer ‘343 Kaltak’ erkek. Projenin babası diyebileceğimiz ‘aktivist/yazar/sosyal girişimci’ (Açılımı: Üniversitede kulüp başkanlığı yapmış ve okulda Mavi Sakal konseri düzenlemiş. Tabii ki blog yazarı.) Ozan Önen ‘Kadın mücadelesinin fitilini ateşlemek istediklerini’ söylüyor.
‘Ne münasebetle? Hangi sıfatla? Nasıl bir hadsizlikle!’ diyeceğim, ama kendisinin mazoşist bir tarafı da var sanırım, o yüzden öfkemi foreplay olarak algılamasından çekiniyorum.
Öte yandan erkeklerin kafasına kitapla vurmaya teşvik edilerek (Sonra da boynumuzu hafifçe sağa yatırıp, kikirdiyoruz. Hep beraber kızlar!) özgürleşTİRİLeceğini düşündüğü kadınlar, —Ozan Önen’in aktivizm sahasından uzakta kalmış olacak haberi olmadığına göre ama— uzun yıllardır bu mücadeleyi kimsenin fitiline muhtaç kalmadan yürütüyordu zaten. ‘Ay kendime kaltak dersem erkek köşe yazarları hakkımda ne der’ diye kıvırmadan üstelik. Farazi durumlardan kendine kahraman rolü biçmeden, şakacıktan değil, gerçekten suratımıza nefretle ‘Orospu!’ diye bağırıldığı somut durumlarda da birbirimizden güç alıp, direnerek…
Fransız feminizmini yalayıp yutmuşken, azıcık da Türkiye feminizmine bakalım dilerseniz (Bu kadar akıl öğretme faslının sonunda başöğretmene dönüşüyorum): Yıl 1990. TCK’nın 438. maddesi seks işçilerine tecavüze üçte iki oranında indirim uygulanmasını sağlıyor. ‘İffetli’ kadınları korumak için. Kadınlar ne yapıyor? Başlarına ‘İFFETSİZİM’ bantlarını takıp, ellerine “Ne iffetli, ne iffetsiz biz kadınız”, “Hukuk izin verdi, vurun kahpeye”, “Fahişelik suç değil, meslektir” pankartlarını alıp Zürafa Sokak’ı basıyor; Üsküdar’dan başlayıp Bağlarbaşı’na kadar süren yürüyüşler düzenliyor. Sonunda da yasanın iptal edilmesini sağlıyorlar.
Bu günler mazide de kalmadı üstelik. ‘343 kaltak erkek’ derdimizden marketing mucizesi yaratmak için kadın dergilerine havalı fotoğraflarla röportajlar döşenirken, kadınlar kendi kürtaj hikâyelerini gazetelere yolluyor; jinekolog muayenehanelerinde gördükleri muameleyi anlatıyor; geceleri sokakları işgal ediyorlardı.
Şimdi başa dönersek, ben erkeklerin özgürlüğünün, kadınların özgürleşmesinden geçtiğine inanıyorum. Kürtaj gibi bir konuda da, o bebek kutsal ruhun üflemesiyle oluşmadığına göre, erkeklerin DE deneyimine kulak vermekten yanayım. Ama bir durun soluklanın arkadaşlar, elimizden mikrofonu kapıp, bizi alanın dışına atmaya davranmadan önce. Görmeye, hatırlamaya tenezzül etmediğiniz, kürtaj hatıratınızı kalbiniz kadar temiz sayfalara geçirirken fikrini sormadığınız kadınlar ne bedel ödemiş, ödüyor, ödeyecek bir zahmet bakın da öyle kurtarıcılığımıza soyunun. Ayna karşısında kendinizden memnun bir ifadeyle cesaretinizle övünürken en azından kafanızda bir soru işareti olsun: 343’ünüzden herhangi biri bu kitapta yazdığı için aforoz edilecek mi, işten atılacak mı, terk edilecek mi, katil olmakla suçlanacak mı, polis tarafından yaka paça gözaltına alınacak mı ya da bacaklarını açıp içine metal bir çubuğun sokulmasını bekleyecek mi, doğurmaya zorlanıp bütün hayatını kendi çocuğuna bakıp hayalkırıklıklarını görerek geçirecek mi? Yoksa bu dertler sizin için yalnızca üzerimizden muhalefet yapmanın güvenli bir yolu mu? Çakma özeleştiriniz durumu kurtarmıyor, kusura bakmayın!
Not: Kitaba yazdığını öğrendiğimiz isimlerden bazıları: Nedim Gürsel, Bedri Baykam, Tarık Günersel, Emre Kongar, Fikri Sağlar, Mustafa Altıoklar, Bekir Coşkun ve Cüneyt Ayral.