Tezer Özlü’nin Yeryüzüne Dayanabilmek İçin adlı kitabı onun değişik süreli yayınlarda çıkan yazılarından bir derleme. Kitap Ocak 2014’te yayınlanmış. Yayıncısı önsözde bazı yazıların künyelerine ulaşılamadığını belirtmiş. Bilinen yayınlar ise Milliyet Sanat, Gösteri ve Halkçı. Özlü’nün Milliyet Sanat‘a yazdıkları ise belli bir tema etrafında toplanıyor ve aslında kitabın büyük bir kısmını da bu yazılar oluşturuyor. Yazıların bilinebilen yayın tarihleri ise 1979’dan 1984’e uzanıyor.
Tezer Özlü bu makalelerin çoğunda yurtdışında, daha çok Almanya’da. Milliyet Sanat için Berlin film festivallerini, 1983’te faşizmin iktidara gelişinin 50. yılında düzenlenen etkinlikleri, Frankfurt kitap fuarını, Berlin tiyatro günlerini, Venedik film festivalini ve 1983’te de yine Almanya, Marburg’da verilen edebiyat ödülleri törenini yazmış (bu ödülün kendisi için ayrı da bir anlamı var). Özellikle bu tanıtım yazıları okuyucuya ihtiyaç duyabileceği her türlü bilgiyle donatılmış. Türkiye’de yaşayanlar, yazıları okuyunca festivallerde hangi filmin ilgi gördüğüne, hangisinin pek beğenilmediğine, tiyatrolarda hangi oyunun oynandığına, son tartışmalara ve diğer lazım gelen tüm ayrıntılara hakim oluyor. Özlü yeri geldikçe ve fırsatını buldukça kayda değer isimlerle bazen ayaküstü, bazen uzun uzadıya röportajlar yapıyor ve açıkçası çok esaslı sorular soruyor. Yazıların bir kısmı kaçınılmaz olarak Tezer Özlü’nün kişisel izlenimleri ve açıkçası beni bunları yazmaya iten de bu izlenimler oldu. Ve başka nedenler de var tabi.
Tezer Özlü’nün bu festival, fuar, etkinlik tanıtım yazılarında çok ilginç bir özellik var. Her türlü bilgiyle oya gibi işlenmiş bu yazılar, bir dokunuşla Tezer Özlü’ye ait oluyor. O dokunuş olmasa herhangi biri yazmış olabilir pekala o yazıyı. Bir gözlem, bir yargı, bir yorumla yazı bir anda onun oluyor. Ve çok yaman, düşüncelerini herhangi bir filtreden geçirmek ihtiyacı hissetmeyen birisi Tezer Özlü. Kendisine geleni, kendisine geldiği gibi söyleme becerisine, cesaretine sahip. Onun kelimelerini kullanarak bir kaç örnek verirsem belki daha iyi anlaşılır bu dediğim. Katıldığı film festivallerinin programları o kadar dolu ki etrafta neler olup bittiğine hakim olamadan festival bitiveriyor mesela. Festivallerde dağıtılan “ödüllerin bir özelliği de neden verildiklerinin anlaşılmamasından geliyor.” Gördüğü tiyatro oyunlarında Alman oyuncuların performanslarını beğenmiyor. Hepsi sporcu gibiler ve açıkçası biraz da sıkıcılar. Gördüğü bazı filmlerde, özellikle Fassbinder’in bir filminde “meraktan çatlıyor.” Bazı filmlerin neden çekildiğini bile anlamıyor. 15 Mart 1982’de yayınlanan ilk uzun sinema yazısında yine bir Berlin festivalini tanıttıktan sonra, Atilla Dorsay’ın oradaki eksikliğinden bahsederek, yazıyı yazarken hep onu düşündüğünü söylüyor. Nazım Hikmet’in Almanca’ya çevirilerinin niteliği üzerine söyleyeceği çok şey var elbet ve bu konuda sözünü sakınmıyor. Erden Kıral’ın Hakkari’de bir Mevsim filmini çok beğenmekle beraber, yine Kıral’ın Ayna filmini baştan sona kıyasıya eleştiriyor, hem de maddeler halinde: Öykü seçimi yanlış, zamanlaması da yanlış, senaryosu zayıf…
Celal Sılay’ın ölümünün ardından yazdığı yazıda şiirden hiçbir zaman anlamadığını pat diye söyleyiveriyor Tezer Özlü, Sılay’ın ölümü onun için büyük bir kayıp ama. Stefan Zweig’ın intiharı kimsenin yargılayamayacağı cesur bir karar. Sevgi Soysal’ın ölümüyle de belli ki çok sarsılmış ve onun ardından yazdığı bir paragraf şöyle başlıyor: Ölüm bir olay. Önemli olan Sevgi’nin güzellikleri…
Yazmakla ilgili kitabın hemen heryerine serpilmiş bazı düşünceler var. Yazmak onun için “bir taşkınlık, hafif coşku ve psikolojik bir semptom.” Kendisi de artık yazmadan edemez hale geldiğinde kalemi alıyor eline. İç dünyasına ancak edebiyatla egemen oluyor Tezer Özlü. Ve Türkiye ile ilgili birtakım dertler, bazı yerinde sorular: “Ne zaman kendi küçük dünyamızdan çıkıp sorunları çağdaş ve tüm dünya doğrultusunda değerlendireceğiz?”
Bütün bu yazılara son hallerini verdiği günler boyunca Türkiye dışında olmanın ona iyi geldiğini öğreniyoruz. “Türkiye’de günlük yaşam son yıllarda o denli soyut, gerçekdışı ve gene öylesine acı boyutlara ulaşmıştı ki, yazı yazmak anlamı bitmiş bir eylemdi.” Sene 1983. Aynı yıl layık görüldüğü Marburg Edebiyat Ödülü’nden ve tören gününden de Milliyet Sanat okuyucularını haberdar eden Tezer Özlü. Bu çok garip durumu aslında eğlenceli bir biçimde idare ediyor. Anlaşılan aldığı ödülle Türkiye’de kimse ilgilenmiyor ve o da bir yandan ödülünü alırken, bir yandan da yazısını yazıyor: “Kendi kendinin reklamını yapıyor diyenler bu yazıyı hiç okumasın ya da bana diledikleri gibi için için kızsınlar. Ben her zaman öfkeden yana olmuşumdur.” Evet, Tezer Özlü’nün böyle ateşle savunduğu yargıları var tüm kitapta. “İnsana inanıyorsak, her insana inanmalıyız.” “Bireysel kurtuluş diye bir yaşam biçimi yoktur.” “Yaşam ve varoluş birbirinden kesinlikle ayrılan iki olgudur.” “Biz yaşamayı gerekli sayanlardanız.”
Tezer Özlü okumaya ben bu kitapla başladım ve içimde yanlış yerden başladığıma dair geçmeyen bir hisle kitabın sonunu buldum. Şimdi bu kitabın Tezer Özlü’ye olabilecek en iyi başlangıç olduğunu düşünüyorum. Aklımda onunla ilgili birtakım önyargılar var, yıllardır duruyorlar. Almanca ile olan yakın ilişkisini biliyorum ve sanki okumaya başladığımda kitap bir noktada Almanca’ya dönecek ve ben de bir şey anlamaz olacağım gibi geliyor, oraya kadar da boş yere okumuş olacağım. Ne anlaşılmaz, kaynağı belirsiz bir fantazi. Bir yandan intihar düşüncesiyle haşır neşir olduğunun farkındayım ve açıkçası ben de kendime çok güvenmiyorum. Bütün bunlar ben 20’li yaşlarımı sürerken oluyor. Bunca yıldır, onun intihar ettiğini düşünerek ve çok yanılarak, yazısının etrafında karanlıktan bulutlar yaratarak boş yere vakit kaybetmişim. Yeryüzüne Dayanabilmek İçin‘de yayınlanan yazılar benim düşündüklerimin tam tersi bir kadını gösteriyor. Küçük bazı ayrıntılar var, insanda büyük bir yakınlık duygusu uyandırıyor ona karşı. Rastlantılar, onun hayatında yer etmiş. Hakkında yazdığı Cesar Pavese ile aynı gün doğmuş olması (9 Eylül) ve Franz Kafka’nın mezarını, bilmeden tam da onun doğum gününde ziyaret etmesi (3 Temmuz). Bazı yazılarında, o yazıya ait olmayan insanlar var, ama Tezer Özlü onları oraya koyduğu için artık yazının vazgeçilemezi o karakterler. Örneğin bir röportaj için Berlin’den Bremen’e trenle gidecek Tezer Özlü. Sabah erkenden istasyonda beklemeye koyuluyor. O sabah istasyonda bekleyen iki kişiler. Biri kendisi, diğeri Anadolulu bir kadın. Bu kadının anlatısına bir katkısı yok ama artık o da ait bu yazıya.
Ayrıca, ölümle kurduğu ilişki çok sağlıklı; bu yazının başlığında kullandığım Sevgi Soysal için dedikleri bunun bir kanıtı. Verdiği tüm kedere, can sıkıcılığına rağmen Türkiye’de doğmuş, ömrünün çoğunu orada geçirmiş olmaktan memnuniyeti, Türkiye’den uzaklaşınca duyduğu rahatlama, övgüsü, yergisi, kızgınlığı, coşkusuyla Tezer Özlü çok gerçek, çok tanıdık. Ve uzaktan uzağa onu tanıyanların, okuyanların ona ne kadar sadakatle bağlı olduklarını görebiliyorum, başka bir deyişle o insanların arasında bir Tezer Özlü bağı var anlaşılan.
Kaynak: Tezer Özlü, Yeryüzüne Dayanabilmek İçin, Hazırlayan: Sezer Duru, Yapı Kredi Yayınları, Ocak 2014, 165 sayfa.