Ankara’da dördüncüsü düzenlenen Pembe Hayat KuirFest bu yıl ilk defa İstanbul’da da gösterim yaptı. Bu sayede izlediğim “İntikamcı Lezbiyenler Ateşi de Yutarlar / Lesbian Avengers Eat Fire Too” filmi yirmi iki yıl önce ABD’de çekilmiş olsa da bu coğrafyadaki örgütlenme deneyimlerimize dair pek çok soru barındırıyor.
1992 yılında New York’ta İntikamcı Lezbiyenler adıyla örgütlenen bu grubun, o yıllarda pek çok gey ve lezbiyenin evlerinde yakılmasının ardından buldukları “Ateş bizi tüketmeyecek. Onu içimize alıp bizim yapacağız! (The fire will not consume us. We take it and make it our own!)” sloganı, bir mecazdan ibaret değil. Eylemlerinde gerçekten ateş yutan bu kadınlar, belgesel boyunca hem bu eylemlilik üzerinden hem de başka doğrudan eylemlerini anlatırken sürekli kendilerine dönüyor ve korkularını dile getiriyorlar. Ateş yutmak bir kahramanlık gösterisi ya da sıra dışı bir performans değil, onları korkutan şeyleri alt etmenin yollarından sadece biri olarak karşımıza çıkıyor.
Hem filmi izlerken hem de sonrasında aklıma en çok takılan sözcük korku oldu. Bu kadınların korkuya yaklaşımı ile şu an burada yaşadığımız şeyleri, kurulan mücadele biçimlerini, bu mücadelelerin karşısına çıkan engelleri/cezaları ister istemez bir arada düşündüm. 1992 yılının sonunda Colorado’nun eşcinsellik karşıtı yasa düzenlemesinin görüşüldüğü sıralarda Denver Belediye Başkanı New York’ta… Başkanın bulunduğu bir devlet binasının çok yakınında kahve içerken aniden binayı basma fikriyle eyleme geçen intikamcı lezbiyenlerden biri “O an içimizden biri çıkıp da ‘bir dakika, önce bir düşünelim’ deseydi, o binaya giremezdik” diyor filmde. Ben orada olsam ‘bi dakka, önce bi düşünelim’ diyen kişi olur muydum, burada kaç kere benzer doğrudan eylem anlarının eşiğinden dönüyoruz, acaba burada yapsak ne olur, hatta yapınca ne oluyor ve benzeri soruları savuşturamadıkça sinirlendim. Çünkü iki coğrafyadaki deneyimleri kıyaslamamak, filme mesafe almak için uğraşsam da sorduğum çoğu sorunun aşikâr cevapları vardı. En yakın tarihli iki benzer eylem olarak kadınların tezkere ve IŞİD karşıtı Boğaz köprüsü eylemi ile Kobanê protestolarındaki devlet şiddetine karşı yine kadınların yaptığı havaalanı eylemlerini hatırlayalım mesela. Savuşturamadığım sorular ve yanlarında gelen yer yer aşikâr, yer yer manipülatif cevaplar filmi ‘başka yer başka zaman’ rahatlığıyla izlememi engelledi.
ACT UP, Women to Women gibi farklı LGBTİ ve kadın örgütlerinde yer alan 6 kadınla başlayan ve sadece New York’ta kalmayıp dünyanın pek çok yerinde aynı isimli grupların çıkmasına vesile olan İntikamcı Lezbiyenler’in içinde yer alan ve bu grubun hikâyesini kitaplaştıran Kelly Cogswell ile gösterim sonrasında bir söyleşi yapıldı. New Yorklu intikamcı lezbiyenlerin kendi görsel hafızalarından oluşan 1993 tarihli bu belgesel çıktığında henüz New York grubu dağılmamıştı ve bu yüzden dağılma süreçlerini filmde göremiyoruz. Sonradan öğrendim ki, söyleşide de dağılma sürecinin detaylarına girmeyen Kelly, zaten grup dağılmadan önce ayrılmış. Dağılma esnasındaki tartışmalara girmemesinin sebebi birincil ağızdan olmayacağına dair etik bir kaygı mıydı yoksa heyecan verici bir grubun en ‘ateşli’ zamanlarında çekilen belgeselin ardından salonda oluşan mutlu tabloyu bozmak istememesi miydi, bilmiyorum. Etkinlik sonrasında öğrendiğim kadarıyla New York grubunun dağılmasında, grubun adı itibariyle biseksüelleri ve transları dışladığına ve etnik azınlıklara duyarsız bir eylemlilik sürdürdüğüne dair tartışmalar büyük rol oynamış. Belgeselde, daha yolun başında ‘neden sadece lezbiyenler için bir örgüt kuruyorsunuz?’, ‘bölücü müsünüz?’ gibi tepkiler aldıklarını anlatan kadınlar ‘canlarını sıkan bir şey olduğunda kendiliğinden eyleme geçecek bir grup’ ihtiyacıyla bir araya geldiklerinden bahsediyor. Sadece heteroseksist dünyanın değil, geylerin, transların, kadın örgütlerinin, kısacası kimsenin kendileriyle ne yapacağını bilmediğini söyleyen intikamcı lezbiyenler, sadece kendileri adına ve tek başlarına örgütlenmek isteğiyle buluşuyor. Bu kadınları dinlerken, yıpratıcı tartışmalarla parçalanan örgütler yığınına her gün bir yenisi eklense de dört bir yana dağılan, hareketsizleşen insanların ya yeniden harekete geçmek için bir sebep bulduklarını, ya harekete geçmek zorunda kaldıklarını ya da başka hareketlere yol açtıklarını ama hareketin herhangi bir şekilde mutlaka yeniden başladığını düşündüm. Grup New York özelinde birkaç yıl sonra kavga gürültü dağılmış olsa da, belgeselde geçen “aktivizm daha fazla aktivizm yaratır” cümlesini haklı çıkaracak şekilde, dünyanın 60’tan fazla yerinde başka İntikamcı Lezbiyenler çıkmış.
Angela Davis’in bu yıl Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı’nda yaptığı konuşmada yer alan “mücadelelerde sonucu ve etkiyi birbirinden ayırmak gerekir” uyarısı/telkini, pek çok farklı mücadelede olduğu gibi intikamcı lezbiyenlerin yolculuğunda da örneklenmeye devam edecek gibi görünüyor. Yirmi küsur yıl öncesinin hikâyesiyle yeni karşılaşmış bir grup olarak gösterimden çıktığımızda New Yorklu intikamcı lezbiyenlerin etkisini, akıbetlerinden bağımsız olarak, üzerimizde hissediyorduk. Başka konular açılsa da bir süre sonra tekrar filme dönüyorduk. Sadece egemenin gözünde değil, birlikte mücadele eden kitlelerin içinde de görünürlük sorunu yaşayan varoluşların kendileri için alan açması her zaman başka varoluşları dışladığı eleştirilerini beraberinde getiriyor. Kapsayıcı olma / dışlayıcı olmama uğruna yapılan ‘biz kimiz’ tartışmalarıyla sayısız birlikteliğin daha yolun başındayken çözülmesine çare nedir, kimdedir? Filmden sonra, lezbiyen-biseksüel kadınlar ve translar olarak ‘biz bize’ oluşumuzu ne kadar özlediğimizi ve buna ihtiyaç duyduğumuzu konuştuk durduk. “Bir şeyler olacak, böyle gitmez, birimiz bir yol bulmazsa diğerimiz bulacak” türü sayıklamaların hangimizden ya da kaçımızdan geldiğini net söyleyemem ama bu filmin sorduğu soruları ve konuştukça aklımıza gelecek daha fazla soruyu beraber tartışma umuduyla…