Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın 'şefkat eli', aslında oldukça net olduğu halde muğlaklaştırılan eşitlik ilkesinin yerini tutamaz. Bakan Ayşenur İslam'ın iddiasının aksine, bunda siyasetin her kademesinin sorumluluğu var.

MEYDAN

YAZI

Siyasetin Şefkat Eli

Hukukçu değilim. Hatta hukuk ve kanunlarla olan ilişkim “çok güzelsin sevgilim ama uzaktan” seviyesinde. Ancak bu ülkede yaşarken türlü şekillerle, 34. maddesi başta olmak üzere darbeden yadigâr da olsa anayasa nedir, ne işe yarar bilmemiz gerektiğini öğrendik.

 

Maddeleri mahkemelerce korunmaya tabii anayasamızın 10. maddesi şöyle buyuruyor:

 

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

 

Sanırım bahsettiği ilkelerin uygulanacağına kendi de inanmamış olacak ki, anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayan temel kurallar olduğu ilkesini hemen ardından gelen 11. Maddeye iliştirivermiş.

 

Bu sıkıcı girişi yapmamın sebebi Kanal D Ana Haber’de kendisine mikrofon uzatılan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın her biri bir öncekine rahmet okutan açıklamalarının sonuncusu: “Kadına yönelik şiddetle siyasi söylemlerin hiçbir alakası yoktur.” Tam bu noktada Bülent Arınç’a uyku uyutmayacak kahkahalarımızdan birini atıp zihinlerimizi çok değil bir ay önceye ışınlıyoruz.

 

Bakan Ayşenur İslam 26 Kasım 2014’te TGRT Haber’de yayınlanan “Neler Oluyor?”* programına katıldı. Sunucu Batuhan Yaşar’ın finalinde “Keyifli bir programdı. Kadın işin içinde olunca keyifli oluyor” gibi tuhaf bir tespit yaptığı program, ısrarla o haftaki yayında siyasetin dışına çıkılacağı vurgusu ile başladı. Sunucu, TBMM Bakanlar Kurulu’nda koltuğu olan bir ismi, odak noktası “kadın ve çocuk” olduğu için siyasetle ilişkilendirmedi. Ancak siyasetin dışına çıkmak istedikleri programın ilk gündem maddesi HDP’deki eş başkanlık sistemiydi. Bakan İslam, kabinedeki tek kadın bakan olarak görev yaptığı gerçeğini de yanına alarak programın erkek köşesini oluşturan Batuhan Yaşar ve Nuri Elibol’un destekleri ile eş başkanlığın cinsiyet eşitliği sağlamayacağına kanaat getirdi. Bolca annelik vurgusunun yapıldığı program, Diyarbakır’da kaçırılan çocukların ailelerinin yaptığı eylemler ve Cumartesi Anneleri ile pekiştirildi. 2 ay önce on binlerin bu kez sadece Galatasaray değil tüm Taksim’e akın ettiği Cumartesi Anneleri’nin 500. haftasında, Sayın Bakanı kalabalıkta seçebilenler olduysa şahsen bilgilendirmelerini rica ederim.

 

Program yayınlandığı günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kadın erkek eşitliği fıtrata ters düşer” açıklaması tartışılıyordu. Hatta tartışılmaktan ziyade Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının etki alanını bilenlerce, hangi “sıkıntılı” gündemi manipüle etmek için ortaya atıldığı konuşuluyordu demek daha doğru. O günlerde ipi Galataport İhalesi’ndeki iptale ilişkin yürütmeyi durdurma kararına Cumhurbaşkanı’nın duyduğu öfke göğüslemişti. Ayşenur İslam programda, Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamalarını eleştirenleri “bir kaşık suda fırtına koparanlar” olarak nitelemiş ve konuya kendisinin nasıl baktığı sorulduğunda aynen şu cevabı vermişti: “Kadın ve erkek arasında mutlak bir eşitlik yoktur. O zaman pozitif ayrımcılık olmaz. Pozitif ayrımcılık, bir tarafın zayıf olduğunu kabul etmek ve o tarafı güçlendirmek için eşitlik dışı davranmak demektir.” deyiverdi. Tam bu noktaya, 7 Mayıs 2004’te anayasanın 10. Maddesinin 2. fıkrasında pozitif ayrımcılığa ilişkin yapılan düzenlemeyi tekrar iliştirmeli belki de: “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.”

 

Yine pozitif ayrımcılık için Bakan, geride bıraktığımız hafta sonu KADEM Ankara Temsilciliği’nin açılış töreninde, 20. Yüzyılda batı tarafından ortaya konan bu kavramın temellerinin Osmanlı’da atıldığını söyleyerek ecdada selam çakmayı ihmal etmedi. Yalnız Bakan’ın üstünde durduğu kavram kadın-erkek eşitliğinde taraflardan birini doğrudan zayıf kabul etmek ve bu nedenle de ilgili tarafı herhangi bir yarışa bir parça önde sokmak üzerineydi. Aslına bakılırsa hazır Osmanlı’da düşünülüp yapılmışı varken batının çıkardığı icatlara tamah etmeye gerçekten de gerek olmayabilir. Hatta hak ve özgürlüklerin ilk kez tanındığı ve 1215’te imzalanan Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Fermanı)’na ulaşacak kadar geri gidip tüm insan hakları risalelerinde eşitliğin “brotherhood” kavramı üzerinde açıklandığını düşünürsek, çözümü de “erkek kardeşliği”ne indirgeyebiliriz pekala.

 

Ancak asıl soru kadına ilişkin sorunları neden erkek bakış açısı ve varlığı üzerinden tartışmaya itildiğimiz. Yine, 26 Kasım tarihli programda, şiddeti önlemeye yönelik uygulamalar sorulduğunda Bakan Ayşenur İslam konuyu erkek tarafına ilişkin hukuki yaptırımlar üzerinden açıklayarak denetimli serbestliğin ne kadar etkili olduğundan bahsetmişti. Kadınların koruma altında dahi öldürülebildiği ve bakanlığın buna ilişkin güncel istatistikleri bilmediğini söyleyebildiği bir ülkede, haliyle kadına yönelik şiddet kampanyaları da en “garanti” yoldan yapılıyor: ataerkillik. “Baba Beni Okula Gönder”, “Kadına Şiddet Uygulayan Erkek Değildir” ve son olarak “Nefes Alsın Yeter” sloganlı kampanyalar bu konuda hayata karşı duruşunuz ne olursa olsun oynamanız gereken atın testosteron olduğunun ispatları. Kampanyalara ilişkin son dönemde çıkan iki güzel yazıya referans vermeden geçmemeli: Sen Cinsiyetçisin Büyük Düşün ve Bugün de Yaşıyoruz Pazarlama Müdürüm.

 

Daha önce, 2011 yılında ilk kez Türkiye tarafından imzalanan Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi veya bilinen ismiyle İstanbul Sözleşmesi’nin hükümlerinin yerine getirilip getirilmediğinin denetlenmesi konusunda GREVIO adı ile bir eylem grubu oluşturulacağı açıklanmıştı.Sözleşmeyi imzalayan 14 ülkenin temsilcileri tarafından oluşturulacak GREVIO’nun toplumsal cinsiyet ve farklı uzmanlık alanları göz önüne alınarak en az 10, en fazla 15 üyeden oluşması öngörülmüştü. Türkiye’den 69 bağımsız kadın ve LGBTİ örgütünün gösterdiği adaylar arasında Canan Arın, Hülya Gülbahar, Feride Acar, Pınar İlkkaracan, Şehnaz Kıymaz ve Yakın Ertürk gibi isimler vardı.**

 

Ancak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, GREVIO seçimine katılacak örgütlerin belirlenmesi konusunda yapılacak toplantının bu hafta başında gerçekleşeceğini son dakika duyurmak, katılmak isteyenlerin bir gün içerisinde neredeyse iyi hal kağıdı dahil pek çok belge getirmesini istemek gibi fantastik uygulamalarına rağmen tüm belgeleri toplayıp başvuran 30 kadın örgütünü çeşitli gerekçelerle toplantıya almayacağını duyurdu. GREVIO’ya seçilecek üyelerin, 26 Kasım tarihli programda tam da Bakan İslam’ın ısrarla üzerinde durduğu “toplumsal cinsiyet eşitliği” ilkelerine referans olacak şekilde, insan hakları ve toplumsal cinsiyet alanlarında profesyonel deneyim sahibi olması bekleniyor. Ancak Bakanlık, sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olunca doğal olarak yürürlüğe de girdiğini zannediyor olmalı ki, böyle bir eylem grubuna gönderilecek adayın belirlenmesinde görev alacak kurumların seçiminde kamu örgütlerine 6 kişilik kontenjan ayırırken, bağımsız örgütlere sadece 3 koltuk uygun görmüş. Ve bu 3 koltuk şimdilik, seçimi Avrupa Konseyi’ne taşıyacağını duyuran bağımsız kadın ve LGBTİ örgütlerinin usule itiraz edip toplantıyı terketmesinin ardından belirlenen ve iktidara yakınlığı ile bilinen KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği), AKDER (Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği) ve KASAD-D (Kadın Sağlıkçılar Dayanışma Derneği)’ne ait.

 

Son olarak, Bakan İslam’ın katıldığı programın finali “bugün sayenizde siyasetten kurtulmuş olduk” minvalinde konuşmalarla yapılmaya çalışılırken, Ayşenur İslam kendi işlerinin de siyaset olduğunu belirttiğinde inceden bir “acaba” heyecanı yaşamadım değil. Ancak ardından gelen “siyasetin şefkat eli” tanımlaması ile serin sulara inecekken kızgın kumların ortasına gömülmüş hissiyatı ile kalakaldım. Koruma altında öldürülenler, defalarca koruma istediği halde emniyetten evine gönderilip öldürülenler, kocasının verdiği para ile çikolata aldı diye öldürülenler, aşık oldu diye öldürülenler, tecavüze uğradı diye öldürülenler, doğurdu diye öldürülenler, doğurmadı diye öldürülenler ve daha binlerce mahkemelerimize göre “hafifletici sebepler”le öldürülen kadınlar o şefkatli elin tersine denk geldiler belli ki!

 

Bir milletvekilinin yolsuzlukları “günah işleme özgürlüğü” olarak nitelediği ülkede, eşini öldüren bir adam “öldürme hakkı”nı kullanabilir pekâlâ! Veya kadınların eşleri olmadan tatil yapması ve dahi kahkaha atmasını yadırgayan zihniyetin olduğu yerde, mor gömleklerle tribüne oynatılarak ekrana çıkarılan ve eşini 43 yerinden tornavida ile yaralayan adam kameraların önünde ağlarken bilinçli sunucularımız söze girip adamın eşinin gece 2’de eve gelmesini geçerli bir neden olarak ileri sürebilir. Veya iki eşini öldürüp, üçüncüyü affettiğini kameralar önünde bahşeden adam, onun döneminde çıkan af sayesinde dışarı çıktığı için Ecevit’i ne kadar sevdiğini beyan ederken programın sunucusu baltayı taşa vurunca özeleştiri vereceği yerde canlı yayında milletvekillerine -tabi ki iktidardan olmayan- hakaretler yağdırabilir. Demem o ki, kadına yönelik şiddet bizzat siyasi söylem ve onun toplumsal yansıması ile oluşur. Bu yüzden kadın cinayetleri politiktir. Hatta inanmayacaksınız Sayın Bakan ama hayatta her şey politiktir.

 

*26 Kasım 2014 tarihli “Neler Oluyor” programının tamamı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın internet sitesinden izlenebilir.
** http://www.bianet.org/bianet/kadin/160853-istanbul-sozlesmesi-ni-kim-denetleyecek

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Halide Cerrar: Toprağı Süren Köylünün İnancıdır
Bekar Annelik Sultanlıkmış Meğer
Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor (Mart)

Pin It on Pinterest