“Hem sığınakları hem de sığınaklara ihtiyaç duymayacağımız günleri istiyoruz”*
Kadın Sığınakları ve Danışma/Dayanışma Merkezleri Kurultayı, 17 yıldır bu şiar ile toplanıyor: “Hem sığınakları hem de sığınaklara ihtiyaç duymayacağımız günleri istiyoruz”
İlki, 1998 yılında, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın girişimiyle, İstanbul’da yapılan Kadın Sığınakları ve Danışma/Dayanışma Merkezleri Kurultayı’nın, bu yıl 17.si, “Erkek Şiddetini Önlemek Kadın Cinayetlerini Önlemektir: Mevcut Durum, Devlet Mekanizmalarının Yetersizliği ve Taleplerimiz” başlığıyla Diyarbakır’da yapıldı. Ceren Kadın Derneği, Selis Kadın Derneği ve Ergani Selis Kadın Derneği’nin ev sahipliğinde, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın da desteğiyle yapılan Kurultay’a, 60 kadın örgütü ve 200’e yakın kadın katıldı.
Diyarbakır’da neler konuştuğumuza gelmeden önce sizlere Kurultay’ın tarihinden ve temel taleplerinden bahsetmek istiyorum.
Kurultay fikrinin sahibi kadınlar, bu fikrin hangi ihtiyaçtan ortaya çıktığını ve temel amacının ne olduğunu şöyle anlatıyorlar: “1998 yılına gelindiğinde, Diyarbakır’dan Mersin’e, Adana, Antalya’dan İzmir’e, Bursa’dan Edirne’ye kadar ülkenin dört bir yanındaki kadınlar, sığınaklar, danışma merkezleri, acil destek hatları kurarak, kurmaya çalışarak şiddete karşı örgütlenmeye başlamışlardı. Bütün bu kadın gruplarının aralarında ve Mor Çatı’yla deneyim alışverişinde bulunmaya başlaması, bir kurultayda buluşmanın zamanın geldiğini gösteriyordu.
Ülke çapında, değişik gruplar ya da kurumlar olarak kadına yönelik şiddetle mücadelemizde deneyimlerimizi paylaşmak, ortak politikalar saptamak ve aramızda kalıcı bir iletişim ağı oluşturmak için neler yapabilirdik? Bu grupların ve özellikle de sığınakların ve danışma merkezlerinin sayısının artması için neler yapılmalıydı?” [1] Bu soruların cevabı, yılda bir kez Türkiye’nin dört bir tarafındaki, kadına yönelik şiddet alanında çalışan kadın örgütlerinin, kadınların, belediye ve kamu çalışanlarının bir araya gelip fikir alışverişinde bulunabileceği, deneyimlerini paylaşabileceği ve kadına yönelik şiddetle mücadelede ortak politikalar geliştirebileceği, feminist ilke ve yöntemlerle yol alacak bir kurultay yapma fikri oldu. O gün bugündür, Kurultay, 17 yıldır kesintisiz bir şekilde toplanıyor.
İlk yapıldığı tarih olan 1998 yılından bugüne, hem Kurultay’a katılan kadınların ve kadın örgütlerinin sayısı arttı hem de kadına yönelik şiddet alanında çalışan kadın örgütlerinin büyük bir bölümü arasında kalıcı bir iletişim ağı kurulabildi. Fakat, fikrin ortaya çıktığı tarihten bugüne Kurultay’ın temel taleplerinin, geçen yıllara ve değişen iktidara rağmen pek de fazla değişmediğini söyleyebilirim. 17 yıldır, Kurultay Sonuç Bildirgeleri’nde, neredeyse aynı talepleri dile getiriyor olmak ve bunda ısrarcı olmak, Kurultay’a katılan kadınların ve kadın örgütlerinin politik kısırlığının göstergesi değil elbette; bu, devletin kadına yönelik şiddetle mücadele etmemekteki ve bu şiddeti bitirmek için gerekli somut adımları atmıyor olmasındaki ısrarının ve istikrarının göstergesi. Kurultay taleplerimizin neler olduğunun tamamına bu yazıda yer vermem mümkün değil [2]. Ama özellikle son beş yıldaki Sonuç Bildirgeleri’mizin merkezinde yer alan ve dilimize pelesenk olan “aileyi değil kadını merkeze alan politikalar istiyoruz” cümlesi ile ne demek istediğimizi buna karşın devletin aileyi merkeze alan bir politikayı nasıl hayata geçirdiği üzerine bir iki laf etmek isterim.
Meseleyi bütün çetrefilli ve çok boyutlu tartışmalarından arındırmaya çalışarak, kabaca şöyle ifade edebilirim belki: Devletin herhangi bir “toplumsal” sorunu çözebilmek için neler yapması gerekir diye sorarsak, yanıtımız ne olur? Devletin, -herhangi bir sorunu çözmek istiyorsa- herhalde önce sorunun kaynağını doğru belirlemesi, sonra sorunun nedenlerine ve hangi durumlarda gerçekleştiğine ilişkin bilgi toplaması, sonra topladığı bu bilgiler doğrultusunda sorunu çözebilmek için strateji geliştirebilecek yetkili birimi kurması ve nihayetinde bu stratejiyi uygulayabilecek nitelikte kurumlar ve personelinin yanı sıra yeterli bütçeye sahip olması lazım.
Nitekim, amacı “dejenere (!) olmuş aile yapısını güçlendirmek” olan AKP iktidarının, sorunun kaynağını doğru tespit edememiş olsa da, sonraki adımları bu şekilde attığını görebiliriz. Sorunun nedenleri görebilmek için, aileler kaç kişilik, kimler çalışıyor, kimler ne iş yapıyor, ev işlerini kim yapıyor, evde hangi kararları kim alıyor, kim kiminle evli, ne zaman boşandı, boşanma nedenleri, (evlenme nedenlerinin istatistiğini tutma gereği duymuyor malum, çünkü o, hayatın olağan akışındaki, hepimizin arzu ettiği (!) nedeni sorgulanmayacak kutsal bir birleşim), boşandıktan sonra kiminle tekrar evlendi vb. gibi verileri TUİK aracılığıyla tutuyor; bunun yanı sıra farklı verileri toplayabilmek için bu konuda ayrıca araştırmalar da yaptırıyor. Bu veriler doğrultusunda, strateji geliştirebilecek ilgili birimini, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) ve ona bağlı Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nü de kurdu. Bu Müdürlük, Evlilik Öncesi Eğitim Programı ve Aile Eğitim Programı’nı yürütüyor ve Boşanma Süreci Danışmanlığı veriyor [3]. Aynı zamanda, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı, “aile yapısına, doğru dini yönlendirmeler ile katkıda bulunabilmek” için Aile İrşat Bürolarını kurdu [4]. Aile Sosyal Destek Programı (ASDP) ile de hane odaklı sosyal destek veriyor ve bu desteği, aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi tüm kurumlarla işbirliği içerisinde veriyor. Bütün bunları yapabilmek için ise, Bakanlık içerisinde neredeyse en yüksek bütçeye sahip genel müdürlüğün Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü olduğunu gözönünde bulundurduğumuzda ve buna devlet bütçesinden en yüksek payı alan kurumlardan biri olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinin katkısını da dahil ettiğimizde, AKP Hükümeti’nin, aileyi koruma iradesini ve kararlığını çok net görebiliriz.
İşte biz, 17 yıldır biraraya gelen kadınlar ve kadın örgütlerinin temel taleplerinden biri, merkezinde Aile Sosyal Destek Programı (ASDP) değil “kadına yönelik şiddetle mücadele” yazan, böyle kararlı bir kurumsallaşma. Devlet, bu sorunu çözmeyi gerçekten isterse bununla nasıl mücadele etmesi gerektiğini çok iyi biliyor aslında. Fakat uluslararası mevzuat zorunlu kıldığı halde kadına yönelik şiddet istatistiklerini tutmuyor [5]. Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet ve kadının insan hakları eğitimlerini yaygın bir şekilde personeline vermiyor. Kamu görevlileri, hala şiddete maruz kalan kadına nasıl yaklaşacaklarını, ona vermesi gereken bilgileri bilmiyor ve yasaya aykırı hareket ettiğinde, örneğin karakola gelen ve sığınak talebinde bulunan kadını evine yolladığında, personeline herhangi bir yaptırım uygulamıyor. Sözün özü, devlet, kadına yönelik şiddetle mücadele etmek yönünde kurumsallaşmıyor. AKP Hükümeti’nin, bu yönde en önemli adımı olarak sunduğu Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM), iki yıldır 14 ilde pilot uygulamada, evet yanlış duymadığınız 2 yıldır pilot uygulamada. Hükümet ne yenisini açıyor ne de işlemediği için ŞÖNİM’leri kaldırıyor. ŞÖNİM’ler üzerine çok söz söylenebilir ama ŞÖNİM’in ne olduğunu kısaca şöyle açıklayabiliriz: şiddete maruz kaldığımızda ya da şiddete uğrama tehlikesi altında bulunduğumuzda, ihtiyacımız olan her türlü desteğe, günün her saatinde ulaşmamızı sağlamakla yükümlü olan kamu kurumu. Peki, büyük bir halkla ilişkiler çalışması ile tanıtılan ŞÖNİM’ler bu büyük misyonu yerine getirebilecek personel, bütçe ve alt yapıya sahip mi? [6] Nüfusu, 14 milyonu aşan İstanbul’da, yalnızca Yeşilköy’de bir tane ŞÖNİM’in olduğunu söyleyeyim, yanıtı siz verin.
Kadına yönelik şiddetle mücadelenin en önemli kurumlarından olan danışma/dayanışma merkezlerinin ve sığınakların sayısı ise hala çok az. 2002’de 11 olan sığınak sayısı 2014’de 125’e çıktı fakat bu sayı hala olması gereken rakamın çok altında. Avrupa Konseyi’nin standartlarına göre, sığınaklarda her 10.000 kişiye kalacak bir yer olması gerekmekte. [7] 2013 yılının Türkiye nüfusu 76.667.864. Buna göre, sığınaklarda toplam 76.667 kişilik yer olması lazım fakat şu anda sığınakların kapasitesi 3248. Yani bu standardın yakalanabilmesi için sığınak kapasitesinde 23 kat artışa ihtiyaç var. 5393 sayılı Belediye Kanun’da yapılan değişikliğe göre ise, büyükşehir belediyeleri ve nüfusu 100.000’nin üzerinde olan belediyeler sığınak açmak zorunda. 2013 il ve ilçe nüfus sayımı rakamlarına göre nüfusu 100.000’nin üzerinde olan belediye sayısı 205, büyükşehir belediye sayısı ise 30. Bu kanuna göre, belediyelere ait sığınak sayısı 235 olması gerekir iken şu anda belediyelere ait sığınak sayısı sadece 32.
Kurultay’ın ilk yıllardaki Sonuç Bildirgeleri’nde, sığınak sayısının artması gerektiği daha sık dile getirilen bir talep iken, son yılların bildirgelerinde sığınaklardaki kötü uygulamalar daha fazla yer almaya başladı. Hükümet, sığınak sayısını, 11’den 125’e çıkarmakla övünürken, sığınakların nasıl işletilmesi gerektiğine ilişkin yıllardır sıraladığımız standartların neler olduğunu ısrarla duymuyor. Öncelikle, bütün itirazlarımıza rağmen, kadınların maruz kaldığı şiddeti görünmez kılacak bir terminoloji kullanıyor ve kadınların gidecek başka yeri olmadığı için can havli ile sığındıkları yerlerin adına inatla “konukevi” diyor. Biz de aynı inatla “oraların adı, tam da savaş ve afet zamanlarında olduğu gibi, şiddet tehdidi altında bulunan kadınların geçici süre kalabilecekleri güvenli yerler oldukları için konukevi değil sığınaktır” diyoruz.
Gönüllüsü olduğum, Mor Çatı şu anda aile-ev içi şiddete maruz kalan kadınların gelebileceği bağımsız tek sığınağa sahip. Mor Çatı, yıllardır biriktirdiği deneyim doğrultusunda, kadınların mağduriyetini arttıracak uygulamalar yerine onları güçlendirecek sığınak çalışmasının nasıl olması gerektiğini bıkmadan anlatıyor. Fakat, Hükümet bu sözlerimizi duymazdan gelmeye ve kadınlara, şiddet gördükleri “sıcak aile” ortamına geri dönmekten başka seçenek bırakmayan bir sığınak çalışması yürütmeye ısrarla devam ediyor. Bu anlamda, konukevlerinin, iddia edilenin aksine, pek de “misafirperver” olmadığını söyleyebiliriz.
Bunca yıldır, Kurultay Sonuç Bildirgeleri’nde dile getirdiğimiz ve kadın hareketi olarak erkek egemen sisteme karşı mücadelemiz sonucunda elde ettiğimiz kazanımlarımız da var elbette. Bu kazanımlarımız ise sadece yasal dönüşümler değil şüphesiz, medyanın ve toplumun kadına yönelik şiddet algısında yarattığımız dönüşüm, kadına yönelik şiddetin, cehalet, yoksulluk ya da psikolojik sorunlardan kaynaklanmadığı, erkeklerin kadınlar üzerinde bir iktidar kurma aracı olduğu bilgisini yaygınlaştırabilmiş olmamız, kadın hareketi ve feminist hareket arasındaki ilişkilerdeki olumlu değişim vb. gibi sıralayabileceğim birçok kazanımımız var. Mücadelemiz sonucundaki kazanımlarımızın neler olduğu, şimdilik başka bir yazının konusu olsun ama bence Kurultay’ın bizim için en önemli kazanımı, ilk yola çıkış amacını gerçekleştirebilmiş olması: kadına yönelik erkek şiddetine karşı feminist ilke ve yöntemlerle ortak politikalar üretebildiğimiz ve 17 yıldır, her türlü gündeme rağmen, biraraya gelme iradesi gösteren, kalıcı bir iletişim ağını kurabilmiş olmak.
Bu yıl da Kobane’de süren katliamın gölgesinde Diyarbakır’da toplandık ve erkek şiddetinde bir tokatla başlayan sürecin cinayetle bittiğine ve devlet mekanizmalarının bu konudaki yetersizliklerine dikkat çektik. Ortak taleplerimizi, devletten beklentilerimizi, haklarımızın takipçisi olduğumuzu dillendirdik. Devlet mekanizmalarının yetersizliğinin karşısında sadece talep eden, takip eden bir konumda olmadığımızı, bu mekanizmaların alternatiflerini hayata geçirme gücü ve irademiz olduğunu da söyledik. Bu irade ve gücümüzün en büyük göstergelerinden biri de , esas olarak devletin görevi olduğunun altını çizsek de, kurduğumuz şiddet hatları, dayanışma/danışma merkezleri ve sığınaklarımız. Bunlar bizim kendi alternatiflerimizi hayata geçirebildiğimizin, dayanışmamızın ve gücümüzün en büyük kanıtları.
Sığınaksız bir dünyada yaşayabilmemiz için hala sığınaklara, sığınaklara kavuşabilmemiz için ise örgütlü bir kadın hareketinin devamlılığına ihtiyacımız var. Bu yüzden, Kurultay gibi ortak politika ürettiğimiz bütün alanlara, çatışarak, dönüşerek ama örgütlü bir şekilde yol alarak sahip çıkmamız lazım.
Dipnotlar:
*:Kurultay ile ilgili bir yazı yazmak, hem 17 yıldır çok farklı boyutlarda bir çok tartışmayı içeren bir deneyim olduğu hem de bu uzun zaman diliminin çok azına tanıklık edebildiğim için benim için çok zor oldu. Bu yüzden yazının birçok eksiği var şüphesiz. Kurultay sürecinin başından itibaren içinde olan Birgül Akay sayesinde bu eksikliklerin bir kısmını giderebildim. Kendisine katkısından dolayı ne kadar teşekkür etsem az olur. Kadın Sığınakları I. ve II. Kurultayları, Mor Çatı yayınları, s.10
1:Bu taleplerin tamamının neler olduğunu görebilmek için Kurultay Sonuç Bildirgelerine şu linkten erişebilirsiniz.
2:Bu danışmanlık pek bir işe yaramıyor ki bütün çabalarına rağmen boşanma oranları yükseliyor.
3:Diyanet İşleri Başkanlığı Aile İrşat Ve Rehberlik Büroları Çalışma Yönergesi’ne şu linkten erişebilirsiniz.
4:Bununla ilgili Sezgin Tanrıkulu’nun, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e yönelttiği soru önergesi ve yanıtına şu linkten erişebilirsiniz. Ayrıca, Mor Çatı yayınlarından çıkan, Erkek Şiddetiyle İlgili Bilgilere Ulaşmak Neden Güçtür? kitabını Mor Çatı’dan edinebilirsiniz.
5:ŞÖNİM uygulamaları için Mor Çatı’nın hazırladığı 6284 Sayılı Kanun Uygulamaları Raporu’na şu linkten erişebilirsiniz.
6:Combating violence against women: minimum standards for support services. Council of Europe. EG-VAW-CONF (2007) Study rev. Directorate General of Human Rights and Legal Affairs Council of Europe Strasbourg, September 2008, s.28
7:“Sığınakları devlet mi açmalı yoksa kadın örgütleri kendi sığınaklarını mı açmalı” sorusu ve yanıtları Kurultay tartışmaları içinde önemli bir paya sahip. Fakat bu, henüz bitmiş bir tartışma değil. Sonuç bildirgelerinin bir kısmında, finansmanını devletin sağladığı ama işleyişine hiç bir şekilde müdahale etme hakkının olmadığı, kadın örgütlerinin işlettiği bağımsız sığınak modelinde uzlaşılmış gibi görünse de, bu modelin olduğu bir çok Avrupa ülkesinin deneyiminden edindiğimiz bilgi ile bunun da başka sorunları olduğu görüldü. Ayrıca belediyelerin sığınak kurması, özerk bir sığınak deneyimi için ortaklaşılan başka bir formülasyondu fakat bu da ŞÖNİM’lerin kurulması ile artık mümkün değil çünkü yeni yasal düzenlemeye göre bütün sığınaklar ŞÖNİM’e bağlı olmak zorunda. Belediye sığınaklarının bir çoğu sığınak kabullerini ŞÖNİM üzerinden yapmaya başladı bile. Sadece Halkların Demokratik Partisi (HDP) belediyeleri ŞÖNİM’lerle çalışmayı reddediyor ve sığınak kabullerini ŞÖNİM üzerinden yapmıyor.
Görsel: Amber Hammad, “Musings”.