Okullarda örtü serbestisi meselesinin hep es geçilen yanı, kız çocuklarının örtünmesini sitayişle destekleyen yönelimin kaynağı oluyor: "Evladının çeperinden ayrılmasını engellemenin" yolu onu muhafaza etmekten geçiyor.

KÜLTÜR

YAZI

Kız Çocuğunu Çeperde Tutmanın En Kolay Yolu

Ortaöğrenimde örtü serbestisi tartışması değişik mecralara sıçrayarak devam ediyor. Herkes bu meseleyi tercih/zorlama ekseninde ve genelde din ekseninde tartışıyor.  Kendi tecrübemden yola çıkarak yorumlama niyetiyle bu yazıyı kaleme aldım ama bir yandan da önemsediğim insanları incitip incinmek de istemiyorum..

 

Öncelikle şunu belirtmeliyim: Ailelerin çocukları üzerinde söz hakkı sahibi olmalarının sınırı hakkında hala kafam karışık. Ailenin, çocuğunu kendi dünya görüşüne göre yetiştirmesi doğal gibi görünse de, çocuğun ilerde başka mecralara meyletmesi söz konusu olduğunda nelerle imtihan olduğunu/olacağını düşününce “bunun bir sınırı olmalı galiba” diyorum. Aynı şekilde, devletin de çocuklar üzerindeki hakkının nerede başlayıp nerede bittiğini, endoktrinasyon tehlikesine karşı nasıl bir önlem alınabileceği, hele genç nüfusun bu kadar yoğun olduğu bir ülkede o önlemlerin ne kadar etkili olacağını da bilemiyorum. Üçüncü bir soru ise, 10 küsur senedir devlet erkinin, kendini “muhafazakar” diye tanımlayan bir kadro tarafından temsil edilmesi aile ve devlet etkisi tartışmasında oldukça yeni ve biraz (!) ürkütücü bir durum. Din derslerini zorunlu kılarken ortaokullara başörtüsü serbestiyeti getirmek de bu ürküntünün mesnetsiz olmadığını düşündüren bir gelişme.

 

Öte yandan, meselenin hep es geçilen yanı ise, kız çocuklarının örtünmesini sitayişle destekleyen yönelimin kaynağı oluyor. “Bu topraklarda” gibi muğlak bir tamlama ile başlayan cümleleri klişe bulurdum ama coğrafi bir sınır çizemediğim için ben de kullanmak zorundayım: Bu topraklarda, insanlar hala çocuk sahibi olmayı, kendi büyüdükleri ortamın devamlılığını sağlayan bir sosyal güvence olarak görüyor. Bu döngüyü tek cümle ile özetleyecek olursak, o cümle sanırım “Yaşlanınca bana bakar” olur. En seküleri bile bu zihniyet ile evlat sahibi olur ve evladı kendi çeperinden ayrılsın istemez. Çocuğun görgü ve öğrenimini bu minvalde yapar, eğitim ise nadiren öncelikli endişe olur.

 

Kız çocukları için ise durum “namus belası” yüzünden daha feci bir hal alır. Bir kız çocuğunu o çeperde tutmanın en kolay yolu da “muhafaza etmek” olur. Oğlanlar “tükkan”da tutuldukları sürece, kızlar da muhafaza edildikleri sürece o çeperde kalır. Ailenin başına “bela” olmaz. Bu yöntem farklılığından dolayı kıza verilen dini(!) eğitim ihtiramı oğlanınkiyle eşit değil. Bu yüzden de, bacısına yap(a)mayacağı terbiyesizliği dışardaki kadına yapan iki yüzlü erkek ile dolu ortalık.

 

Neyse, konu dağılmasın. Örtünme buradaki klik işte. Aile gayet iyi biliyor o kızın örtü ile zaten normal bir şekilde sosyalleşemeyeceğini ve hep bir kontrol altında olacağını. Bir çocuğu o çeperde tutmanın en zahmetsiz ve en kolay yolu: Çocuğun önünü kes, örtüyü tak, gelişimi için zaman, pek fazla emek harcama, ergenlik dönemini de İmam Hatip Liseleri gibi kurumlarla falan “outsource” ettin mi, oh! Mis!

 

Süreç, ben ve benim çevremdeki pek çok arkadaş için aynı oldu: benim biraderler toplamda 2 yaz gitmediler ama ben 12 yaz Kuran Kursu’na düzenli olarak gönderildim.  Annem, teyzeme öykünerek ilkokuldan sonra beni IHL’ye göndermek istedi. 10 yaşındaydım ve –2 numara miyop gözlerim ile nasıl olacaksa- pilot olmak istiyordum.

 

Daha 28 şubat süreci yok ortada. İHL’ler popüler. 90’ların İslamlaşma furyası tam gaz devam ediyordu. Ne annem örtülüydü, ne babam dindar. Dahası, babam haftanın yedi günü varsa asgari dört akşamında alkollü.  O kadarcık yaşım ve aklımla: ben “okumak” istiyorum diye itiraz etmiştim annemin İHL çıkışına. Çünkü İHL’ye başlayınca örtüneceğimi biliyordum. Kuzenlerimden gördüğüm kadarıyla da örtününce de bir ton dünyanın bana kapanacağını: taşrada bir kızın tek başına çarşıya gitmesi abesken alemi çarşı’ya dönüştürmeme çabasıydı işte benimki.

 

Üç seneyi o şekilde kurtardım. Lise için taşradan İstanbul’a gönderildim. Dedemin evine yakın diye seçilen ve seküler bir cemaate ait okulun aile yapımıza “uygunsuz” olduğu bir sene içinde fark edildi. Etek boyumun verdiği endişe yeni arkadaş çevrem ile katıldığım gezilerle had safhaya çıktı ve ikinci sene dini bir cemaatin okulunda buldum kendimi. Bu yeni okulun sosyal çevresi içinde kaldığım sürece de hiç çatışma yaşamadım onlarla. Dahası, kendi tercihimle başımı örtmeye başladığım zaman, geceleri başka yerde kalmama izin vermeyen ailem bu yasağı anında esnetti, şehir dışı ve hatta yurt dışı gezilerine yalnız gitme izinleri de vermeye başladı. Ailem, “buralar”daki pek çok aile gibi imkanları derdinde beni muhafaza etmeyi başarmıştı işte.

 

Sonrasında, muhafazakar bir hükümetin desteğini sonuna kadar arkasına almış “mahalle baskısı”na rağmen yel değirmenleri ile dövüşerek ve örtünmenin “özgürlükler” üst başlığı altında savunulması gereken bir özgürlük olduğunu hiç unutmadan örtüsüzleşme sürecini de yaşadım. O süreç başlı başına bir konu olsa da bu yazının merkezinde yer alan bir mevzu değil.

 

Başörtülü arkadaşlarımın var olma, yeknesak bir şekilde hayata tutunma çabalarını çok ama çok önemsiyorum; ama işte savaştıkları mecra bu. Herkesin tecrübesi pek tabi ki farklı gelişti. Öte yandan, Başörtülülerin, örtüleri sayesinde “kendilerine ait bir oda” yarattıklarını, bu sayede de zihinlerinin dindar erkeklere göre çok daha nitelikli tekamül ettiğine inananlardanım. Bunun sebebi de o muhafazalı çevre. Öyle çok zaman kalıyor, geniş alanlarda yapılamayacak şey sayısı o derece fazla oluyor ki insan can sıkıntısından alel-ekser kitap kurdu oluyor, bir konuda kendince uzman oluyor.

 

Gene de bu durum, oyunu kurallarına göre oynarsan var olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Hatta bazen oynasan da var olamıyorsun. Kadınsan ne yapsan problem. Çünkü normal olarak servis edilen normu kadın belirlemiyor. En kötüsü de, sadece kadınları ilgilendiren ve bana göre yine sadece kadınların tartışması gereken bu konunun sınırlarının son kertede maskülen normlara göre şekillenmesi, bu konunun çözüm bulamadan daha çok çekiştirileceğinin de habercisi.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YHızır Aleyhisselam’la İstanbul Köşe Bucak
Hızır Aleyhisselam’la İstanbul Köşe Bucak

Bazı kimseler için Hıdırellez tek gün olsa da, Hızır u İlyas’ı anmaya doyamayanlarımız için şu vakitler Kutlu Hıdırellez günleridir. Ve Hıdırellez günü, sadece Ahırkapı'da değil aslında İstanbul’un her tarafındadır.

Bir de bunlar var

Cinsel Yönelim ve Orgazm Sıklığı İlişkisi
Helen Thomas’ı Nasıl Bilirdiniz?
Gerassi’nin 1976 Tarihli Beauvoir Röportajı: 25. Yılında “İkinci Cins”

Pin It on Pinterest