Bir Gün Herkes Heykeltıraş Olabilir sergisi için 5Harfliler olarak bir araya getirdiğimiz Hadi Ben Kaçtım çantalarının 2.sindeyiz. 5Harfliler editörlerinden Suna Kafadar’ın metni aşağıda.
Sözlerden Kaçış
Seneler önce annemle bir gün yolda yürüyoruz. Karşıdan da bir adam geliyor. Aramızda üç adım kadar kaldığında adam annemin gözünün içine dik dik bakıyor, bir eliyle sikini tutuyor ve ‘yala yala’ diyor. Annem adamın suratına, adam annemin gözünün içine ben de adamın sikik cüretine bakarak bir iki saniye içinde birbirimizin yanından geçip gidiyoruz. Birkaç adım sonra annem saç teline kaçmış, dehşet içinde bana dönüyor. Aramızdaki bakışmaya utanç sızıyor. Ben ‘oha, hayvan herife bak’ diye bağırıyorum, biraz geç. Annem de ‘pislik’ ‘eşşoğleşşek’ gibi lafları ardı ardına sıralıyor ama hiçbir ağır söz atılan lafın yapışkanını sökemiyor. Yala yala mağarasında bir anne-kız birbirini kaybediyor.
‘Ulan ben varken anneme niye yalatıyorsun’ diye bir düşünce geçiveriyor aklımdan. ‘Gençlik değil midir kıyas götürmeyen,’ bilgisinin saflığıyla kendimi anneme siper etme, ‘birimiz yalayacaksa o ben olurum, anneme dokunma’ arası tuhaf bir yerdeyim. Annemin kadınlığını ilk kez düşünmüş değilim ama o komuta sıkışmış halini ilk kez tecrübe etmişim; dehşete düşmüşüm. Annem de ben de ayrı uçlara savrulmuşuz, kendi utancımızla başbaşayız. Böyle işliyor çark, utanması gereken sen değilken bir bakmışsın kıpkırmızısın, yer yarılsa da içine girsem diyorsun. Bir söz, varlığını istemediğin bir şekilde çekiyor mağarasına ve seni oracıkta mıhlıyor.
Yanında bir tıkaç, kulaklık, vesaire yoksa o kulaklar dünyayı içine alır. Sen istemeden üstüne yağan keyfi sesler arasında, anlam dünyanda karşılık bulan ve yaşadığın ânı kilitleme kudretine sahip olanlar çoktur. Elini ve dilini keser, seni yaşamsız bir alana iteler. Daha doğrusu, sessizliğinde sen kendini yollarsın oraya, suratına çarpan sözün on katı gücünde çarparsın kendini dünyanın duvarına. İçine attığın tüm sözlerin birleşip ezer içini. Şu masaya oturduğumda kulağıma ‘yala yala’ sözcüklerinin fısıldanacağını nereden bilebilirdim? O anki utancıma, şaşkınlığıma, donup kalmışlığıma üzülmüyorum. Evet, keşke çantamdan çıkardığım bir adet çekici sözün çıktığı yere fırlatıp da bir düzine diş kırsaydım dediğim oldu, ya da içinde moloz bulundurduğum çantamı kafasına geçirseydim diye aklımdan geçirdim. İçinden geliyorsa, o an o mağarayı gümleteceksin!
Ancak daha da sık karşımıza çıkan, bu donup kalmışlıkla, sessizlikle ne yapacağımız sorusu değil mi? Çünkü lafı geri yapıştırmaya ya da sahibine iade etmeye her zaman vakit, akıl ve sabır olmuyor. Hele ben, pek hazır cevap biri olmadığımdan, sık sık kendi kendime konuşurken bulurum kendimi. Eskiden daha hazır cevap biri olmak isterdim ama artık kendime böyle gereksiz eziyet etmiyorum. Sadece tepkici biri olarak kurgulamak durumunda değilim kendimi. O lafı evirip çevirip etkisiz hale getirmenin farklı farklı yollarını arıyorum. Her gün yeni bir arayış, türlü türlü kurgular kapılarımda.
Böyle zamanlarda en sevdiğim egzersizlerden biri sözcüğü alıp sesli bir şekilde defalarca tekrar etmektir. Misal, ‘yala’ sözcüğünü al, art arda ne bileyim, kırk kere söyle. Bir bakmışsın dilin bir tuhaf dönüyor, onuncudan sonra söz manasız bir ses haline gelivermiş, havalanmışsın. Yalayalayalayala yalayaLAYAlayalayalayalayalayalAYALayalayalayalALAYalayalayalayalay …al…ay… derken öyle bir sözcük olmadığına ve kafadan uydurduğuna yemin dahi edebilirsin. Bu basit ve beni eğlendiren, neşemi geri getiren oyun içimi temizliyor, sözün çıktığı yeri yarıp sahibini kendi manasızlığının, boşluğunun içine sokuyor.
Bu sayıklama işi ve esas o arayış, yaşımdan çok daha büyük zamanların sözleriyle, halleriyle birleşiyor, kavruluyor sanki. Annenin utancını, anneannenin sessizliğini, onun annesinin gömdüklerini ve ondan öncekilerin söylediği ve söylemediklerini, hezimetini, öfkesini, direncini de açığa çıkarıyor. Mirasın ne denli yüklü olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Ve o büyük suskunlukla beraber gelen devasa mücadele kuvvetini… İşte tam da bu yüzden, yılmadan söz üretmek, içini kaplamasına engel olamadığın mağarayı yeniden kurmak, içini süpürmek, duvarlarına yeni resimler çizmek, sesinin yankılanmasına izin vermek hayati önem taşıyor. İçerde kopan yüzlerce yıllık mücadele ve devraldığın bezmeden yeniden kavrulma becerisi, ayaklarını çırpa çırpa suyu yarıp geçme kuvveti verdiği gibi, yarattığı dalgalarla kim bilir kimlere dokunuyor.
Bir sonraki çanta: Sorumluluktan Kaçış
Sergi 16 Kasım’a kadar devam ediyor. Pazar hariç her gün sabah 11:00 ile akşam 6:00 arası ziyaret edebilirsiniz. Mekan: Elhamra Han, İstiklal Cad. No: 130 Beyoğlu, İstanbul. Elhamra, St. Antuan kilisesinin karşısındaki han.