5 defa tacize uğrayan bir kadın, niyeti ne olursa olsun kendine yakın duran altıncı erkeği yanlış anlıyor. Her fırsatta köşeye sıkıştıran erkekler yüzünden, dibinde dikilmek zorunda kalan ve hiçbir art niyeti olmayan bir başka erkeği uzak durması için azarlayıveriyor.

KÜLTÜR

Ben de mi Sezar?

Yanıma oturan ve bana o soruyu soran kişi bir kadın olsaydı gayet hoş karşılayacak ve belki sohbet edecektim. Kadını kadın olduğu için cezalandıran bu sisteme her gün küfreden ben, bugün bir erkeği erkek olduğu için cezalandırdım. Hiç düşünmeden yaptım hem de, bir anda, öylece oluverdi.

 

Sıkış tıkıştı metrobüs. Önümdeki iki kişilik yer boşalınca, yanımda duran yaşlıca bir amca oturmam için önce bana müsaade etti, kendisi de yanıma oturdu. Metrobüsteki formalı insan popülasyonunun fazlalığından dolayı sanırım, bana dönüp “Sen de mi maça gidiyorsun kızım?” dedi. Kaşlarımı çatıp beni bile hayrete düşürecek kadar sert bir tonda “Hayır!” dedim. “Sakın benimle konuşmaya kalkma, tek kelime bile etme!” demekti bu hayır, öfke doluydu.

 

Suçlayıcıydı. Amca başını öteki yana çevirdi ve yol boyunca bir daha benim oturduğum yöne bakmadı. Böylece o bitmek bilmeyen 25 dakika boyunca rahat rahat kendimden nefret edip dedem yaşında bir adamı öylece azarlamama neden olan şeyi düşündüm. Etrafa gülücükler saçan o küçük kız nasıl böyle asık suratlı bir genç kadına dönüşmüştü? Hatırlamaya başladım. Sonrası… Sonrası yine utanç ve nefret tabii.

 

Lise yıllarında, evim okuluma epeyce uzak olduğu için günde yaklaşık 3 saat yol gidip bir dünya toplu taşıma aracı kullanıyordum. Lisedeki ilk ya da ikinci yılımdı. Beyazıt’tan otobüse binmiş ve boş bulduğum ilk koltuğa oturmuştum. Yanımda üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim genç bir erkek oturuyordu. Otobüs hareket ettikten kısa bir süre sonra rica etti: “sınavım var, cevaplarını ezberlemem gerekiyor da, bana şu soruları sorabilir misiniz?” Yol uzun, neden hayır diyeyim ki? Başladım kağıttan okumaya. Bir 20 dakika sonra soruları bırakmış muhabbet ediyorduk. Adımı, okulumu sordu. Konuştuk, güldük.

 

İşin rengi telefon numaramı ya da msn adresimi vermeyi reddedince değişmeye başladı. Sinirlendi. Onunla neredeyse 1 saattir konuşuyordum, o halde otobüsten indikten sonra da onunla konuşmaya devam etmek zorundaydım. Hayır cevabından hoşlanmadığını, benim lisemdeki gibi “çakma erkekler” gibi olmadığı, adımı ve okulumu bildiğine göre beni nasılsa bulacağını, güzellikle değilse zorla olacağını söylemeye başladı. İstanbul’da, hiç de boş sayılmayacak bir otobüste geçiyordu bu diyalog. Mutlaka birileri bizi duyuyordu. Yardım isteyen gözlerle etrafıma bakındım, kınayan gözlerle karşılaştım. Öyle ya, tanımadığım etmediğim bir erkekle ne diye konuşmuştum ki? Kaşınmış olmalıydım, korumak için bu ağzı bozuk serseriyle dalaşmaya değmezdim.

 

O gün “abim telefonumu karıştırıyor” bahanesiyle uydurma bir msn adresi verdim ve peşimden gelip evimi öğrenmesin diye 3 durak erken indim. Haftalarca korka korka girip çıktım okula. Otobüse Beyazıt yerine Eminönü’den bindim ve yardım isteyen kişi bir erkekse iki kez düşünmeyi öğrendim.

 

Lisenin ilk yılıydı, bu sefer zamanı çok net hatırlıyorum. Kış aylarından sonra ilk kez ılık bir sabaha uyanmış ve bunun verdiği neşeyle yola çıkmıştım. Aylardan beri sabahları aynı saatte aynı otobüse bindiğim insanlar vardı, yüzlerini babamınkinden çok görüyordum. Durakta karşılaştığım ilk insana da herhalde bu neşenin etkisiyle gülümseyip “günaydın!” demiştim. Sırıtmıştı. O gün yüzünde gördüğüm o sırıtış aylarca peşimden geldi. Ben, her sabah karşılaştığım bir insana gülümseyip selam verdim diye, o insanın aylarca tüm yol boyu gözünü bana dikip bakmasına ve her fırsatta sapıkça bir ifadeyle sırıtmasına, kaş göz yapmasına katlandım. Çünkü o bir erkekti ve küçük kızlar hangi yaşta olursa olsun erkeklere gülümsememeliydi. Yere bakarak yürümeyi de, otobüse bindiğimde bütün yolu gözümü camdan dışarı dikip kımıldamayarak gitmeyi de o yıl öğrendim.

 

Sadece yaşamıyor, görüyor ve duyuyordum da. Rahatsız edilmek istemiyorsan yahut bir erkek seni rahatsız ettiğinde, taciz ettiğinde, tehdit ettiğinde onunkinden uzun bir faturanın eline tutuşturulmasını göze alamıyorsan, asık suratlı bir domuza dönüşmek zorundaydın. Kafama vura vura öğretmişlerdi bunu bana ve saniyesinde devreye girecek kadar kuvvetlenmişti reflekslerim. Artık, bana öylesine bir soru sorduklarında dedem yaşındaki adamlara tüm vücut dilimle “kes sesini, erkeksin ve bu yüzden muhtemelen beni rahatsız edeceksin!” diyordum. 5 yıl boyunca hafta içi her gün günde 3 saat yol gitmiş ve bütün bu sürede insanlara dair öğrene öğrene bunu öğrenmiştim. (Biri beni bir süre yerin dibinde konuk edebilir mi? Bu fikre katlanamıyorum.)

 

Bizim memlekette kadınların çok okuyanı da, çok gezeni de aynı şeyi öğreniyordu. Çünkü sokakların ve toplu taşıma araçlarının yanı sıra gazeteler de kadınları aynı şeyi düşünmeye sevk ediyordu. Olay gecesi beraber birer bira içmiş olmaları kadının rızası olduğuna delalet ediyor, daha önce kadın mesajına cevap vermiş diye tecavüzcü ceza indirimi alıyordu. Her vakada ilk önce kadının o gün ne giydiğine, saatin kaç olduğuna, kadının nerede olduğuna, kadının rızasına delalet edebilecek herhangi bir detayın var olup olmadığına (mesela kadın, olaydan önce suçluyu insan yerine koyma gafletinde bulunmuş mu diye) bakılıyordu.

 

Dedem yaşında bir amca, belli ki tıklım tıkış metrobüste sıkılmış ve iki kelam etme niyetinde, bana öylesine bir soru soruyordu ve ben, oturup bunları hatırlıyordum. İnsanlığımdan utanıyorum.

 

Ergenliğe girdiğim yıllardan beri yaşadığım, şahit olduğum, okuduğum ve dinlediğim taciz hikayelerinin dehşetini ve sayısını düşününce belki devede kulak kalıyor ama, haksız yere suçlanan erkeklerin durumu da korkunç. Bir insanın, aklından bile geçirmediği halde tacizle suçlanmasından daha utanç verici bir şey olabilir mi? Toplumun zorla edindirdiği o kendini koruma refleksiyle kadınlar, sınırlarına yaklaştı diye tanımadığı herhangi bir erkeğe potansiyel bir sapık gibi davranmak zorunda kalıyor. 5 defa tacize uğrayan bir kadın, niyeti ne olursa olsun kendine yakın duran altıncı erkeği yanlış anlıyor. Her fırsatta köşeye sıkıştıran erkekler yüzünden, dibinde dikilmek zorunda kalan ve hiçbir art niyeti olmayan bir başka erkeği uzak durması için azarlayıveriyor. Kimi suçlayacağız?

 

Yanıma oturan ve bana o soruyu soran kişi bir kadın olsaydı gayet hoş karşılayacak ve belki sohbet edecektim. Kadını kadın olduğu için cezalandıran bu sisteme her gün küfreden ben, bugün bir erkeği erkek olduğu için cezalandırdım. Hiç düşünmeden yaptım hem de, bir anda, öylece oluverdi.

 

Kendimi hiç bu kadar yenilmiş hissetmemiştim.

 

Görsel: Thor S Wickstrom, Metro Riders.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Hüp
Sürmeyle Göz Tedavisi
Patriyarkanın “Uyuttuğu” Kadınlar: Feminist Eleştirinin Bir Meselesi Olarak Uyku

Pin It on Pinterest